|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
"Doğru yolda olan ve sizden bir ücret de istemeyen kimselere uyun."
Yâsin Sûresi: 21
|
28.09.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Kur'ân okuyan kimse bunun karşılığında Allah'tan birşey istesin. Şüphesiz ilerde Kur'ân okuyup karşılığında insanlardan birşeyler isteyen bir topluluk gelecektir.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3735
|
28.09.2006
|
|
‘Bize istikamet üzere hidayet ver!’
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de “Emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun!”1 emreder. Peygamberimiz (asm) bu emrin şiddetinden dolayı “Hud Sûresi beni ihtiyarlattı” buyurdular.2 Allah’ın koruması altında bulunan Peygamberimizi ihtiyarlatan ve saçlarının ağarmasına sebep olan kendi istikametinden endişe etmek değil, ümmetinin istikamet üzere gitmesi endişesi idi. Çünkü âyetin devamında “İman ve tövbe ile Allah yoluna girenlerin dosdoğru olmaları ve aşırılıklardan kaçınmaları”3 açıkça ifade edilmekte idi. Her aşırılığın zulüm ve haksızlıkla sonuçlanacağı gerçeğini de nazara veren yüce Allah devam eden âyette ise “Zalimlere en küçük bir meyil dahi göstermeyin; aksi takdirde Cehennemin dehşetli azabına uğrarsınız”4 buyurarak aşırılığın zulümle, zulmün ise Cehennem azabı ile sonuçlanacağı uyarı ve tehdidinde bulunur.
Aşırılık Kur’ân-ı Kerim’de “fısk” olarak ifadesini bulur.5 Bu da istikametli olan orta yolu, normali bırakarak “ifrat ve tefrite” yönelmenin sonucudur. Bediüzzaman Hazretleri dalâletin sebebini izah ederken bu sebeplerin haktan ayrılmak, haddini aşmak, kuvve-i akliye, kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye dediğimiz insanın temel kuvvelerinin ifrat ve tefritinden kaynaklandığını izah eder. Çükü ifrat ve tefrit, Allah’ın kâinata ve insan nefsine koyduğu sınırları aşmaktır. Toplumu idare eden, nizam ve intizam altına alan kuralları çiğnemek yine insandaki öfke ve şehvet duygularının haddi aşması ve masumların zulme uğraması iledir. Aklın istikametini kaybederek inançta ve fikirde aşırılık ve safsataya girmesi ile de hem yeryüzünde fesat başlar, hem de ebedî hayatın mahvolmasına sebep olur.6
Bütün bunlardan anlıyoruz ki Fatiha Sûresi’nde Allah’tan isteyeceğimiz hidayet “Sırat-ı Müstakîm” ile ifadesini bulan aşırılıklardan uzak doğru yoldur. “Hikmet” olarak da Kur’ân’da ifadesini bulan ve Allah’ın yaratılış amacını ve bunun hayırlı sonuçlarını ifade eden istikamet tüm hayırların başıdır. Bunun için Kur’ân “Kime hikmet verilmiş ise ona pek çok hayır verilmiştir”7 der.
Hikmet aklın istikameti ve hidayetidir. Akıl istikametini koruyarak nefsine ve kâinata hikmet nazarı ile bakarsa her şeyde tevhid hakikatını görür ve imanı daima inkişaf eder. İfratında inkâra, tefritinde ise teşbihe yönelerek aklın ifsadına sebep olur. Hak din olan İslâmiyet’te de hikmetten uzaklaşarak inançta ifrata, aşırılığa yönelirse Cebriye mezhebinin düştüğü dalalete ve hataya düşerek insanı iradeden mahrum bırakır, iradenin inkârına sebep olur. Tefrite yönelir ise o zaman da Mutezile mezhebinin düştüğü dalalete ve hataya düşerek tesiri bütün bütün insana verir ve Allah’ın İrade sıfatını inkâra yönelir. İstikameti muhafaza eden Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebi ise doğru yolu tutarak insan fiilinin başlangıcını insanın cüzî iradesine ve isteğine, sonucunu ise Allah’ın küllî irade ve kudretine vererek doğruyu bulur.8
