Vitrinler dikkat çekici!
Vitrinleri nasıl değerlendiriyorsunuz bilmiyorum, ama beni vitrinler hep korkutmuştur. Onun için nerede çok özenle hazırlanmış bir vitrin görsem, oradan endişe duyarım.
Bütün renkler, bütün desenler, bütün çeşitleriyle vitrinde. İçeri dâvet ihtiva ediyor vitrinler. Giriyorsunuz içeri, ‘vitrin’ titizliğini içeride bulamıyorsunuz. İçeride renkler, desenler ve çeşitler sınırlı. Ayrıca vitrindeki temizliğin, titizliğin ve özenin hiçbir eseri yok içeride.
Vitrin ile vitrin arkası çok farklı.
İşte bu anlaşılır değil.
İnsanın vitrini sizi yanıltmasın!
Tıpkı insanlar gibi yaşananlar. Adamın kılığı kıyafeti yerinde. Haftada bir kıyafet değiştiriyor (Kredi kartı borcunu babası ödüyor). Eh boy post da idare eder. Karnı da tok gözüküyor. Aç karna dik yürüyor, artık seçemiyorsunuz açları. Bu da düşündürücü.
Üzerinde zor satın alınan cinsten bir takım elbise, canlı renkten bir gömlek, dikkat çekici bir kravat, ayakkabılar konuşuyor, saçlar jöleli… Adam vitrine çok iyi çalışmış. Özenle renklendirmiş, çeşitlendirmiş ve süsleyip, ışıklandırmış.
Biraz sonra otobüste karşılaşıyorsunuz bu beyefendi/hanımefendi ile. İçinizden, ‘Oh be, artık bizim de insanlarımız yemeyi-içmeyi, giymeyi-giydirmeyi güzel yapıyor.’ diyorsunuz. İnsanlarınızla iftihar ediyorsunuz.
Tam iç konuşmalarınız bitmeden ciddî bir uyarılma ile kendinize geliyorsunuz. Adam, adamakıllı bir şekilde ayağınıza basıyor. Omuzuna dokunuyor ve ‘Ağabey, ayağıma basıyorsunuz’ diyorsunuz.
Böyle, vitrini düzgün bir insandan, vitrine çekilmiş cümleler bekliyorken, ‘Çek kardeşim ayağını ayağımın altından’ demez mi?
Şaşmak, ürkmek ne kelime!!!
Adam kılığında ayılar, hınzırlar piyasada kol geziyor. Her köşe başında içi kirli insanların kurduğu tuzaklar bulunuyor. Artık mayınlı bir alanda yaşıyoruz.
“Dikkat caddede ayı var, sırtlan var, köpek var…” ikazları yazmalı cadde boyunca. (Gerçi, kötü sıfatlar için bu zavallı hayvan isimlerini zikrederken, her defasında onlardan özür diliyorum.)
Diyeceğim şu ki, vitrinler artık doğruları söylemiyor. Çok az vitrin içeride olanları yansıtıyor.
Çok az insanın içi ile dışı birbirinden farklı değil.
Aman dikkat!
Hayrettin Karaca’ya kulak verin!
Hayrettin Karaca’yı bilirsiniz. Türkiye’nin zengin vakıflarından birisi olan Tema Vakfı’nın kurucusu. Karaca’nın, 15.01.2006 tarihli Akşam Gazetesi’nde yayınlanmış röportajında altı çizilecek noktalar var. Şöyle diyor Karaca; “Param var, ama tüketmeye hakkım yok. Kendime sadece kitap alıyorum. Gömleklerimin yakası çevrilmiştir. Ayakkabılarımın altı yamalıdır. Dokuz senedir bu pantolonu giyerim. Paltom yırtıktır...”
(Aynı törenlerde, açılışlarda Karaca’nın yanı başındaki gardroobunda onlarca takım elbise bulunduran, bir gün giydiğini ertesi gün değiştiren görevliler acaba Karaca için ne düşünüyorlardır? Ya da sayın Karaca onlar için ne düşünüyordur? Tamam belki Karaca’ya ayak uyduramazlar, ama hiç değilse, var olanları insaflıca, israf etmeden kullanmanın bir yolu bulunamaz mı?)
