Mü’min hayatını imân esaslarına göre planlar, programlar; İslâmın şartları, yâni ibâdetlerle tanzim eder; sâir emir ve nehiylerle dengeler; İslâmın yüksek ahlâkıyla süsler. Hiç şüphesiz ki, ömür sermayesi, bize bahşedilen en kıymetli, fakat elimizden çok çabuk çıkan hazine. Dünya fâni. Ömür kısa. Lüzumlu işler çok. Üstelik sonsuz hayat; bu kısa zaman içinde kazanılacak! İyi veya kötü yaptığımız her şeyin mutlaka karşılığını dünyada aldığımız gibi, sonsuz hayatta da aynen almayacak mıyız?
Bir gerçek daha var: Dünya bir misafirhane, biz de misafir. Dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. Şu halde, sonsuz hayatı unutmamalı, onu dünyaya feda etmemeli, bozmamalı; boş şeylerle ömrümüzü zayi etmemeli. Kendimizi misafir gibi kabul edip, ev sahibinin emirlerine göre hareket etmeli değil miyiz?1
Müslümanın ferdî, sosyal ve siyasî hayattaki vazife ve hizmet stratejisi, “En yakınlarını uyar”2 âyetince şöyle tanzim edilir:
* Her insanın, farklı düzeyde sorumluluklarının bulunduğu kalp, mide, beden, hane (ev halkı, âile ferdleri), mahalle, şehir, ülke, dünya, insanlık, tüm hayat sahipleri ve kâinata kadar birbiri içinde daireler var. Her bir dairede, her bir insanın, bir çeşit vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük, en önemli ve sürekli vazife var. Ve en büyük dâirede, en küçük ve muvakkat, ara sıra vazife bulunabilir.3 Buna göre hayat ve hizmet stratejisi şöyle tebellür eder:
İnsanın etki ve ilgi olmak üzere iki alanı var. Etki alanı, “kalp, mide, beden ve ev”; ilgi alanı ise, mahalleden başlayıp diğer geniş dâirelere kadar uzanır. Marifet, dengeyi koruyup etki alanı ile ilgi alanını karıştırmamak, biribirinin yerine geçirmemektir. Birinci sırada kalp, yani Allah’a karşı kulluk vazifesi ile mide/geçimi temin, hayatını devam ettirecek şartları yerine getirmek vardır. Aile fertleri de etki alanında. Mahalle, şehir, vatan vs. ise, ilgi alanında.
Siyasetçilere bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait meseleleri herkes, bilhassa basit fikirli insanlar düşünürse; o kimselerin şahsî, dinî, evine ait lüzumlu vazifelerini geri bıraktırmaz mı? Kendini ilgilendirmeyen ve etki alanı dışında kalan siyasetle ilgilenmek, ruhları serseri, akılları geveze yapar ve kalblerin de iman ve İslâmiyet hakikatlerine ait zevklerini, şevklerini kırar. O kalbleri serseri etmek ve mânen öldürmekle dinsizliğe yer hazırlamak tarzında, büyük bir merakla, onlara göre boş ve lüzumsuz siyasî meseleleri medya yoluyla ders verip izlettirmek, dinlettirmek, Müslümanların sosyal hayatına öyle bir zarardır ki, ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.4
Hiç şüphesiz ki, hiçbir insan, ülkesine ve ülkesinde cereyan eden hâdiselere bîgâne kalamaz. Fakat her şeyde olduğu gibi buradaki alâka da, kendi makamı, sosyal statüsü ölçüsünde olmalı.
Herkes vatanı ve milletiyle ilgilenir. Vatanperverlik, milletperverlik duygusu bunu gerektirir. Ancak, bu noktalarda herkese düşen vazife bir ise, kalbi, ruhu, evi, dinî görevleriyle ilgili hizmet, ilgi, merak on, yirmi, belki yüzdür. Ciddî, lüzumlu ilgi ve etki alanlarını, o bir tek lüzumsuz ve kendisi açısından boş olan siyaset cereyanlarına feda etmek delilik değilse, nedir?5
Kesin olarak bildiğimiz bir şey daha var: Bu dünya fani ve biz de misafiriz. Önümüzde sonsuz bir hayat var. Bu şartlarda en büyük dâvâ, onu kazanmak değil mi?
Kişinin imanı sağlam olmazsa, dâvâyı kaybeder. Ve gerçek dâvâ da budur. Bunun haricindeki dâvâlara karışmak zararlı. Üstelik gece-gündüz siyasî, günlük meseleleri ve dünya fanteziyelerini tartışıp meşgul olan, önemli hizmetlerinden geri kalmaz mı? Hem de siyaset boğuşmaları ve dünya fanteziyelerine kapılanlar, selâmet-i kalbini muhafaza edemez.6
Dipnotlar:
1- Şuâlar, s. 406.; 2- Kur’an, Şuârâ, 214.; 3- Asây-ı Mûsa, Yeni Asya Neşriyat, s. 20.; 4- Kastamonu Lâhikası, s. 35.; 5- A.g.e., s. 35.; 6- Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, s. 15.
27.09.2006
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|