Aynen akılda olduğu gibi, “iffet” kuvve-i şeheviyenin istikameti, “şecaat” da kuvve-i akliyenin istikametidir. Hikmet, iffet ve şecaatin bir arada beraber bulunması ise adl ve adalet olup, istikametin ve hidayetin sonucudur. “Sırat-ı Müstakim”den maksut ve murat bu üç mertebedir.9 Bunun için yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de istikamet üzere olan ve aşırılıklardan kendini koruyabilenler hakkında da şu müjdeli ifadelere yer verir: “‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikten sonra doğru yolda, istikamet üzere sebat edenlere melekler yardımcı olurlar ve onlara ‘Korkmayın, üzülmeyin, size va’d olunan Cennet ile sevinin. Dünyada da ahirette de biz sizin dostunuz ve yardımcınızız. O Cennette canınızın çektiği her şey vardır ve bu çok bağışlayıcı ve merhametli olan Allah’ın size ziyafeti, ihsanı ve ikramıdır’ derler.”10
Mü’minlerin inancına ve hayatına istikamet veren ve hidayet üzere olmalarını sağlayan, “Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş”11 bulunan Peygamberin (asm) sünnetidir. Peygamberin (asm) sünneti ölçü olmadığı takdirde Kur’ân doğru olarak anlaşılamadığı için doğrudan hidayet ve istikamet vesilesi olmamaktadır. Nitekim Müslümanlar arasında çıkan ve yeryüzünde fesada ve ifsada sebep olan inançta, ibadet ve ahlâkta sapmalar güya Kur’ân kaynaklıdır, ama Sünnet kaynaklı değildir. Yani Kur’ân âyetlerinin sünnet ölçüsü ile yorumlanmamasından kaynaklanmaktadır. Bu da Kur’ân’ın bir imtihan olarak gönderilmesi hikmetinden kaynaklanmaktadır. Peygamber rahmettir, ama Kur’ân bir imtihandır. Peygambere uyan kesinlikle dalâlete gitmez, çünkü o Allah’ın koruması altında yaşayan Kur’ân’dır, ama Kur’ân imtihan için gönderildiğinden okuduğu halde yanlış yorumlayanları ve peygamberin sünnetine göre anlamayanları dalâlete atar. Mekke müşriklerinin dalâletinin en mühim sebebi Kur’ân âyetlerine itirazları değil, Peygamberin şahsına olan itirazları idi. Onlar Kur’ân’a değil, çünkü onu istedikleri gibi yorumluyorlardı, itirazları peygambere itaatten kaynaklanıyordu. Nitekim Yüce Allah “Allah sivrisinekle veya ondan daha küçüğü ile misâl vermekten çekinmez. İman edenler onun Rablerinden gelen bir hakikat olduğunu bilirler. Müşrikler ise ‘Allah bununla ne demek istedi?’ derler. Allah bu misâlle pek çoklarını dalalete atar, birçoğunu da doğru yola iletir. Allah’ın dalalete attıkları ise ancak fasıklardır”12 buyurarak Kur’ân’ın inkârcılar için bir imtihan olduğunu ifade etmiştir. İnananlar için bir imtihan olduğunu da “Kur’ân âyetlerinin bir kısmı muhkem, bir kısmı ise müteşabihtir. Kalplerinde hastalık bulunanlar müteşabih olan âyetleri yanlış tevil ederek fitne ateşi yakarlar. Gerçekten inanan ve ilimde rüsuh kazanmış olanlar ise ‘Biz bu âyetlerin Allah katından geldiğine şüphesiz inandık’ diyerek işin gerçeğini ortaya çıkarırlar. Bunları ancak akıl sahipleri doğru olarak anlar”13 âyeti ile ifade etmiştir.
Peygamberimiz (asm) bu hakikatleri ümmetine haber vermiş ve ümmetin istikameti için sünnetinden ayrılmamaları tavsiyesinde bulunmuştur.14 Hatta “Ümmetin fesadı zamanında sünnete sarılanın yüz şehit sevabı kazanacağı” müjdesini vermiştir.15 Çünkü Peygamberimizin (asm) bütün akval, ahvâl ve ef’âlinde istikamet kat’i bir sûrette görülmektedir.16 Yüce Allah da inananlara peygambere uymaları çağrısını pek çok âyetinde yinelemiştir.17 Hatta “Peygambere itaatin Allah’a itaat olduğunu”18 açıkça beyan etmiştir. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Her işin bir gayret dönemi vardır. Her gayret döneminden sonra bir gevşeme dönemi başlar. Kim gevşeme döneminde benim sünnetime uyar, sünnetimi ölçü alırsa o hidayete ermiştir. Kim de sünnetimi ölçü almadan hevasına göre hareket ederse o da helâk olmuştur”19 buyurmuşlardır.
