Ülkenin yeniden 28 Şubat benzeri bir ortama sürüklenmek istendiğini düşündüren gelişmelerin arttığı bir ortamda, bazı TV kanallarında tarikat ve cemaatlere dair yapılan—ve birine Mehmet Kutlular’ın da katıldığı—tartışmaların, oluşturulmaya çalışılan havaya uymadığı görülmüştü ki...
Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ konuştu. “Türk devrimine direniş hareketi”ni “irtica ve gericilik” olarak niteleyen Org. Başbuğ, adeta o programlarda yapılan değerlendirmelere cevap verircesine, “Bazı kesimler kabul etmese de, irtica tehdidi kaygı verici boyutlara ulaşmaktadır” dedi.
Başbuğ, cemaatlerle ilgili “sosyolojik” bir analiz de yaparak, “toplumların cemaatleşmeye itilmesi”ni, küreselleşmenin, devletlerin geniş kitleleri koruyan sosyal devlet vasfını giderek zayıflatmasına bağladı.
Ve cemaatlerle 677 sayılı kanunun yasakladığı tarikatları, “devrime karşı hareketlerin odağı” olarak niteledi.
Halbuki tarikatlar devrimlerden önce de var olan ve kökleri yüzyıllar öncesine uzanan tarihî oluşumlar.
Dolayısıyla, en azından tarikatlar açısından, “Küreselleşme sosyal devleti zayıflattığı için ortaya çıktılar” iddiasında bulunmanın mantıkî ve ilmî bir geçerliliği yok ve olamaz.
Cemaatler de, Başbuğ’un ima ettiği tarzda, sosyal devletin zayıflamasına bağlı olarak ortaya çıkan “sosyoekonomik” organizasyonlar değil. Asıl misyonları, devletin laiklik adına din eğitimini ortadan kaldırması üzerine doğan manevî boşluğu doldurmak.
Meselâ bu cemaatlerin önde gelenleri olan Nurculuk da, Süleymancılık da Atatürk döneminde ortaya çıktılar. O zaman “küreselleşmenin zayıflattığı sosyal devlet” mi vardı?
Peki, M. Kemal’in dahi devrimleri yaptıktan sonra “Manevî bataryaları boş bıraktık” itirafında bulunduğu biliniyorken, ısrarla işin bu cihetini görmezlikten gelerek “devrime karşı direniş”ten söz etmenin ve laikliğin tartışılmasından rahatsız olmanın izahı ne?
Başbuğ, “Türk devrimine karşı” yürütülen girişimlere karşı mücadelenin öncelikle kültür, eğitim ve öğretim alanlarında verilmesi gerektiğini ifade ediyor. İyi de, seksen senedir yapılanlar da bunlar değil mi zaten?
Aslında söylenecek çok şey var. Ama şu an için öncelikle şunu vurgulamak gerekiyor:
Yıllardır süregelen bunca haksız itham ve muameleye rağmen yapıcı çizgilerinden şaşmayıp hizmetlerini sürdüren cemaat ve tarikatların, mübarek Ramazan günü, her fırsatta milletin içinden çıktığını tekrar eden ordunun üst düzey bir komutanınca bir kez daha rencide edilmesi tam anlamıyla bir talihsizliktir.
Milletin içinden çıkan bir ordunun komutanı, milletin milyonlarca ferdinin mensup olduğu cemaat ve tarikatları incitmemeliydi.
Gerçi bu söylem sadece Başbuğ’la da sınırlı değil. Demokratlığıyla övünen ve mutedil tavrıyla takdir toplayan Hilmi Özkök bile geçen yıl Harp Akademilerinde yaptığı konuşmada cemaat ve tarikatlara yüklenmişti.
Yani, kurumsal bir yanlış söz konusu.
Bu vahim yanlış düzeltilmediği müddetçe Türkiye’nin huzur bulması mümkün değil.
27.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|