Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, “irticai tehdidinin kaygı verici boyutlara ulaştığı” yolundaki uyarısı, “cemaat ve tarikatların devrim karşıtlığının odağı haline geldiği” yönündeki öngörüsü, Hakkari’de pankart açıp yürüyen askerlerin, “Ne yani tanklar mı yürüseydi” şeklinde takdim edilmesi gibi asker cenahından üst üste gelen konular Başbakan Erdoğan’ın konuşmasını zorunlu hale getirmişti.
Zaten, “Genelkurmay’ın nabzını tutan” bazı gazeteciler de öyle düşünmüş olmalı ki, Erdoğan’ın konuşmasını dinlemek üzere AKP Grup toplantısına gelmişlerdi.
Başbakan 301. madde konusunda da sağda solda açıklamalar yapmış, ancak AKP grubunu dahi tatmin etmemişti.
Başbakan, İlker Paşa’nın açıklamaları henüz tazeliğini korurken, Başbakan Erdoğan, yorum yapmaktan kaçınmış, ancak bozulduğunu da hissettirmişti.
AKP grubunda bu konuya değindi Erdoğan. Ancak, “Bu ülkenin meselelerinin çözüm yeri TBMM’dir” demekle yetindi. Elbette ki yalın kılıç konuya girmesi beklenmiyordu. Rahatsızlık ifade eden ve çare mercii olarak Meclis’i göstermek yerinde bir tavırdı. Ancak Erdoğan, istediği takdirde rahatsızlığını daha başka cümlelerle de ortaya koyabilecek birisi. Şöyle bir değinip geçmesi tatmin edici olmadı.
Kavga için ellerini ovuşturan bir zihniyetin sahibi olarak söylemiyorum bunları elbette ki. Her defasında gerginliklerden uzaklaşıp, sağduyu içinde hareket edilmesi için çağrı yapıyorum. Ancak işler giderek ciddî bir noktaya doğru gidiyor. AKP kulisinde buna benzer kaygıları taşıyan milletvekilleri az değildi.
İlker Paşanın konuşmasını yorumlayan, “akredite gazeteciler” de zaten aynı uyarıyı yapmıyor mu? Orduda AKP iktidarına karşı üslûp değişiyor. Bu zaten Büyükanıt Paşanın gelmesiyle birlikte beklenen bir şeydi. Yüksek Askeri Şûrânın teamüllerini dahi yok saymak suretiyle Büyükanıt Paşayı atamış olsa da AKP kadrolarında zaten böyle bir beklenti vardı. Kuliste konuşulan, korkulan oluyor mu?
Cumhurbaşkanı Sezer’in 1 Ekim’de Meclisi açış konuşmasında, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın ise 2 Ekim Pazartesi günü Harp Akademilerinde yapacakları konuşma ile yeni dönemin işaretlerini verecekleri belirtiliyor. Şimdiden böyle bir beklenti oluştu.
İlker Paşa’nın hedefinin AKP iktidarı olduğu açık. Bu durumda Erdoğan’ın kararlı bir duruş ortaya koyması gerekiyordu. Çünkü bu iş bir kırılma noktasına yaklaştı. Yeni bir süreç başlatılmak istendiği açık. Hakkari’de tanklar yürütülmeyip, “Belediye bölücülük yapma, temizlik yap” pankartları ile çöp toplanması, Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ’un “devrimlerin askere dayanarak gerçekleştiğini, ancak Atatürk’ün devrimlere Türk ulusunun sahip çıkması”nı istediği hatırlatması, sivilleri tepki göstermeye dâvet eden cümleleri başlatılmak istenen bir sürecin işaretleri. Peki bu süreç nasıl olacak? 28 Şubat gibi post modern bir darbe ile mi karşı karşıya kalacağız.
Her sürecin aktörleri de, dinamikleri de farklıdır. Ancak asker destekli sivil kalkışma gibi bir arayışın olduğu belli. 28 Şubat süreci için de öncelikle ”Silahsız Kuvvetler” göreve çağrılmamış mıydı? Medya’nın tahrikleri eşliğinde apoleti takan siviller sokağa dökülmemiş miydi?
Kırılma noktasını bu yüzden önemsemek gerekiyor. 28 Şubatçıların yayınlanan anılarında da görüyoruz ki, o süreçte Başbakan Necmettin Erbakan dirayetli hareket edebilse, DYP parçalanmasa ve Refah Partisi kadroları darbecilere malzeme vermeyecek kadar basiretli olabilselerdi süreç farklı olurdu.
AKP iktidarı şimdi böyle bir noktada duruyor.
Son bir nokta Başbakan Erdoğan grupta çok önemli ve detaylı açıklamalar yaparken, Başbakan Yardımcısı Abdullatif Şener, dış kuliste, Erdoğan’ın konuşmasını duyamayacağı bir noktada, bir gazeteci ile sohbet etmeyi tercih ediyordu.
Düşündüm. Bir süredir şarap uzmanlığına soyunan Şener, Erdoğan’dan mı rahatsızdı, başlatılmak istenen süreçten dolayı tedirginlik mi duyuyor du? Ya da sıkılmış, şöyle bir hava mı alıyordu? İzaha muhtaç bir durum...
27.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|