Bir Hadis-i Şerifte Peygamberimiz “Cemaatte rahmet vardır” buyurmaktadır. Topluma hizmet etmeyi düşünen ve medenî vasfını hayatın içinde yaşamak isteyen her birey; kendini cemaat olarak görür ve cemaatleşme sürecine dahil olur.
Batının 16. yüzyılla başlayan toplum bilimi olarak sosyoloji, Türkiye’nin gündemine gecikerek girdiyse de, endüstri toplumlarında toplumsallaşmanın ürünü olan bir bilimdir.
İslâm inancıyla beslenmiş Müslüman topluluklarında ise, cemaat kavramı istişarî mekanizmalardan kuruludur. Bağlılık esasına dayanır. Ortak hizmet düşüncesinden hareketle, sınırlı beraberlikler bile, süresi içinde cemaatî bir karakter taşır.
Cemaat, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” deyiminin hayat bulmasıdır. İnsanî düşünmenin ötekide yaşama iradesi, cevaplaşma ihtiyacı ve yardımlaşma sistemi ancak topluluk olma, topluca organize etme ve iş bölümü ile mümkündür.
Cemaat, yakın zaman tahlillere tabi tutulduğunda görülecektir ki, birbiri ile dayanışma gayretidir. Şehirlerdeki yalnızlaşma sonucunda kendi değerlerini kaybetme riski taşıyan insanlar, oksijen çadırı gibi yanlış davranışlardan koruyucu bir özellik arz eden cemaatî ortamlara rağbet etmektedirler.
Toplumun talepleri doğrultusunda kültürel ihtiyacın sonucu olan cemaatî oluşumları, ideolojik rekabetin parçası görenler de bir toplulaşmanın parçasıdırlar. Bir topluluk olarak kendilerini tanımladıklarına göre, ideolojik cephe farkıyla karşı yapılanmayla benzer özellikleri taşıdıklarını görmezden gelmemelidirler.
Cemaatleşme, sivil toplum örgütlenmesidir. Demokratik katılım ve toplumsal uzlaşma zeminlerinin disipline olabileceği platformlardır. Meslekî teşkilatlar, gönüllü kuruluşlar, ortak amaç güden ve kendini deklare etmeyen topluluklar, toplumun taleplerine duyarlı girişimler ve benzeri kurumlar da birer cemaat niteliğindedir.
Bediüzzaman’a göre “Zaman, cemaat zamanıdır.” Örgütlü toplumun olmazsa olmazı cemaat ruhudur. Kurum değeri taşıyan organizeli her gayret, bir cemaat anlayışıdır.
Ortak akıl, müşavere sistemi, uzmanlık ve iş birlikleri; toplumlaşma ile mümkündür. Bu nüveyi oluşturan her teşebbüs, bir inisiyatiftir ve cemaatî hususiyetler taşır.
Sivil inisiyatif şuuru, sosyal ve siyasî hakların savunuculuğunu da beraberinde getirmektedir. Sivil örgütlenme, birey taleplerini karşılama ve özelini tatmin etme ihtiyacından doğmaktadır.
Bu anlamda cemaatleşme, bir zarurettir. Kimsenin bu yapıları tahdit ve tezyif etmeye hakkı yoktur. Topluluklar/cemaatler; sosyalleşmedeki vazgeçilmezlikleri ve birliğin omurgası olan dayanışmaları ile her türlü faaliyeti yaparken kamu kaynaklarından destek aldıkları halde, dinî muhtevası olan cemaatlere hazımsızlık göstermek, bir talihsizliktir.
Dinî hususiyet taşıyan veya dinî duyarlılık içinde olan sosyal hareketleri, diğerlerinden ayrı tutmak, dışlamak ve orduyu bu konuda taraf yapmak, kurumsal sorumlulukla bağdaşmaz.
Acaba cemaatlerin ekonomik kaynakları, bu ülkenin alın teri olan gönüllü destekler değil midir? Bu insanlar, ülkenin bütün yasal sorumluluklarına tabi değiller mi? Vergilerini vermiyorlar mı?
Cemaatlerin çocukları, askere gitmiyorlar mı? Savunma harcamaları onların cebinden çıkmıyor mu?
Lionslar, Rotaryenler veya düşünce ve sosyal dernekler, bir anlamda cemaatleşmiş grup ya da topluluklar da aynı eleştirel bakışla değerlendiriliyorlar mı?
“Topyekun mücadele” tabirini, seferberlik hali gibi cemaatler ve sözde irtica için sarf etmek, ne kadar sağduyulu bir yaklaşımdır?
Giyilen resmî üniforma, kurumun ve onun da ait olduğu milletindir. O temsille bu millete kuşku ile bakılamaz.
İyi ki beşeriyet var, yardımlaşma var ve cemaatleşme var.
05.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|