Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Sen onları ikaz etsen de, etmesen de birdir; inanmazlar.

Yâsin Sûresi: 10

19.09.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Her farz namazdan sonra Âyetü'l-Kürsî'yi okuyan kimsenin Cennete girmesi için ölümden başka bir engel yoktur.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3724

19.09.2006


Prens Bismarck: Kur'ân'ın her kelimesinde hikmetler var

Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idâre etmek için taraf-u Lâhûtîden geldiği iddiâ olunan bütün münzel semâvî kitapları tam ve etrâfıyla tetkik ettimse de, tahrif olundukları için, hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isâbeti göremedim. Bu kanunlar değil bir cemiyet, bir hâne halkının saadetini bile temin edecek mâhiyetten pek uzaktır. Lâkin, Muhammedîlerin Kur’ân’ı bu kayıttan âzâdedir. Ben Kur’ân’ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Muhammedîlerin düşmanları, “Bu kitap Muhammed’in (asm) zâde-i tâbı” olduğıınu iddiâ ediyorlarsa da, en mükemmel, hattâ en mütekâmil bir dimağdan, böyle hârikanın zuhûrunu iddiâ etmek, hakîkatlere göz kapayarak, kin ve garaza âlet olmak mânâsını ifade eder ki; bu da ilim ve hikmetle kâbil-i telif değildir. Ben, şunu iddiâ ediyorum ki:

Muhammed (a.s.m.) mümtâz bir kuvvettir. Destgâh-ı Kudretin böyle ikinci bir vücûdu imkân sahasına getirmesi ihtimâlden uzaktır. Sana muâsır bir vücud olamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed (a.s.m.)! Muallimi ve nâşiri olduğun bu kitap senin değildir. O Lâhûtîdir. Bu kitabın Lâhûtî olduğunu inkâr etmek, mevzû ilimlerin butlânını ileri sürmek kadar gülünçtür. Bunun için, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir.

Prens Bismarck (İşârâtü’l-İ’câz, s. 262)

Lügatçe:

muâsır: Çağdaş.

taraf-u Lâhûtî: Allah’ın tarafı.

münzel: İndirilmiş, yukardan aşağıya kısım kısım inmiş olan.

âzâde: Bağlardan kurtulmuş. Serbest. Kayıtsız.

zâde-i tâb: Bir kimsenin kabiliyetinden, tabiatından meydana gelen eseri.

mütekâmil: Mükemmel, olgun.

zuhûr: Ortaya çıkma.

kâbil-i telif: Uzlaştırılması mümkün olan, bağdaştırma.

mümtâz: Seçilmiş.

Destgâh-ı Kudret: Kudret tezgâhı.

muallim: Öğretmen.

nâşir: Neşreden, yayan.

Lâhûtî: İlâhî âleme ait ve alâkalı olan.

butlân: Haksızlık, batıllık.

Bediüzzaman Said NURSİ

19.09.2006


Bediüzzaman’ın Afyon hapsinden tahliyesinin bir gün öncesi

Bediüzzaman Hazretleri, bu tarihte Afyon hapsindedir ve tahliyesinin bir gün öncesidir. Talebelerinden Mustafa Sungur, hatıralarında, o günün heyacanını şöyle anlatır: “Konya’dan gelen Ziya Nur ve bir arkadaşıyla beraber bir gün sonra tahliye olacak olan Üstadımızın eşyalarını eve taşımıştık. O gün Afyon’da çok canlı bir gün geçirdik. Çünkü, Üstadımız hapisten yarın tahliye olacaktı.”

Bediüzzaman Hazretlerinin, kanunsuz bir şekilde talebeleriyle birlikte Afyon hapsine girişi, Tarihçe-i Hayat’ın 470-473. sayfalarında şöyle anlatılır:

“Bediüzzaman, 1944 Denizli Mahkemesinde berâet ettiği halde, Afyon vilâyetine bağlı Emirdağ kazâsında ikamete memur ediliyor. Orada, kendi âhireti ve Risâle-i Nur’la meşgul olurken, 1948 senesinde, gizli din düşmanları, yapılan zulümler az geliyormuş gibi aynı nakarat ile, ‘Gizli cemiyet kuruyor, halkı hükûmet aleyhine çeviriyor, ihtiyarladıkça artan enerjisiyle; kuvvetiyle, rejimi yıkmaya çalışıyor, Mustafa Kemal’e ‘İslâm deccalı, süfyan’ diyor’ gibi bir sürü bahanelerle, elli Risâle-i Nur talebesiyle birlikte Afyon Ağır Ceza Mahkemesine sevk ediliyor ve hapse konuluyor.

