Galiba, genelde Batı ile özellikle de 16’ncı Benedictus ile birlikte güzel bir gelişme olmadığı takdirde Vatikan’la sağırlar diyaloguna mahkum olduğumuz görünüyor. Papa 24 Eylül tarihinde yani meş’um konuşmasından 12 gün sonra Müslüman temsilciler huzurunda tam 8.5 dakika konuşuyor, ama değişen bir şey yok. Özür bahsinde havanda su dövüldüğü gibi tek yanlı konuşarak da fiilen diyalog değil, monologdan yana olduğunu göstermiştir. Üstelik tek yanlılıklarından bahsedeceği yerde ima yoluyla özgürlüklerde mütekabiliyetten bahsetmektedir.
Son sıralarda nedense koro halinde laik devlet adamlarıyla birlikte kilise ricali de sürekli mütekabiliyetten bahseder olmuşlardır. Ben bu mütekabiliyet meselesini doğrusu anlamış değilim. Bu şuna benziyor: 11 Eylül rejimi sonrasında Bush’un İslam dünyasına saldırısında müttefiklerinden birisi olan Aznar Müslümanların Endülüs’ü 8 yüzyıl işgalleri nedeniyle özür dilemesi gerektiğini söylemiştir! Hangi Müslümanlar özür dileyecek? Ferdinand ve İzabella’nın soylarını kuruttuğu ve fizikî ve kültürel katliama uğrattığı; nesilleri tükenen Müslümanlar mı? Onlardan özür bekliyorsa onlar toprağın altında bulunuyorlar. Sonra niçin özür dilesinler? İspanya’yı karanlık bir çağdan kurtardıkları, ilim ve fünunla donattıkları için mi? Elbette Müslümanların son dönemlerinde içinde bulundukları inhitat süreci nedeniyle bu akıbeti hak ettikleri ileri sürülebilir. Bu Müslümanların suçu. Ama Müslümanların yanlışı İspanyolların doğruları değil ki! Veya onların yanlışına meşruiyet sağlamaz. Özellikle de katliamlara. Müslümanların yanlışları İspanyol katliamcıların doğruları değildir. Kaldı ki, İspanya Kralı Carlos Müslümanlarla aynı akıbeti paylaştıkları için yani sürüldükleri için Yahudilerden özür dilemiştir. Peki niçin tek taraftan özür dileniyor? Bizzat İstanbul’a geldiğinde bunu İspanyol Kralına sordurduk. Cevabı şu idi: İki taraf arasında savaş oldu ve yenilen neticesine katlanır. Bu eksik bir değerlendirmedir. Galibiyet ve hezimetin ötesinde bir fizikî ve metafizikî katliam sözkonusudur. Toplu sürgün ve tehcir. İşte bunları gözardı edenler Türkiye’den Ermeni katliam veya tehcirinin hesabını soruyorlar. Müslümanlarla orada barış içinde yaşayan bir azınlık için özür dileniyorda neden Müslümanlardan özür dilenmiyor? Peki İspanya Endülüs dışındaki yayılmacı ve sömürgeci tarihiyle ilgili özür dileyecek mi? Geçmişte Afrika veya Filipinler gibi bölgelerde yaptıkları için.
***
Papa da Müslüman büyükelçilere hitaben yaptığı 8.5 dakikalık konuşmasında özür dileme bir tarafa mütekabiliyet çerçevesinde bir de hesap sormuştur. Papa, bu konuda, selefi İkinci Jean Paul’ün 1985’te Fas’ta yaptığı bir konuşmada, “Diyalog ve saygı, başta temel özgürlükler, özellikle de din özgürlüğü olmak üzere her alanda karşılıklılığı da zorunlu kılmaktadır” dediğine atıfta bulunuyor. Papa’nın, konuşmasında bu konuya da değinmesi haliyle, din özgürlüğü bağlamında, kimi İslam ülkelerine yönelik üstü kapalı bir eleştiri olarak yorumlandı. Özellikle de Türkiye gibi ülkelerde Hıristiyan azınlıklara özgürlük verilmemesinden yakınıyorlar. Demek istiyorlar ki, Batı’da bizim sağladığımız din özgürlüğü nedeniyle Müslümanlar kıtada serpilirken İslam ülkelerinde sınırlama var. Süreç aleyhimizde işliyor. Aksine Papa’nın konuşmalarından sonra Kuveyt’teki bazı dinî çevreler yeni kilise yapımlarına sınırlama getirilmesi gereğinden sözetmişlerdir.
Esasen Batı’da Müslümanlar açısından Hıristiyan ve Yahudilerle mukayese edildiğinde din özgürlüğü tam ve kâmil mânâda değildir. İkinci olarak, bu Kilisenin bir lütfu değil kiliseye rağmen bir haktır. Laikliğin bir getirisidir. Kilise bundan kendisine bir pay çıkarmasın. Sonra, Endülüs’ten sonra Müslümanların Batı Avrupa’daki varlıkları yüz yıllık bir geçmişle sınırlıdır. Bunun nedeni aydınlanma ile kıtanın kilisenin tasallutundan kurtulması ve sanayi devrimiyle birlikte yeni işgücüne ihtiyacıdır. Müslümanlara yönelik ayrımcılık bu müspet kazanımlara rağmen hâlâ devam etmektedir. Hatta 11 Eylül, 7 Temmuz ve genel itibarıyla Soğuk Savaş sonrasında her alanda bir gerileme söz konusudur.
***
İslâm dünyasında ise azınlık haklarına yönelik gerilemenin 200 yıllık bir geçmişi vardır. Bu da sömürgecilikle alakalıdır. Bu sömürgeci hamleler Müslüman çoğunlukla Hıristiyan azınlıkları birbirine düşürmüştür. Çünkü Haçlılar döneminde olduğu gibi Batılı sömürgeciler yerel yandaşları olarak gördükleri dinî azınlıkları komşuları ve hemşehrileri Müslümanlara karşı kışkırtmışlardır. Bu da geçimi ve uyumu zorlaştırmıştır. Genel tarihe baktığımızda ise Avrupa’nın aksine ehl-i kitap statüsü içinde azınlıkların baştan beri varlıklarını devam ettirdikleri görülüyor. Ama Vatikan marazî bir kıyasla veya kıyas-ı farıkla Mekke ile Roma arasında mukayese yapıyor.
Mekke ile Roma arasında değil Mekke ile Vatikan arasında bir mukayese yapılması daha doğru olur. Vatikan değil, ama Roma laik bir şehirdir ve burada cami yapılmasının önünde dinî bir engel yoktur. Ama Mekke böyle değildir. Elbette Mekke Kâbe’den de ibaret değildir. Mekke-Roma mukayesesi yapacaklarına Roma-Kudüs mukayesesi yapmaları daha doğru olmaz mı? Yüzyıllardan beri Müslümanların denetiminde olan Kudüs’te Hıristiyan ve Müslümanlar, kiliseleriyle camiler yan yana yaşamıyor mu? Sadık Mehdi’nin dediği gibi, Papa hangi mütekabiliyetten bahsediyor? İslam bidayetinden beri Hıristiyanlığın sabık bir din olsa da meşruiyetini tanırken Hıristiyanlar en son Papa’nın da yaptığı gibi dışlamacı ve yasaklayıcı ve horgörücü bir tutumun içinde bulunuyorlar. Sadece İkinci Vatikan Konsili kararlarında bir tadilat olmuştur ve o da Papa’nın son konuşmaları ve tutumlarıyla buharlaşmaktadır. Eşitliğe ve mütekabiliyete asıl ihtiyacı olan taraf Müslümanlardır.
29.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|