Yer altında bulunan petrol kaynaklarının ne zaman tükenmeye başlayacağı hususu bir yana, ileri ülkeler daha şimdiden hidrojenli günlere hazırlandı bile.
Türkiye ise, ne yazık ki bu ileri seviyenin yaklaşık on yıl gerisinde bir yerlerde duruyor. Zira, Yahudi ve masonik çevrelerin bu meselede de Müslümanları yanıltma, buluşlarını sabote etme, çalışmalarını rayından saptırma ve ciddî gelişmeleri takozlama çabaları devam ediyor.
Ancak, buna rağmen "sırran tenevveret" prensibiyle hareket eden bazı hamiyetli ilim adamları, ümit verici çalışmalarını cayırtı koparmadan sürdürüyor. Ki, doğru olan da budur.
Bu kısacık hatırlatmadan sonra, şimdi evvelki yazıda kaldığımız yerden devam edelim.
* * *
BM'ye bağlı Dünya Hidrojen Enerjisi Konseyi Başkanı Prof. Dr. Nejat Veziroğlu'nun geniş açıklamasından derlediğimiz özet bilgiler şöyle:
* Dünyadaki hemen hemen tüm otomobil firmaları, 1974'ten beri hidrojenli otomobiller üzerine çalışıyor.
* 2010'a kadar GM, Ford, Toyota, Honda, D. Chrysler, BMW gibi büyük otomobil şirketleri piyasaya 10 bin kadar hidrojenli otomobil çıkaracak.
* Petrol şirketleri de hidrojen istasyonları kurmuş durumdalar. ABD, Japonya ve bazı Avrupa ülkelerinde 200'e yakın hidrojen istasyonu var.
* Her şeyin yenisi gibi, bunlar da ilk etapta daha pahalı olacak. Ancak, bu araçların gürültüsü olmayacak, havayı kirletmeyecek. Tehlikeli değil. Yangın petrolde de olabilir. Ancak hidrojen yangını çabuk sönüyor. Hidrojen hafif olduğu için alev havaya doğru çıkıyor. Petrol ise etrafa yayılıyor.
* Cep telefonu için yapılan yakıt pilleri bu sene sonunda piyasaya çıkar. Gecikmesinin sebebi, uçak şirketlerinin 'tehlikelidir' diye uçaklara hidrojenli cep telefonu almak istememesi. Şimdi imalatçılar, uçak şirketleri ve sigorta şirketleri müzakere halinde. Müsaade çıkınca piller piyasaya sürülecek. Bir ay şarj edilmeden çalışacak. Bitince de sodyum bor hidrürle doldurulabilecek. Bu durum da Türkiye'ye yarayacak. Türkiye dünyanın en büyük bor kaynaklarına sahip.
Sabah'taki dizi yazı
Sabah gazetesinde Nevzat Atal ve Erdal Şafak imzasıyla yayınlanan "Tarikatlar–Cemaatler" başlıklı dizi yazının son bölümlerinde daha çok Nurculuk üzerinde duruldu.
Aynı gazetede bundan iki yıl evvel de Nurculuk ağırlıklı bir dizi yazı yayınlanmıştı. Dosyayı yayına hazırlayanlardan biri yine Nevzat Atal, diğeri ise Emre Aköz idi.
Evvelki benzerlerinin aksine, bu iki dosya çalışmasında da kasdî bir saptırma yoktur denilebilir belki; ancak, yer yer büyük yanlışlıklara düşüldüğü de bâriz şekilde görünüyor. Meselâ:
1) Risâle-i Nur hareketi için ısrarla "tarikat" nitelemesinin yapılması.
Oysa, bu tarz bir isnat veya yakıştırmanın Nur Risâlelerinde hiçbir dayanağı yoktur. Aksine, Üstad Bediüzzaman, birçok defa "Efendiler, ben şeyh değilim; ben hocayım. Risâle-i Nur tarikat değil, hakikattir" demiş ve 1935'teki Eskişehir Mahkemesindeki tarikat isnadını şu çıkışıyla suya düşürmüştür: "Şu dokuz-on senelik nefyimde, hadi biri çıksın desin 'Bana tarikat dersi verdi.' Belki yanıma gelen herkese demişim: İman lâzım, İslâmiyet lâzım; tarikat zamanı değil." (Tarihçe-i Hayat, Eskişehir Hayatı Bölümü.)