“Yapılan derin ve uzun tahkikat neticesinde, birtek suç delili bulunamıyor. Fakat, ne oldu ise oldu, ne yaptılarsa yaptılar, nihayet mahkeme—güyâ kanaat-i vicdâniye ile—Bediüzzaman’a yirmi ay ve müdakkik bir âlime on sekiz ay, yirmi iki kişiye de altışar ay hüküm veriyor; diğerlerini de, ‘Bunlar Bediüzzaman’ı büyük bir mürşid olarak bilmişler ve içlerindeki derûnî boşluğu doldurmak için Risâle-i Nur’u okumuşlar’ diye berâet veriyor; hüküm alanları da, ‘Bediüzzaman’ın kurduğu gizli cemiyete yardım etmişler’ diye cezalandırıyor; hükmü derhal infaz edip, hepsini tevkif ediyorlar.

“Tabiî, mahkûmiyet kararı hemen temyiz ediliyor. Temyiz Mahkemesi kısa bir zamanda tetkikatını bitirerek, ‘Mâdem, Bediüzzaman Said Nursî Denizli Mahkemesinde aynı suçtan berâet etmiş; Denizli Mahkemesinin kararı hatâlı da olsa, temyizin tasdikinden geçen bir dâvâ tekrar taht-ı mahkemeye alınamaz’ diye, verilen mahkûmiyet kararını esastan bozuyor. Bunun üzerine yeniden mahkeme başlıyor. Maznunlardan ne istedikleri soruluyor. O tamamen mâsum olan Nur Talebeleri, Temyiz Mahkemesinin kararına uyulmasını istiyorlar. Afyon Mahkemesi, temyizin kararına uyulup uyulmayacağını uzun uzadıya düşünüyor; nihayet uyulmasına karar veriyor. Sonra da, noksanların ikmâli için çalışmaya başlıyor. Fakat, bu çalışma bir türlü tamamlanmıyor ve mahkeme mütemâdiyen tâlik ediliyor. Bediüzzaman ve talebeleri, hüküm katiyet kesb etmeden verilen ceza müddetini hapishânede geçirdikten sonra tahliye edilmişlerdir...

“Bediüzzaman, yirmi senede olduğu gibi, şu üç dört senede de o kadar emsâlsiz bir işkenceye mâruz kalmıştır ki, tarihte hiçbir ilim adamına bu kadar câniyâne bir sû-i kast yapılmamıştır. Denizli hapsinde bir ayda çektiği sıkıntıyı, Afyon’da bir günde çekmiştir. Kendisine, bütün bütün kanunsuz muâmeleler yapılmıştır. Hapishânede, tam yirmi ay, kışın, çok soğuk olan gayr-i muntazam bir koğuş içinde yalnız bırakılarak, tecrid-i mutlak içinde imhâ olmasına intizar edilmiştir. Kışın en şiddetli günlerinde, hapishâne pencerelerinin iki milim buz tuttuğu zamanlarda zehir verilmiş; ihtiyar, çok hasta haliyle, aylarca ıztırap çektirilmiştir. Mübârek yatağında, bir taraftan bir tarafa dönemeyecek bir hale geldiği zamanlarda bile, hizmetine, bir talebesi olsun müsaade edilmemiştir. O korkunç şerâit altında, kendi kendine ölüp gitmesi beklenmiştir. Hastalığı o kadar şiddetlenmiştir ki; günlerce, birşey yiyememiş ve gıdâsız kalmış ve çok zaif bir vaziyete gelmiştir. Böyle olduğu ve çok sıkı bir tarassud ve tazyikat altında bulundurulduğu halde, Risâle-i Nur’un telifinden geri kalmamış, her hapiste olduğu gibi, burada da gizli olarak eser telif etmiştir. Mahpuslar, gizli gizli Risâle-i Nur’u elleriyle yazıp çoğaltmışlar ve hapishâneden dışarı da çıkararak, neşrini temin etmişlerdir. Bediüzzaman, hapiste olduğu günler dahi Risâle-i Nur’un neşriyatı durmamış, perde altında yüz binlerce nüshaları eski yazı ile neşretmeye—Nur kahramanı Hüsrev gibi—Nur Talebeleri muvaffak olmuşlardır.”

19.09.2006


Allah yolunda olmak

“Kuvvet, hakta ve ihlâstadır”

