Papa’nın ‘tarihî olduğu kadar tartışmalı’ açıklamaları üzerine basında ilginç yorumlar veya başlıklar yeraldı. Bunlardan birisi de La Repubblica gazetesindeki ilginç yorumdu: “Papa, Muhammed’in kılıcını aforoz etti”. Aslında, Papa’nın böyle bir yetkisi olmadığı gibi söyledikleri Hıristiyanlığın tarihi seyrü seferiyle de ters düşüyor. Zira Hazreti İsa’nın mesajı Musevilikten veya Musa Aleyhisselam’ın getirdiklerinden bağımsız değil. İsevilik ‘dini ahkâmda’ selefi Museviliği bağlı idi. Hazreti İsa muadil ve mükemmil olarak ahlâkî yönünü tamamladı. Yani Hazreti İsa Museviliğe dayalı hukuk üzerine ahlaka dayalı maneviyatı getirdi. Önceki fetret döneminde bu yönde bir boşluk oluşmuştu. Din manevi yönüyle indiras etmiş yani gurbete çıkmıştı, Yahudilik zamanla hukuk üzerinden zahirileşerek manevî yönünü ve oriantasyonunu yani kıblesini kaybetmişti. Din adına manevî dürüstlük gitmiş onun yerini hile-i şer’iyye düzeni almıştı. Din adamları dini ruhundan soyutlayarak zahirî ve katı bir şekilde yorumluyorlardı. Hazreti İsa mesajıyla manevi eksikliği gidererek dini aslına haline irca etmiş ve döndürmüş oldu. Dolayısıyla İsevilik bu manevî cephesiyle tanındı onun geçmişle hukukî bağlantısı unutuldu ve gözardı edildi. Bunda Pavlos’un da büyük etkisi var. Binaenaleyh, Papa, dinî hukuk (şeriat) itibarıyla kılıçla kaim olan Museviliğe bağlıdır. Regensburg’da İslâm ve kılıç bağlantısını ele alacağına pekala hahamların Temmuz’daki çocuklara da şamil olan kılıç fetvalarını ele alabilirdi. Zülfikarı aforoz edeceğine Hazreti Musa’nın veya Hazreti İsa’nın kılıcını aforoz etseydi daha iyi olurdu. Ama tâbi metbuunu nasıl afaroz edebilir ki!
İslâmda kılıcın yerine veya hakkına gelince. Çok şükür ki İslâmın genel çerçevesi içinde kılıcın yerini iyi tayin eden, denklemine oturtan Batılılar var. Aksine, İslâmın kılıçla yayıldığını ileri sürünler de var. Bu akımın en önemli temsilcilerinden birisi elbette ki Oxford hocalarından Edward Gibbon’dur. Latince kaynaklara dayanarak tezinde şunu kullanır: “Muhammed (asm) bir elinde kılıç, bir elinde Kur’ân, Hıristiyanlığı ve Roma İmparatorluğunu tarumar etti...”
Müslümanların Pers ve Roma İmparatorluğunu tarumar ettikleri doğrudur. Ama bunun nedeni kılıç değil, tam aksine Roma İmparatorluğunun zorbalığıdır. Yeni mesaja düşmanca mukabelesidir. Bu mânâda ilk Hıristiyanlıktan farklı olarak mesajını kılıçla da savunmuştur. Zorlama anlamında değil savunma anlamında... Kardavi’nin dediği gibi İslâm kılıçla değil, kılıca karşı zafer kazanmıştır. Bundan dolayı, Bizans İmparatorluğu idaresi altında yaşayan kadim Suriye ve Mısır halkları gayri müslim oldukları halde Müslümanları kurtarıcı gibi görmüşlerdir. Ve sadece devletin baskısı değil, aynı zamanda farklı mezheplerden olan bu topluluklara karşı dini ve mezhep ayrımı ve baskısı da yapılıyordu. Binnetice, yerel topluluklar önce mesajı bağırlarına basmasalar bile sahiplerini bağırlarına bastılar. Zamanla mesaja da sahip çıktılar. İspanya’nın 12 bin Müslümana teslim olmasının arkasında yatan sır onların uzun dönemden beri Ariuscu anlayış dolayısıyla baskıya maruz kalmalarıydı. Boşnakların Müslüman olmasının arasında da yine Begomillik vardı.
***
Edward Gibbon izinden giderek, I. Goldziher veya günümüzde Bernard Lewis gibi kimileri de İslamın kılıçla yayıldığına inanabilir. Ülgener Hoca, ‘Zihniyet ve Din’ adlı eserinde belirttiği gibi, ünlü müsteşrik Ignaz Goldziher de, tıpkı Max Weber gibi, "İslâm dininin ilk Mekke döneminin kapanık ve ibadete dönük bir inançtan başlayıp derece derece çöl muhariplerinden kuvvet ve destek alan bir din haline” dönüştüğünü iddia edenler arasındadır. Sanki bu ibare bir asr-ı saadet tablosundan ziyade Suudi devletinin oluşumundaki İhvan’ın muhariplerini anlatır gibidir. Bryan S. Turner de, ‘Max Weber ve İslâmda, şunları yazar: ‘Weber’e göre İslâma özgü bir görünüş ve kurumlar dizisini veren şey, ‘dünyayı fethetme peşindeki savaşçı’ idi. [Hz.] Muhammed’in tektanrıcı Kur’ân’ının savaşçı bir yaşam tarzının sosyo-ekonomik çıkarlarına adapte edilmesiyle birlikte kurtuluş arayışı, cihad (kutsal savaş) nosyonu aracılığıyla toprak arayışı için yeniden yorumlanmıştı. Sonuç, İslamı ‘ulusal bir Arap savaşçı dini’ne dönüştürmek oldu.’
Maalesef bu şablonu günümüzde seslendirenler hâlâ var. Sözgelimi, Türkiye’yi reddetmekle rafizî bir konuma düşen Papa’yı hem bu yönüyle, hem de kılıç iddiasında destekleyen İngiltere Katoliklerinin lideri O’Connor, ‘Kur’an’daki bazı âyetlerin şiddeti teşvik ettiğini kabul etmek gerekir’ demiştir. Batı’nın bu galat-ı meşhurunun başka kurbanları da var. Hem de içimizde. Sözgelimi, İsmet Berkan Akıl ve Vahiy başlıklı yazısında siyasal İslam’ı yorumlarken onların peygamber zamanına (kılıçla İslamı yayma) dönülmesini ve ancak bu yolla yeniden altın çağa dönülebileceğine inandıklarını yazar.
***
Bu anlamda, maalesef taassup yüzünden kimi kilise çevreleri insaf meydanında kimi solcuların bile gerisine düşmüşlerdir. Bu ibretlik bir tablodur. Buna mukabil Thomas Arnold başta olmak üzere günümüze birçok müsteşrik kılıç bahsinde İslâmın sahasını aklarlar. Bunlardan biri Alman İslamiyatçısı Prof. Reinhald Schulze’dir ve İslâmın şiddet dini olmadığını ortaya koymaktadır. Yine Alman oryantalist Prof. Thomas Naumann İslamın zorbalığı katiyyen menettiği görüşündedir. Herkesin İslâm hakkındaki yorumu aslında kişiliğinin aynasıdır.
28.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|