Yakınlarımızı da vuran bir deprem olduğunda ilk olarak ne düşünüyoruz? “Acaba onlara bir şey oldu mu? Yaşıyorlarsa şimdi ne yapıyorlardır? Havalar da soğuk, dışarıda üşüyorlar mıdır?” mı?
Bizimle ve yakınlarımızla en ufak bir ilgisi bile olmayan bir depremde ne düşünüyoruz? “Acaba kaç şiddetinde? Bu, başka depremleri de tetikler mi? Şimdi televizyonlar normal yayın akışlarını da keserler. Bizim dizi ne zaman yayınlanacak?” mı?
Tanımadığımız biri öldüğünde ne düşünüyoruz? “Son zamanlarda ölümler ne kadar da arttı? Aman canım kurtulmuş. Kimse ölmese dünyada yaşayacak yer kalmazdı” mı?
Peki ya bir yakınımız öldüğünde? “Hayata beraber başladığımız, dostlarla da yollar ayrıldı bir bir. Gittikçe artıyor yalnızlığımız” mı?
Bir uçak kaçırıldığında, birileri rehin alındığında, silahlı bir terörist etrafa dehşet saçtığında…? Arasında bir yakınımız varken duyduğunuz kaygıyı, isimlerini bilmediğimiz insanlar için de duyuyor muyuz? Yoksa “yaşasın macera” diye mi geçiyor içimizden? Farklı kanalları açıp, her bir tv kanalının farklı yorumlarıyla olayı değişik açılardan inceleme gereği duyuyor muyuz? Yoksa kumandayı bırakıp, o insanlar için endişeleniyor muyuz? Bir film gibi mi izliyoruz, bir hayat dersi alır gibi mi?
Sohbetlere hiç yansımayan, dışarıya hiç vurulmayan, dışarıdan anlaşılmayan bir umursamazlık, bir bananecilik, bir yabancılık var mı?
İçimizi bir endişe, bir korku, bir ürperti sarmıyor mu? Dilimizden gayri ihtiyarî bir duâ dökülmüyor mu? Allah’ım bir an önce bitsin diye geçirmiyor muyuz?
Bu sorulara vereceğimiz samîmî cevaplar anlatıyor bizi. Kimsenin bilemeyeceği bu korku ya da heyecanlar, bu bencil ya da diğergam endişeler, bu hayatı kendinden ibaret bilen ya da empati kurabilen düşünceler çiziyor resmimizi.
Kimse bilmese de, kimseye hissettirmesek de, kimseye zararı dokunmasa da, kimsenin umrunda olmasa da… Biz biraz da buyuz.
Ne kadar içimize kapanık olsak da, kendi alemimizde yaşasak da, modern dünyaya kapılarımızı sonuna kadar kapatsak da… çoktan teslim olmuşuz.
Çoktan…
05.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|