Bediüzzaman

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’inde “Bizim uğrumuzda mücadele edenlere biz yollarımızı gösteririz. Muhakkak ki Allah iyilik eden muhsinler ile beraberdir”1 buyurur. Bu âyette insanlara iyilik yapmak Allah yolunda olmak ve Allah yolunda cihad etmek olarak ifade edilmektedir. Demek ki halis niyetle Allah için yapılan her şey insanı Allah rızasına götürmektedir. Allah rızasına götüren yola giren insan da Allah yoluna girmiş demektir. Çünkü bir iyilik ve hayır, önce nefisle, sonra şeytan ile daha sonra kendisini yanlış yönlendiren dost ve akrabalar ile mücadele sonucu yapılabilmektedir. Atalarımız “Bir insan iyilik ve hayır yapacak olsa yetmiş şeytan onu engellemek için çalışır” demişlerdir. Ancak iyilik ve hayır Allah için ihlâsla yapılırsa o zaman hiçbir şeytan onu engelleyemez. Çünkü şeytan lânete uğradığı zaman “Ey Rabbim, madem Sen beni rahmetinden uzaklaştırdın; ben yeryüzünde kötülükleri hoş göstererek insanların hepsini azdırıp yoldan çıkaracağım. Ancak onlardan ihlâslı olanları yoldan çıkaramam”2 diyerek ihlâslı olanları aldatamayacağını söylemiştir. Samimî Müslüman ihlâs ile Allah’ın himayesine girmiştir. O zaman Allah ona hidayet ve istikamet yolunu gösterir. O insan da Allah yolunda olur.

Dinde ihlâs varsa o Allah içindir. Allah rızası, ihlâs ile kazanılır. İhlâs ancak paraya değer vermeyen ve övülmekten hoşlanmayan kalplere yerleşir. Böyle bir insanı şeytan aldatamaz. Şeytan, Hz. Musa’ya (as) şöyle demiştir: “Benim üç tane tuzağım vardır. Kim bu tuzaklarıma düşmezse ben onu asla aldatamam. Birincisi para, ikincisi kadın, üçüncüsü ise övülmedir. Kim ki paraya değer vermez, kadınlara meyletmez ve övülmekten hoşlanmazsa o kimseyi aldatmam mümkün değildir. Bana göre ihlâslı kul budur.” Hz. Ali de (ra) “Bir kimse övülmesi ile şımarmaz, yerildiği zaman ibadetinde gevşeklik göstermezse, o kimse ihlâs sahibidir” demiştir.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de “Kuvvet, hakta ve ihlâstadır”3 der. İnsan sadece Allah için cihad ve ibadetle emrolunmuştur.4 Ameller niyetlere göredir.5 Dinde niyet ve ihlâs çok önemlidir.6 Peygamberimiz (asm) “Kim Allah’ın dini yücelsin diye çalışırsa o Allah yolundadır”7 buyurur. Yine Peygamberimiz (asm) “Yüce Allah, kendi yolunda mücadele edeni ve rızasını arayanı Cennetine koyacağına, dünya ve ahirette mükâfatlandıracağına kefil olmuştur”8 “Allah yolunda ayakları tozlanan kişiye Allah Cehennem azabını haram kılmıştır”9 buyurur.

Bir Müslümanın Allah yolunda olması yani “Fî-Sebîlillah” mücadele etmesi, sadece savaşa katılmak anlamına gelmez. Bu zamana ve şartlara göre değişir. Allah rızasını kazandıran her amel Allah yolunda olmak anlamına gelir. Peygamberimiz (asm) “Bir insan helâl rızk peşinde ise Allah yolundadır. İlim öğrenmek için yola çıkmış ise Allah yolundandır. Anne babasına itaat ediyorlar ise Allah yolundadır”10 der. Hatta ilim öğrenmeyi teşvik etmiş ve “Allah için ilim öğrenmek Allah’tan korkmayı netice verir. İlme çalışmak ibadettir. Müzakeresi, mütalaası tesbihtir. İlmî araştırma yapmak cihattır”11 buyurmuşlardır.

Peygamberimiz (asm) “Kim Allah’ın dinini yüceltmeye çalışıyorsa o Allah yolundadır”12 buyurur. Allah’ın dinini yüceltmek ise imanı kalplere ve gönüllere hâkim kılmak, akıllara kabul ettirmek için çalışmaktan geçer. Bundan dolayı imana hizmet etmek, Allah’ın yolunu yapmak demektir. Bütün ibadetlerin başı budur. İman olmazsa ne ibadet olur, ne de Allah’a itaat söz konusu olur. Allah’ın farz kıldığı şeyleri yapmaya ve haram olanları yasaklamaya çalışmak, yani farzları ikame etmek, haramlardan vazgeçirmeye çalışmak da Allah yolunda olmak demektir. Ancak bu imandan sonra gelir.

Dipnotlar:

1- Ankebut, 29: 49

2- Hicr, 15: 39–40 Aynı manada Saffat Suresi, 37: 40, 74, 127, 160, 169; Sad Suresi, 38: 83

3- Bediüzzaman, Lem’alar, 220–228; İhlâs Risâlesinde Bediüzzaman bu hususları genişçe anlatır.

