Geçen hafta Ankara Adliyesindeydik.
Bir köşede, talimatla ifade veren bir kadın gözüme ilişti.
“Dağda adamlarımız var dediler” diye anlatıyordu başından geçenleri.
Olayın Ankara’da geçmediği belliydi. Çünkü başka bir şehirde görülen dâvâ için talimatla ifade veriyordu.
İfade vermek için sıramı beklediğim için, ifadenin devamını dinlemek zorunda kaldım.
Olayın bir alacak meselesi olduğu anlaşılıyordu. Borçlu üzerine gelince, “Dağda adamlarım var” diyerek alacaklı tarafı korkutmak istemişti. Dağda yani “PKK’da adamları var...”
“Ne yapar? Borcunu tahsil etmeye kalkışırsan, dağdakiler gelir seni öldürür ya da dağa kaldırırlar.”
Onlar da bunun borçlarını kurtarmak için dağa çıktı ya!
***
Ankara’nın Sincan’da Selahattin Akbilek Lisesinde okul müdürü ile bir öğretmen arasında bir çekişme yaşanıyor. Sonra bu olay sendikalarca rekabete dökülüyor.
Okul Müdürü Mehmet Emin Gökdere’nin Türk Eğitim-Sen’li, öğretmen Tarık Sezai Karatepe’nin ise Eğitim-Bir-Sen’li olduğu belirtiliyor.
Koskoca öğretmen arasındaki çekişme bakın nerelere kadar uzanıyor. Öğretmenin “mübarek gün ve gecelerde öğrencilere SMS atarak irtica propagandası yaptığı” haberi Hürriyet gazetesine servis ediliyor. Yetinilmiyor okulun açıldığı gün 30-40 kişilik öğrenci grubu, ülkücü bir gencin liderliğinde Sincan’da, “İrticaya hayır” yürüyüşü yapıyor.
Ailelerinin yüzde 90’ının dindar olduğu bu çocukların önemli bir bölümü de Cuma namazına gidiyor.
Dahası 28 Şubat’ın “balans ayarı”nın yapıldığı “mimli bir ilçe”de ve dindar aile çocukları olarak kendilerinin de potansiyel irticacı olarak görüldüğünün farkında değiller.
Niye biz küçük kavgalarımıza büyük dâvâları âlet ederiz.
Niye biz üç kuruşluk çıkarımız uğruna kimi zaman dağdakini, kimi zaman imanlı insanları cepheye sürmekten çekinmeyiz.
Fındık kadar çıkarımız uğruna bütün değerleri bir tutam ot gibi ateşe atar yakarız.
Çok mu kıymetlidir bu gözü kör olası koltuklar...
Bizler küçük çıkarlarımız uğruna dağları yerinden oynatmayı plânlarken, Batı’da yaşanan ciddî dönüşümün yeterince farkında mıyız acaba?
Önce karikatür krizi geldi.
Küstahça Peygamberimizi hedef alan bir saldırıydı bu. Fransa’daki Müslümanlar başta olmak üzere İslâm dünyası ayaklandı. Yakılan araçlar, kundaklanan binalar, öldürülen insanlar.
Biz ısrarla medeniyetler ittifakı, İslâmî hoşgörü diye Batılının kalbini kazanmayı hedeflerken, “İslâm denilince terörün anlaşılması”nı isteyenler karikatür krizinden azamî derecede yararlandılar.
“İslâmifobi” bu şekilde tezâhür etti.
Daha bunun izlerini silmeden bu kez Papa 16. Benedikt’in İslâmiyete ve Peygamberimize yönelik saldırıları ile yüz yüze geldik.
Tüm bunlar ne?
11 Eylül’ün Avrupa versiyonu ile karşı karşıyayız.
İslâm karşıtı “derin Avrupa” birkaç kademeli bir strateji hayata geçiriyor.
İlk aşamada Hıristiyan dünyası ile Müslümanlar arasında yakınlaşmayı yok edip, düşmanlık tohumları ekmek.
Sonra “Müslüman eşittir terörist” imajını oluşturup, iki kesim arasında kin ve nefret rüzgârları estirmek.
Özgürlükçü Avrupa dinler arası diyalog ve AB kriterlerinin şemsiyesi altında işbirliğini arzularken, tüm köprüleri havaya uçurmaya yeminli, İslâm düşmanı menhus ruhun dolaştığı “derin Avrupa” ise küresel düşmanlıklar oluşturmanın çabası içinde.
Biz bir müdür koltuğu için savaş verirken, onlar küresel bir hâkimiyetin peşinde koşuyorlar. İşte onlar ve ne acı ki işte biz.
Ailesi, oturduğu şehir, bulunduğu muhit irticacı damgası yiyen çocukların, irticaya karşı yürümesi gibi bir şey bu.
Her şey koltuk için...
Bu uğurda dağdaki de, bağdaki de göz kırpmadan kurban edilir...
20.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|