Adanalı Coni kardeşlerimiz, kaçırdıkları bir vatandaşı morartana kadar dövüp, kulağının yarısını kesip, vücudunun muhtelif yerlerini darp etmekle meşgulken, aldıkları bir telefon üzerine, “Pardon kardeş, yanlış adamı kaçırmışız” diye şahsı caddenin ortasına bırakıp kaçmışlardı.
5 yıl yattıktan sonra, “Pardon” denilerek cezaevinden salınan mahkûm kardeşimizin, “Tam da alışmıştık ki” demesine fırsat vermeden sokağa salındığı bir sistemin adalet dağıttığı bir ülkenin evlatlârıyız.
Durumumuz hastalarını öldürüp, cenaze levazımatçılarından komisyon alan Sırbistanlı doktorlar kadar olmasa da, Tayland Sendromu’na yabancı olduğumuz söylenemez.
Peki ya ne söylenebilir. Şu söylenebilir ki, rejimle teknoloji arasında bir ilişki mevcuttur. Tayland örneğinde olduğu gibi…
Bizde darbe yapacakları zaman önce radyoevinin etrafını tanklarla çevirirlermiş. Etrafı tankla çevrili radyoevinden yayınların devam ettiğini görünce, anteni keşfetmişler. Tayland’da ise darbeci general yönetime el koymadan önce televizyonların canlı yayınlarını takip etti.
Ta ki, Başbakan Thaksin Shinawatra’nın BM genel kurul salonuna adımını attığını gördü, işte o zaman vakit bu vakit deyip yönetime el koydu. Tayland örneğinde teknoloji bizzat darbenin hizmetinde demektir. Eğer general teknolojiye meraklı birisi olmayıp, televizyonun canlı yayınında Başbakan’ı izlemese bir yanlışlık yapabilirdi. Meselâ, Başbakan henüz New-York’ta inmeden darbe yapmaya kalkıştığı anda kellesi gidebilirdi. Darbelerde teknolojiyi işte bu açıdan hayatî derecede gerekli bulurum.
Bizim 12 Eylülcüler yönetime el koyunca TRT’deki resim seçicilerin yayın masasında görevli olduğunu bilmeyip, kartpostal ayıklayıcısı sandıkları için, “Gitsinler evlerinde resimleri seçsinler kardeşim” demişlerdi. Rejideki teknoloji harikası trilyonluk cihazların eve gitmesinin söz konusu olmadığı anlaşılınca, resim seçicilerin işten atılması durdurulmuştu.
Sadece teknoloji mi gerekli, darbeler için aynı zamanda demokrasi de şart. “Darbeciler için demokrasinin devrilmiş olanı makbuldür” diye bilirsiniz, ama kazın ayağı öyle değil. Darbe yapıp, seçilmiş hükümeti deviren General, Başbakanı demokrasinin gereklerini yerine getirmemekle suçlamadı mı?
Demokrasi ürünü hükümeti, silâh zoruyla deviren generaller, namlunun ucunda demokrasinin en mükemmelini kuracağını da ilân etmiş bulunuyor. Bir pardon örneği de burada.
Geçmişi darbelerle dolu olan ülkemizde Tayland örneği birilerine pek yabancı gelmedi. Şimdiden Tayland 18 darbenin gerçekleştirdiğini düşünüp, ağızlarını şapırdatarak, “Elin gâvuru yapınca yapıyor işte. Avrupalının enflasyonu gibi tek hanelilere çakıldık kaldık” diye bunalıma girenler olabilir. Hatta karşı tepelere bakıp, cari açığı hesaplar gibi, “Adamlar 18’i bulmuş, bu açık nasıl kapanacak” diye iç çekenler de elbette mevcuttur.
Ancak şu bilinmeli ki darbe bir mevsim işidir. Görüldüğü gibi henüz darbe mevsimine girilmemiştir. Çünkü ülke seçime gitmektedir.
İkinci bir nokta ise darbelerin trendi değişmiştir. Tayland’da darbeciler halka şirin gözükmek için ülkenin en güzel kızına darbe bildirilerini sundurmuyorlar mı? Ne öyle Hasan Mutlucan’ın “Yine de şahlanıyor aman” havaları. Bundan sonra darbecilerin ilk iş olarak bir Güzide Duran, Hande Ataizi ya da Pınar Altuğ modeli seçmesi gerekiyor.
Ha Avrupa’ya şirin gözükelim amacını güderlerse bir adet Şebnem Schaeffer modelini seçmeleri gerekiyor. Eskiden darbe için öncelikle tank ve top ayarlanırdı, şimdi ise seçeceksin güzelini, yapacaksın darbeni…
Yok öyle bu çağda Hasan Mutlucan ayakları...
25.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|