4- Beyyine, 98: 5

5- Buhari, İman, 41; Müslim, İmare, 155; İbn-i Mace, Zühd, 26

6- Mesnevi-i Nuriye, 45

7- Buhari, Cihad, 4:51; Müslim, İmaret, 3:1513; Tirmizi, Fezail-i Cihad, 4:179

8- Müslim, İmaret, 28

9- Nesai, Cihat, 6:14; Tirmizi, Fedail-i Cihat, 3:92; Heysemi, Mecmauz’-Zevaid, 5:286

10- Tirmizi, İlim, 2

11- Kenzu’l-Ummal, 4: 35

12- Buhari, Cihad, 4:51; Müslim, İmaret, 3:1513; Tirmizi, Fezail-i Cihad, 4:179

M. Ali KAYA

19.09.2006


Münâcâtü'l-Kur’ân

ENBİYÂ

1. Ey gökte ve yerde söylenenleri bilen, ey hakkıyla işiten ve herşeyi hakkıyla bilen! (4)

2. Ey göklerde ve yerde kim varsa Onun hizmetinde olan ve huzurundakiler Kendisine ibâdet hususunda kibirlenmeyip ve usanmayıp, gece-gündüz aralıksız Kendisini tesbih eden! (19-20)

3. Ey geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan ve her birini birer yörüngede yüzdüren! (33)

4. Ey kıyâmet günü adâlet terazilerini kuran ve böylece hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmayan! (47)

19.09.2006


Risâle-i Nur dersi yaparken...

Üstâdımız Bediüzzaman, bir Nur Talebesine Risâle-i Nur’dan bâzan okuyuvermek lütfunu bahşederken, izah etmiyor, diyor ki: “Risâle-i Nur, imânî meseleleri lüzûmu derecesinde izah etmiş. Risâle-i Nur’un hocası Risâle-i Nur’dur. Risâle-i Nur, başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidâdı nisbetinde kendi kendine istifâde eder. Aklınız herbir meseleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdânınız hissesini alır. Ne kadar istifâde etseniz, büyük bir kazançtır.”

Okunan Türkçe veya Arapça bir risâlenin izahı, başka bir risâlede varsa, onu getirip okuyor. Risâle-i Nur’daki gayet ince nükteleri derk eden basîretli âlimler de der ki: Bir âlimin yüksek bir ilmi olabilir, fakat Risâle-i Nur’u cemaate okurken tafsilâta girişip eski malûmâtlarıyla açıklarsa, bu izahâtı, Risâle-i Nur’un beyân ettiği asrımızın fehmine uygun ve ihtiyacına tam cevap veren hakikatlerin anlaşılmasında ve tesirâtında ve Risâle-i Nur’un mahiyetinin derkinde bir perde olabilir. Bunun için, bâzı lûgatların mânâlarını söyleyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdaldir.

İstanbul Üniversitesindeki kardeşlerimiz de böyle okuyorlar. Biz de hulâsaten deriz ki: Risâle-i Nur, gayet fasîh ve vecîzdir. Sözün kıymeti îcâzındadır, kısalığındadır. Bir mesele-i imâniye ve Kur’âniye umuma ders verilirken, mücmel olarak tedrisinde daha fazla istifâza ve istifâde vardır.

19.09.2006


Taamın tesbihleri

Hâdim-i Nebevî Hazret-i İbni Mes’ud der ki: Biz Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında taam (yemek) yerken, taamın tesbihlerini işitiyorduk.

Mektûbât, s. 133

19.09.2006


Git, Kur’ân öğren

Adamın biri rızkını aramak için Halife Hazret-i Ömer’in (ra) kapısından ayrılmazdı. Bir gün bir ses duydu:

“Hey adam! Ömer’den mi umuyorsun, yoksa Allah’tan mı? Git, Kur’ân öğren ve Kur’ân oku. Kur’ân seni Ömer’in kapısından kurtarır.” Adam Hazret-i Ömer’in (ra) kapısına uğramaz oldu. Kur’ân okumaya ve ibadetle meşgul olmaya başladı.

Hazret-i Ömer (ra) adamı görmeyince aramaya çıktı. Baktı ki, adam bir kenarda ibadet yapıyor. Adama sordu: “Seni merak ettim. Nerede kaldın? Gözüm seni aradı.”

Adam: “Ben Kur’ân okudum. Kur’ân beni Ömer’e dilencilik etmekten kurtardı.” dedi.

Hazret-i Ömer (ra):

“Allah razı olsun. Kur’ân’da ne buldun?” diye sorunca, adam:

“Kur’ân’da, ‘Rızkınız ve size vaad oluna gelen şeyler göklerdedir.’ (Zâriyât Sûresi: 22) âyetini buldum. Ve kendi kendime: ‘Benim yaptığım iş, kula kulluk yapmaktır. Benim rızkım göklerde iken, ben onu yerde arıyorum’ dedim. Onun için kapınıza uğramaz oldum” dedi. Hazret-i Ömer (ra) ağladı.

(İhya-i Ulumiddin, 4/494)

Süleyman KÖSMENE

19.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004