2) Söz konusu dizi yazıda, M. Kemal ile Said Nursî'nin münasebeti yanlış tanıtılıyor. Cumhuriyet ile M. Kemal ismi adeta özdeşleştirilerek Said Nursî sorgulanıyor.
Oysa, Said Nursî Cumhuriyete bakışıyla M. Kemal'e bakışı ve yaklaşımı aynı değildir.
Evet, Said Nursî dindar bir cumhuriyetçi olduğunu alenen söyleyip ilân ediyor. Ancak, M. Kemal'in birlikte çalışmak için ona yaptığı son derece cazip teklifleri reddettiğini ve dünya görüşlerinin de birbiriyle hiç ülfet ve münasebet peyda etmediğini söylemekten de çekinmiyor. Kısaca, "Ben M. Kemal ile çalışmayı kabul etmedim; fakat, dünyalarına da (fiilen) karışmadım" demekle yetiniyor. (Bkz: Age.)
3) Dizi yazıdaki 6. bölümün başlığı şöyleydi: "Nurculuk, devlete göre hilâfetçi, talebelere göre cumhuriyetçi."
Bu noktada da ciddî bir hata söz konusu. Üstad Bediüzzaman, hiçbir eserinde hilafet ile cumhuriyet karşıtlığı veya bu iki mefhumun birbiriyle zıtlaştığı şeklinde bir ifade kullanmıyor. Aksine, bilhassa Raşid Halifelerden her birinin hem halife, hem aynı zamanda reis-i cumhur olduğunu yine adı geçen mahkemede ifade ediyor.
Temenni ederiz, Said Nursî ile ilgili çalışmalarda bundan böyle daha dikkat ve hassasiyet gösterilmeye çalışılır.
İtidal
Papaza kızıp orucu,
Papaya kızıp diyaloğu bozmayın.
Günün Tarihi
Yıldırım zafer
25 Eylül 1396: Niğbolu Zaferi.
Osmanlıların Avrupa kıtasına yayılması ve bir yandan da Doğu Roma (Bizans) devletini çember altına alması, başta papalık olmak üzere bütün Hıristiyan dünyasını heyecana getirip telâşlandırdı.
Böylesi bir tedirginlik içinde harekete geçen Haçlı kuvvetleri, bütün imkânları seferber ederek Osmanlıya karşı harekete geçti.
İçinde Fransa, İngiltere, İskoçya, Almanya, Polonya, Bohemya, Avusturya, Macaristan, İtalya, İsviçre, Belçika ve diğer Avrupa ülkelerinden askerler ile Venedik ve Rodos şövalyelerinin de katıldığı 120 bin kişilik büyük bir haçlı ordusu teşkil edildi.
Niğbolu meydanına varıncaya kadar önüne gelen Türk ve Müslüman ahaliyi kılıçtan geçiren Katolik haçlı ordusu, bölgedeki Ortodoks Hıristiyanların mallarını da yağmalamaktan çekinmedi.
25 Eylül sabahı Niğbolu’da Yıldırım Bayezid komutasındaki 50-60 bin kişilik Osmanlı ordusuyla karşılaşan bu büyük ordu, Bayezid'in "yıldırım harekâtı" karşısında kısa sürede mağlûp ve perişan düştü.
İşte, bu tarihten sonradır ki, Sultan Bayezid'e "Yıldırım" ve Osmanlı hükümdarlarına da “Sultan-ı İklim-i Rûm” ünvanları verildi.
TEBRİK
Ramazan-ı Şerifinizi tebrik eder, bu mübarek ayın İslâm dünyası ve bütün insanlık camiası için hayırlara vesile kılmasını Rabbimden niyaz ederim. MLS
25.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|