Aslında üzerinden hayli zaman geçti, ama araya peş peşe başka gündem maddeleri girdiği için yazmaya fırsat bulamadık.
Ancak cevapsız kalmaması gereken bir iddia olduğu için, hayli gecikmeli de olsa, bugün bir değerlendirme yapmak istiyoruz.
Önce iddiayı özetleyelim.
Sabah gazetesinin cemaat ve tarikatlarla ilgili yazı dizisinin Nurculukla ilgili bölümünde Said Nursî’nin “din ile feni buluşturan Amerikan demokrasisi”ni keşfettikten sonra “Amerikancı ve demokrasi yanlısı” olduğu ileri sürüldü. (Nevzat. Atal-Erdal. Şimşek, 22.9.06)
Tabiî, bu iddianın hiçbir geçerliliği yok.
Uzun ve bereketli ömründe üç devri birden yaşamış olan Bediüzzaman, tâ Osmanlı döneminde tek adama dayalı yönetim anlayışının artık geride kaldığını söyleyip Meclis sistemini, hukuku ve özgürlükleri savunmuş; demokratikleşme sürecimizin ilk aşamalarından biri olan meşrutiyete, ardından cumhuriyete sahip çıkmış; 50’li yıllarda da meşrutiyet-cumhuriyet-demokrat kavramlarını eşanlamlı olarak kullandığını ifade etmişti.
Bu süreçte Amerika’nın yeri hiç yok.
“Amerikancılık” iddiasına gelince:
Said Nursî’nin özellikle son dönem mektuplarında değişik vesilelerle ABD’den söz ettiği doğru ve bunları iki kategoride mütalâa etmek mümkün: Biri, ABD’nin bir dünya gücü olarak dine ve İslâm dünyasına bakışına yönelik yorumları. Diğeri Risale-i Nur hizmeti açısından yaptığı değerlendirmeler.
Birinci şıkka giren örneklerden biri, Menderes’e yazdığı bir mektupta ABD’yi “din lehinde çalışan muazzam bir devlet” olarak nitelemesi (Emirdağ, s. 424). Burada kast edilen, ABD’nin, sistemini dini özgür bırakan bir temele bina etmiş ve dünyada da dinî özgürlüklere önem veren bir devlet olması.
Bediüzzaman burada işin temeline vurgu yapıyor ki, doğru olan da bu. Ancak, 11 Eylül sonrasında olduğu gibi, uygulamadaki ciddî sapmalar tamamen ayrı bir bahis.
Said Nursî bir diğer mektupta, komünistlik ve anarşistliğe karşı Avrupa ile birlikte ABD'nin Kur’ân’a ve ittihad-ı İslâma taraftar olmaya mecbur olduklarını yazıyor (a.g.e. s. 297).
İkinci şıkta ise, “Amerika buranın en küçük bir havadisini merakla takip ettiği halde, buranın en büyük bir hadisesi olan Risale-i Nur’u elbette arayacaktır” (a.g.e., s. 195) ve “Amerika âlimleri elbette Asâ-yı Mûsâ’ya lâkayt kalmayacaklar. Eğer dini din için seven kısmının ellerine geçse fütuhat yapar” (a.g.e., s. 140) gibi ifadelerin yansıttığı yaklaşım var.
Aslında birbirini tamamlayan bu iki kategori, herşeye hizmet ve dâvâ gözlüğüyle bakan Bediüzzaman’ın Amerika’yı da bu çerçevede değerlendirdiğini ortaya koyuyor.
Onun bu ifadelerinden “Amerikancılık” gibi bir niteleme çıkarmak tam bir saptırmadır.
İşin içinde, onu kimi geçici ABD yönetimlerinin yanlış politikalarının destekçisi olarak gösterme kastı varsa, katmerli bir iftiradır.
Ve aynı zamanda onun, hizmetini hiçbir dünyevî güce ve cereyana âlet ettirmeme noktasındaki hassasiyetine de saygısızlıktır...
08.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|