“…Dünyada tüm insanları doyuracak kadar yiyecek var ancak gözü aç olanları doyuracak hiçbir şey yok. Türkiye’de bir zamanlar ‘fakirleri aç bırakmayan kültürümüz televole kültürü karşısında yok oluyor.”
“…Dünya ikiye bölünmüş artık. Gözü açlar ve karnı açlar.”
“…Yılbaşı demek, ‘Al, tüket, yok et, yaşamı mahvet’ demek. O yüzden o yırtık kazağı gururla taşıyorum üzerimde.”
“…Okumakla mükellefim. Olanın olmayana, bilenin bilmeyene borcu var.”
“Okumak ibadettir…”
“Anadolu’da bu değerleri halen yaşayanlar var…”
Sayın Karaca insana oldukça yakışan davranışlar sergiliyor. Ondan ders alacak çok insan var ülkemizde. ‘Komşusu aç iken, kendisi tok yatan bizden değildir’ gerçeğine dikkatleri çekiyor cümleler. Diğergamlığa dâvet var cümlelerin içinde. Hele hele şu gelen Ramazan günlerinde…
Tabiî Sayın Karaca’nın bu davranışları niçin yaptığı bizi ilgilendirmiyor. O kendi vicdanında bir değerlendirmedir. Ama böyle davranışlar artık aranır hale geldi.
İnancımızla beslenmiş kültürümüzde, israf etmemenin bir ibadet olduğu düşünüldüğünde, böyle tavır ve davranışlar Müslümanların üzerinde çok şık duruyor.
Hem Müslüman hem israfsız, hem Müslüman hem tutarlı, hem Müslüman hem bilgili, hem Müslüman hem gayet temiz, şık, düzenli (israfsız) giyimli, hem Müslüman her yardımsever, hem Müslüman hem de peygambere en çok benzeyen olmalıdır onun ümmeti.
Nitekim Peygamberimizin günlük kullandığı eşyalar, içinde yaşadığı ev hali ve var olan imkânlara rağmen karnı tok gezmemesi, sahip olduklarını inançlarını yaymak için cömertçe kullanması… birer örnekler davranıştır.
Yunuslar, Mevlânâlar, Said Nursîler hep aynı ‘sünneti’ hayatlarında taşımışlardır.
Adamın adamlığı ne ile ölçülüyor?
Üzerine marka bir takım elbise geçirince, ‘adam’ olmuyor insanlar. Nice üzerinde giyeceği bulunmayan, bir hırka ile yaşayan insan suretinde melekler var ülkemizde. Bir o kadar da modern giysiler içerisinde insan suretinde ayılar, hınzırlar bulmak mümkün.
Burada üzerinde durulması gereken şey, kimin, neyi, niçin yaptığının bilinmesidir.
Allah emrettiği için yapılmayan iyilikler, güzellikler yine iyilik, güzellik sınıfındadır, ancak bu davranışlar biraz da ‘insaniyet’ amacı taşır. İbadet kastı olmayan insaniyetin, yapana çok da faydası yok.
Güzelliklerin kaynağı, İlâhî mesajlardır
İnsanların insaniyetli olması arzu edilen bir şeydir, ancak ‘insaniyet’in İslâmiyetten gelmesi davranışlara daha ayrı bir mânâ yükleyecek ve onları ibadete dönüştürecektir. Yani bütün insaniyet diye yapılan iyilik ve güzellikler, aslında İslâmiyetin ihtiva ettiği ve O’ndan gelen iyilik ve güzelliklerdir.
İslâmiyetin ihtiva etmediği hangi bir güzellik gösterebilirsiniz?
İslâm medeniyetine, ‘nezaket medeniyeti’ denmesinin sebebi nedir dersiniz?
Dünyanın neresinde bir güzellik, nezaket varsa, orada İlâhî mesajların izleri vardır.
İnsanlar farkında olsa da olmasa da…
30.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|