Bir toplum hidayete erdikten sonra tekrar dalâlete düşebilir mi? Elbette düşebilir. Çünkü her insan son nefesine kadar imtihana tabidir. İhlâslı olanın her an ihlâsı kaybetme, hidayette olanın da dalâlete düşme, inkârcının iman etme, fasıkın ise tövbe etme imkânı vardır. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Bir topluluk hakkı bâtıl, bâtılı hak gösteren bir çekişmeye girerse dalâlete düşer”20 buyurur. Yine bunun tersi, “Musibete sabreden, nimete şükreden, zulme uğradığında bağışlamasını bilen, haksızlık yaptığında af dileyen kimselerin de emniyete kavuşturularak hidayete erdirileceğini”21 Peygamberimiz (asm) haber vermiştir. Böylece dalaletin de, hidayetin de ancak hak etmekle kazanılacağı anlaşılmaktadır.
Süfyan bin Abdullah (ra) bir gün Peygamberimize (asm) gelerek “Bana öyle bir şey söyle ki, onu yaptığım zaman hiçbir şeye ihtiyaç duymayayım, bana her halimde yeterli olsun” dedi. Peygamberimiz (asm) ona cevaben: “Allah’a inandım de, sonra istikamet üzere ol” buyurdular.22 Bunun için Bediüzzaman Hazretleri devamlı olarak “Allah’ım bize hakkı hak olarak göster ona uymayı nasip et, bâtılı da bâtıl olarak göster ondan bizi koru”23 şeklinde duâ ederdi, bize de böyle duâ etmemizi tavsiye etmektedir.
Dipnotlar:
1- Hud, 11:112. 2- İbn-i Kesir, Tefsir, 2:451 Tirmizi, Tefsir-i Sure, 56:6. 3- Hud, 11:112. 4- Hud, 11:113. 5- Bakara, 2:26–27 . 6- İşaratü’l-İ’câz, 215–216 Bediüzzaman Bakara Sûresi 27. ayeti izah ederken bütün bu hususları nazara verir. 7- Bakara, 2:269. 8- İşaratü’l-İ’câz, 29–30. 9- İşaratü’l-İ’câz, 30. 10- Fussilet, 41:30–32
11- Enbiya, 21:107. 12- Bakara, 2:26. 13- Âl-i İmran, 3:7. 14- Peygamberimiz (sav) “Size iki şey bırakıyorum. Onlara uyarsanız kurtulursunuz. Biri Allah’ın kitabı, diğeri Âl-i Beytim” buyurmuştur. (Müslim, 4:1874; Müsned-i Ahmet, 3: 14, 17, 26, 59; Tirmizi, 5:663) Bediüzzaman “Âl-i Beytten vazife-i risâletçe muradı Sünnet-i Seniyesidir” diye hadis-i şerifi izah eder. (Lem’alar, (2005) s.44). 15- Müsned-i Firdevs, 4:198; Feyzü’l-Kadir, 9:171. 16- Lem’alar, (Yeni Asya Neşriyat–2005-İstanbul) s. 192
17- Âl-i İmran, 3:31; Ahzab, 33: 21; Nisa, 4:69; Fetih, 48:17; Maide, 5:92 . 18- Nisa, 4:80. 19- Celalettin-i Suyuti, Camiüs’-Sağir, (Yeni Asya Neşriyat, 1996-İst) 2:36. 20- Tirmizi, Tefsir-i Sure, 43; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7 . 21- Camiu’s-Sağir, 3:309. 22- İmam Nevevi, Riyazü’s-Sâlihîn, Bab-ı İstikame, (Kahire) s. 52
23- İşârâtü’l-İ’câz, 28.
|
M. Ali KAYA
28.09.2006
|
|
Kudsî, ebedî, kârlı ticaret
YEDİNCİ NÜKTE
Ramazan'ın sıyâmı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeye gelen nev-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Ramazan-ı Şerif’te sevab-ı a'mâl, bire bindir. Kur'ân-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, herbir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir. Ramazan-ı Şerifte herbir harfin on değil, bin; ve Âyetü'l-Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler; ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadir’de otuz bin hasene sayılır. Evet, herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur'ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü'minlere kazandırır. İşte, gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki, bu hurufâtın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasârette olduğunu anla.
