Hz. Muhammed (asm) akılları, kalpleri ve ruhları fethetti
Bediüzzaman Said Nursî:
Yüzer feylesof, o zâtın yaptığını yapabilir mi?
Yedinci Reşha
İşte, bak: Şu cezîre-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıb ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri feth ve teshîr ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukùl, mürebbî-i nüfûs, sultan-ı ervâh oldu.
Sekinzinci Reşha
Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak dâimî kaldırabilir. Halbuki, bak, bu zât büyük ve çok âdetleri, hem inatçı, mutaassıb büyük kavimlerden zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref’ edip, yerlerine öyle secâyâ-i âliyeyi—ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak—vaz’ ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek hârika icraatı yapıyor.
İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere Cezîretü’l-Arabı gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar. O zâtın, o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini, acaba yapabilirler mi?
Sözler, s. 216
***
Prof. Edward Monte:
İslâm, aklî bir dindir
Profesör Edward Monte, “Hıristiyanlığın İntişarı ve Hasmı Olan Müslümanlar” ünvanlı eserinin 17 ve 18’inci sahifelerinde diyor ki:
Rasyonalizm, yani akliye kelimesinin müfâdını ve tarihî ehemmiyetini tevsî edebilirsek, Müslümanlığın aklî bir din olduğunu söyleyebiliriz. Akıl ve mantık mısdâkiyle akâid-i dîniyeyi muhâkeme eden mektep, rasyonalizm kelimesinin İslâmiyete tamamıyla mutâbık olduğunu teslim etmekte tereddüt etmez. Resûl-i Ekrem şuur ve idrâk timsâli olduğu, dimâğının îman ışıkları ve kâmil bir yakîn ile pürnur olduğu muhakkaktır. Resûl-i Ekrem, muâsırlarını aynı heyecanla alevlemiş, bu sıfatlarla teçhiz etmiştir. Hazret-i Muhammed (a.s.m.), başarmak istediği ıslahatı, İlâhî bir vahiy olarak takdim etmiştir. Bu, İlâhî bir vahiydir. Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) dîni ise, akıl kàidelerinin ilhamlarına tamamıyla muvâfıktır. Ehl-i İslâma göre İslâmiyetin esaslarını sükûnetle ve derin bir teemmül ile tetkik ettiğimiz zaman, bunların, Allah’ın birliğine ve Muhammed’in (a.s.m.) risâletine, sonra haşir ve neşre ve îtikàda müntehî olduklarını görürüz. Bizzat dînin esasları müstenid telâkkî olunmakta ve bunlar Kur’ân’ın akîdelerinin hulâsası bulunmaktadır. Kur’ân’ın ifadesindeki sâdelik ve berraklık, Müslümanlığın intişar ve i’tilâsını bilâtevakkuf temâdi ettiren sâik kuvvet olmuştur. Resûl-i İslâm tarafından tebliğ olunan mukaddes tâlimâtın cihanşümûl terakkîsine rağmen Müslümanların ilham kaynağı ve en kuvvetli ilticâgâhı Kur’ân olmuştur. En takdiskâr ve kanaatbahş bir lisânla, başka bir kitâb-ı münzelin tefevvuk edemeyeceği bir ifade ile takrîr eden kitap, Kur’ân’dır. Bu kadar mükemmel ve esrârengîz, her insanın tetkikine bu kadar açık olan bir din, muhakkak insanları kendisine meclûb eden i’câzkâr kudreti hâizdir. Müslümanlığın bu kudreti hâiz olduğunda şüphe yoktur.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 271
***
Dr. Maurice:
