Her toplumda zenginler ve fakirler bulunur. Eğer bu iki tabaka arasında uçurum varsa o toplumun huzuru kaçar. Zenginler fakirleri ezerlerken, fakirler de zenginlere karşı kin, düşmanlık ve kıskançlık duygularıyla dolup taşarlar. Bu uçurum bir köprü ile kapatılmazsa çarpışmalar, kavgalar, gürültüler ayyuka çıkar.
İşte İslâm birbirleriyle devamlı sürtüşme hâlinde olan bu iki tabaka arasında bir köprü kurar. Bu köprü zekâttır. Allah Resûlü (a.s.m.) “Zekât İslâmın köprüsüdür”1 buyururken bu gerçeğe dikkat çeker.
Zekât, belli bir zenginliğe ulaşan kimsenin Allah rızasını kazanmak maksadıyla malının belli bir kısmını fakirlere vermesidir.
Herşeyin kendine göre bir zekâtı vardır. Malın, zekânın, ilmin, gücün, bedenin, kısacası herşeyin. Hepsinin de zekâtı genellikle kendi cinsinden verilir.
Zeki olan, ilmi olan bunu insanların faydasına sunmak, öğretmekle yükümlüdür. Bedenin zekâtı da oruçtur.
Malı fazla olan bunun kırkta birini ihtiyaç sahiplerine verir. Fakirin zengindeki hakkıdır bu.
İslâm zekâtı emrederek zengini merhamete getirir, baskıcı, ezici havadan kurtarır, fakirlere destek elini uzattırır. Zenginden şefkat ve yardım gören fakire de hürmet ve muhabbet duyguları aşılar, fakir artık iyilik gördüğü zengine karşı duacı olur.
Bu köprüyü zekâttan başka bir şekilde kurmak mümkün değildir.
Zekât toplumun sigortası, huzur ve saadetin garantörü olduğu kadar, malın da sigortasıdır. Tıpkı Asr-ı Saadette meydana gelen şu olayda olduğu gibi. Birgün Peygamberimiz (a.s.m.), “Zekâtla mallarınızı koruyun”2 buyurmuşlardı. Oradan geçmekte olan ve bu sözleri işiten bir Hıristiyan, “Gerçi ben Müslüman değilim, ama malımı korumak istiyorum” demiş, zekâtını vermiş ve eşyalarını bir adama teslim edip başka bir şehre ticaret maksadıyla göndermişti. Bir süre sonra kendi eşyalarını taşıyan devenin de bulunduğu kervanın eşkıyalar tarafından soyulduğunu öğrendiğinde, “Nasıl olabilir?” diye sormak maksadıyla Peygamberimizin yanına gitmek üzere yola çıktı. Tam kapıdan girecekken malını teslim ettiği adam çıkageldi; kervanın eşkıyalar tarafından soyulduğunu, fakat onun malını götüren devenin rahatsızlığı sebebiyle bir konak geride kaldıklarını ve mallarının kurtulduğunu belirtti ve elde ettiği kârı teslim edince, adam sevinçle bu defa Peygamberimizin huzuruna Müslüman olmak için gitti.
Demek zekât hem toplumun huzurunun, hem de malın sigortasıdır. Sevap ayı Ramazan ise bunun için en münbit uygun zamandır.
Dipnotlar:
1- Keşfü’l-Hafa, 1:439.
2- A.g.e., 1:361.
28.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|