Roma Katolik Kilisesinin ruhânî lideri Papa 16. Benediktus’un İslâmiyet hakkında aktardığı olumsuz sözler, haksız, yersiz, kasıtlı, maksatlı, provokatiftir. Dünyanın muhtelif yerlerinde Müslümanlar, II. Batı’nın kahredici hegemonyası altında ve savaşlarda işkence, zulüm görmektedir. Bilhassa ABD’nin Afganistan, Irak Filistin, Lübnan ve sâir yerlerde yaptığı yanlışları yüzünden coğrafî olarak Hıristiyan olan Batı’nın aleyhinde olumsuz bir hava esmeye başlamıştı. Birçok insan, masum ve mazlûm Müslümanlara sahip çıkmaya, hatta Müslüman olmaya meyletmiş…
İşte Papa’nın, İslâm âlemini tahrik ederek, pek çok olumsuz olayın meydana gelmesine sebep olmak istediği anlaşılmaktadır. Hangi karanlık ellerin yaptığı belli olmayan kilise yakma ve rahibe öldürme bunun delili. Dünya kamuoyuna şu mesaj verilmek istenmektedir:
Hıristiyanlar değil, Müslümanlar köktendincidir, teröristtir!
Aman, inanan herkes, dikkat kesilmeli ve bu oyunu bozmak için azamî çaba sarfetmeli. Hem Papa, hem Hıristiyanlar, hem Müslümanlar dikkate almak zorunda:
İslâmiyete göre, insan mükerrem bir varlık. Müslüman, başkasının hayatına kast etmediği gibi, kendi hayatına da son verme yetkisine sahip olmadığının şuurundadır. Kur’ân’da, kim olursa olsun, az veya çok insan hayatının adalet ve kudret-i İlâhî karşısında bir olduğu anlatılır: “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birini öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de birisinin hayatını kurtarırsa, bütün insanlığın hayatını kurtarmış gibidir.”1 Şu halde, Müslüman terörist olamaz; asla kimseyi öldüremez; masumlara ise asla dokunamaz! Zalimlere karşı da asla ferdî kararıyla herhangi bir müeyyidede bulunamaz!
Papa’nın sözlerini bu çerçevede değerlendirdiğimizde, ona kısas uygulamamız gerekir. Yani ne yapmışsa aynısıyla cevap vermeliyiz! İşte Kur’ân’ın kısas hükmü:
“Biz onlara Tevrat’ta ‘Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas olunur; yaralar da kısas edilir’ diye yazdık. Fakat kim kendi hakkını bağışlarsa, bu onun günahlarına bir keffaret olur ve suçlunun cezası düşer. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin tâ kendisidir.”2
Madem o yanlış, çirkin sözleri nakletmiş, öyle ise ona karşı söz ile mukabele etmeli! Biz doğru sözleri sarf ederek, ona cevap vermeliyiz. Yoksa, kilise yakmak, rahibe öldürmek (ki, bunları Müslümanların yaptığına asla inanmıyoruz) veya başka taşkınlıklarda bulunmak adalet değildir.
“Kısasta sizin için hayat vardır ey akıl sahipleri! Umulur ki, haksız yere kan dökmekten böylece sakınırsınız.”3
“El-cezâu min cinsi’l-amel!” Yâni, “Ceza, amelin cinsine göre olmalı!”
Yine düşünmeliyiz ki: Allah Âdil-i Mutlaktır. Müslüman, Allah’ın emrettikleriyle ahlâklanmalıdır. Adalet, yalnız mahkemelerde tecellî etmez. Hal, hareket ve sözlerimizde de âdil olmalıyız. Papa’nın sözlerine mukabil, söz ile cevap vermekten başka bir harekette bulunamayız.
Ayrıca, bu sözleri nakleden Papa’dır. Şu halde başkasını cezalandırmak, katiyen caiz değildir ve kesinlikle yasaktır!
“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.”4
Dolayısıyla suçluyu değil, başkasını cezalandırmaya kalkarsak, “Muhakkak ki insan çok zalimdir”5 şeklindeki Kur’ân hükmünün haricinde olabilir miyiz?
Bu meseleye de vicdan penceresinden bakmalıyız. Zira, vicdan kalp penceresinden bakar. Akıl gözünü kapasa da, diğer hisler kabul etmezse de, vicdanın gözü daima açıktır.6
Kısas uygulamaz, suçlular değil masumlar cezalandırılırsa vicdanlar teskin edilebilir mi? O takdirde biz de haksız duruma düşmez miyiz? İlâhî cezaya müstahak olmaz mıyız?
Unutmayalım; “Eğer beşer çabuk aklını başına alıp, adâlet-i ilâhiye nâmına hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, ‘maddî ve mânevî kıyametler başlarına kopacak; anarşilere, Ye’cüc ve Me’cüclere teslim-i silâh edecekler.”7 Şâyet kısas yerini bulmazsa, vicdanların tatminsizliği, suç işleme nisbetleri de katlanarak devam edip gitmez mi?
“Elhâsıl: Had ve ceza emr-i İlâhî ve adâlet-i Rabbâniye namına icra edildiği vakit hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki lâtifeleri müteessir ve alâkadar olurlar...”8
Dipnotlar:
1. Kur’ân, Maide, 32.; 2. A.g.e., Mâide, 45.; 3. A.g.e., Bakara, 179.; 4. A.g.e., En’âm, 164.; 5. A.g.e., İbrahim, 34.; 6. Mesnevî-i Nuriye, s. 240.; 7. A.g.e., s. 83.; 8. Hutbe-i Şâmiye, Yeni Asya Neşriyat, s. 82.
19.09.2006
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|