Bizans’ı batıl itikatlardan İslâm kurtarabilmiştir
Meşhur muharrir, müsteşrik, edebiyat-ı Arabiye mütehassısı ve Kur’an-ı Kerim’in mütercimi Doktor Maurice (Moris) şöyle diyor:
Bizans Hıristiyanlarını içine düştükleri bâtıl îtikadlar girîvesinden ancak Arabistan’ın Hira Dağından yükselen ses kurtarabilmiştir. İlâhî kelimeyi en ulvî makama yükselten ses, bu ses idi. Fakat, Rumlar bu sesi dinleyememişlerdi. Bu ses, insanlara en temiz ve en doğru dîni tâlim ediyordu.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 263
***
Mister Carlyle:
Hz. Muhammed’in tebliği hak ve hakikattir
Kur’ân’ı bir kere dikkatle okursanız, onun husûsiyetlerini izhâra başladığını görürsünüz. Kur’ân’ın güzelliği, diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden kâbil-i temyizdir. Kur’ân’ın başlıca hususiyetlerinden biri, onun asliyetidir. Benim fikir ve kanaatime göre, Kur’ân, serâpâ samîmiyet ve hakkâniyetle doludur. Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) cihâna tebliğ ettiği dâvet hak ve hakîkattir.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 265
***
Marmaduke Pickthall:
Mükemmel bir ahlâk mecellesi
Kur’ân’ın telkin ve Hazret-i Muhammed’in tebliğ ettiği esâsâttan mükemmel bir ahlâk mecellesi vücud bulur. Esâsât-ı Kur’âniyenin muhtelif memleketlerde insanlığa ettiği iyiliği ve ettikten sonra da Allah’a takarrüb etmek isteyen insanları Cenâb-ı Hakka rabt ettiğini inkâr etmek mümkün değildir.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 266
***
Dr. Johnson:
Bütün dünyanın dinleyebileceği bir ses
Kur’ân şiir midir? Değildir. Fakat, onun şiir olup olmadığını tefrik etmek müşküldür. Kur’ân, şiirden daha yüksek birşeydir. Maamâfih, Kur’ân ne tarihtir, ne tercüme-i hâldir, ne de Îsâ’nın (a.s.) dağda îrâd ettiği mev’ıza gibi bir mecmuâ-i eş’ârdır. Hattâ, Kur’ân, ne Buda’nın telkinâtı gibi bir mâbâde’t-tabiiye yâhut mantık kitabı, ne de Eflâtun’un herkese îrad ettiği nasihatler gibidir. Bu, bir Peygamberin sesidir; öyle bir ses ki, onu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi, saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar. Bu sesin tebliğ ettiği din, evvelâ nâşirlerini bulmuş, sonra teceddütperver ve îmar edici bir kuvvet şeklinde tecellî etmiştir. Bu sâyededir ki, Yunanistan ile Asya’nın birleşen ışığı Avrupa’nın zulümatâbâd olan karanlıklarını yarmış ve bu hâdise, Hıristiyanlığın en karanlık devirlerini yaşadığı zaman vuku bulmuştur.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 267
***
Dr. City Youngest:
Vahşî kabîleleri medenî bir millet yapmış
Hz. Muhammed’in (a.s.m.) doğruluğu, faaliyeti, hakîkati taharrîde samîmiyeti, sarsılmayan azmi, îmânı, kendisini dinlemek istemeyenlere ezelî hakîkati dinletmek yolundaki sebâtı; bana kalırsa, onun o cesur ve azimkâr Peygamberin hâtem-i risâlet olduğunun en katî ve en emîn delilleridir. Kur’ân, akaid ve ahlâkın insanlara hidâyet ve hayatta muvaffakiyet temin eden esâsâtın mükemmel mecellesidir. Bütün bu esâsâtın üssü’l-esâsı, âlemin bütün mukadderâtını yed-i kudretinde tutan Zât-ı Kibriyâya îmandır...
Mâdem ki Kur’ân’ın birbirine düşman kabîleleri, yekdiğeriyle mücâdele eden unsurları derli toplu bir millet haline getirdiğini, onları eski fikirlerinden daha ileri bir seviyeye yükselttiğini görüyoruz; o halde belâgat-ı Kur’âniyenin mükemmeliyetine hükmetmeliyiz. Çünkü, Kur’ân’ın bu belâgatı vahşî kabîleleri medenî bir millet haline getirmiş; dünyanın eski tarihine yeni bir kuvvet ilâve etmiştir. Zaman ve mekân îtibârıyla birbirinden çok uzak oldukları gibi, fikrî inkişaf îtibarıyla da birbirinden çok farklı insanlara hârikulâde bir hassasiyet ilham eden ve muhâlefeti hayrete ve istihsâna kalbeden Kur’ân, en şâyân-ı hayret eser tanınmaya lâyıktır. Kur’ân, beşerin mukadderâtıyla meşgul âlimler için tetebbua şâyân en fâideli mevzû sayılır.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 267-68
***
Papaz Rodwell:
Kur’ân her sitâyişe şayandır
Kur’ân âyetlerini nüzûl tarihine göre tercüme eden ve tertip eden İngiltere’nin en mutaassıp papazlarından Rodwell, şu hakîkatleri îtiraf ediyor:
Kur’ân, Arabistan’ın basit bedevîlerini öyle bir istihâleye uğratmıştır ki, bunların âdetâ meşhur olduklarını zannedersiniz. Hıristiyanların telâkkisine göre Kur’ân’ın nâzil olmuş bir kitap olduğunu söyleyecek olsak bile, Kur’ân, putperestliği imhâ, Allah’ın vahdâniyet akîdesini tesis, cinlere, perilere, taşlara ibâdeti ilgà, çocukları diri diri gömmek gibi vahşî âdetleri izâle, bütün hurâfeleri istisâl, taaddüd-ü zevcâtı tahdit ile, bütün Araplar için İlâhî lütuf ve nîmet olmuştur. Kur’ân, bütün kâinatı yaratan, gizli ve âşikâr herşeyi bilen, kadîr-i mutlak sıfatıyla Zât-ı Kibriyâyı takdîs ve tebcîl ettiğinden, her sitâyişe şâyândır. Kur’ân’ın ifadesi vecîz ve mücmel olmakla beraber, en derin hakîkati, en kuvvetli ve mülhem hikmeti takrir eden elfaz ile söylemiştir. Kur’ân, devamlı memleketler değilse de, muzaffer cumhuriyetler vücuda getirmeye hâdim olacak esasları muhtevî olduğunu ispat etmiştir. Kur’ân’ın esaslarıyladır ki, fakr ve sefâletleri ancak cehâletleriyle kàbil-i kıyas olan, susuz ve çıplak bir yarımadanın sekenesi, yeni bir dînin harâretli ve samîmi sâlikleri olmuşlar, devletler kurmuşlar, şehirler inşâ etmişlerdir. Filhakîka, Müslümanların heybetidir ki, Fesdad, Bağdad, Kurtuba, Delhi bütün Hıristiyan Avrupa’yı titreten bir azamet ve haşmet ihrâz etmişlerdir.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 269
***
Fransız müsteşrik Gaston Care:
İslâmiyet yeryüzünden kalksa, barış da kalkar
Fransa’nın en mâruf müsteşriklerinden Gaston Care, 1913 senesinde Figaro Gazetesinde, yeryüzünden Müslümanlık kalkacak olursa, müsâlemetin muhâfazasına imkân olup olmadığı hakkında makaleler silsilesi yazmış ve o zaman bu makaleler Şark gazeteleri tarafından tercüme olunmuştu. Fransız müsteşriki diyor ki:
“Yüz milyonlarca insanın dîni olan Müslümanlık, bütün sâliklerine nazaran, dünyanın kıvâmı olan bir dindir. Bu aklî dînin menbâı ve düsturu olan Kur’ân, cihan medeniyetinin istinad ettiği temelleri muhtevîdir; o kadar ki, bu medeniyetin, İslâmiyet tarafından neşrolunan esasların imtizâcından vücud bulduğunu söyleyebiliriz. Filhakîka bu âlî din, Avrupa’ya, dünyanın îmarkârâne inkişâfı için lâzım olan en esaslı kaynakları temin etmiştir. İslâmiyetin bu fâikiyetini teslim ederek, ona medyûn olduğumuz şükrânı tanımıyorsak da, hakîkatin bu merkezde olduğunda şek ve şüphe yoktur.”
Fransız muharriri, daha sonra Kur’ân’ın umumî müsâlemeti muhâfaza husûsundaki hizmetini bahis mevzûu ederek diyor ki:
“İslâmiyet yeryüzünden kalkacak ve bu sûretle hiçbir Müslüman kalmayacak olursa, barışı devam ettirmeye imkân kalır mı? Hayır, buna imkân yoktur.”
İşârâtü’l-İ’câz, s. 269-70
|