İşte, Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılat için gayet münbit bir zemindir. Ve neşvünemâ-i a'mâl için, bahardaki mâ-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resm-i geçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hâcâtına ve mâlâyâni ve hevâperestâne müştehiyâta girmemek için, oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hâcâtını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nevî aynadarlık etmektir.
Evet, Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semerâtını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur'ân ile, bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i kàtıadır.
Evet, nasıl ki bir padişah, müddet-i saltanatında, belki her senede, ya cülûs-u hümayun namıyla veyahut başka bir şâşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil, belki hususî ihsânâtına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini has teveccühüne mazhar eder. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelâli, o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden fermân-ı âlişânı olan Kur'ân-ı Hakîmi, Ramazan-ı Şerif’te inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlâhî ve bir meşher-i Rabbânî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.
Mektubat, s. 390
sıyâm: Oruç.
sevab-ı a'mâl: Amellerin sevabı.
nass-ı hadis: Hadisin açık ve kesin hükmü.
şecere-i tûbâ: Cennetteki Tuba ağacı.
hurufât: Harfler.
neşvünemâ-i a'mâl: Amellerin yeşermesi ve büyümesi.
mâ-i Nisan: Nisan yağmuru.
saltanat-ı rububiyet-i İlâhiye: Allah'ın kâinatı terbiye ve idare eden saltanatı.
ubudiyet-i beşeriye: İnsanların ibadet ve kullukları.
hevâperestâne: Sadece yasaklanmış, haram lezzet ve heveslerin peşinde koşarcasına.
müştehiyât: Nefsin hoşuna giden ve iştahla yenen şeyler.
tecessüden: Beden haline gelerek, cesetleşerek.
cülûs-u hümayun: Padişahın tahta çıkışı.
mukteza-yı hikmet: Hikmetin gereği.
|
Bediüzzaman Said NURSİ
28.09.2006
|
|
Takvim
Şu mübarek Ramazan,
Oldu vücudumuza derman.
Beş gündür nöbetler,
Bir sahurda, bir de akşam.
|
Ferhat ÖĞMEN
28.09.2006
|
|
Oruç ‘biz’ duygusunu geliştirir
Oruç tutan insan bilir ki:
Oruç onun âleminde önemli bir benlik mücadelesidir. Benliklerimiz aslında varlığı çözebilmek ve maddî yapının gerisindeki hazine olan Âlemlerin Rabbi’nin güzel isimlerini açabilmek için bir anahtar hükmündedir. Hatta bizde ve benliğimizde hangi özellik varsa, o Kâinat Sultanı’nın bir özelliğini anlamaya yöneliktir diyebiliriz. Bu yönüyle hayatımız bir anahtar külçesi gibidir. Ancak çoğunlukla benlik bu aslî hizmetinden uzaklaşır ve hep kendine yönelik olarak işler. Açmaktan çok büyümek ve şişmek, başkalarını yutmak gibi bir fonksiyon üstlenir. Bir anahtarın büyümesi, kapıyı açmaktan uzaklaşması ve en hayatî fonksiyonunu yerine getirememesi anlamına gelmektedir.
Başarı ve dünyevî gelişmeler üzerine oturtulan bir benlik ve kimlik anlayışı da bu anlamda kimliğin ve benliğin çok uzağında yer almakta ve insanlara atfedilen değerler ve fertlerin kendilerini değerli ya da değersiz algılamaları tamamen maddî kazanımlar alanında sınırlı kalmaktadır. Böyle bir tanım çerçevesinde şekillenmiş benlik ve kişilik için maddî kayıplar önemine ve miktarına bağlı olarak yıkım anlamına gelebilmektedir. Bu türden engelleri aşabilmenin yolu varlığı ve benliği gerçek tanımları ile algılamak ve benliğin sınırlarını şeffaflaştırıp kaldırarak ‘biz’ler oluşturmaktır. Aynen omuz omuza ve hiç birinin sınırları belirgin olmayacak şekilde bütünleşmiş beden hücreleri gibi. Bu sosyal hayatta aileden başlayıp kâinatın bütününe kadar uzanan bir biz algısına vesile olmalıdır. Ben yok, biz var anlamında “Ene yok, nahnü var!” ibaresi aslında bütün kâinatı kuşatacak bir barış anlayışını doğuracak temel prensiptir.
“Biz” özünde barışın kavramıdır ve barış kavramıdır. Yalnızca kendi hanesini değil mahalleyi ya da apartmanını “biz” olarak algılayan komşular arasında kavga ya da sürtüşme ihtimali çok düşük olacaktır. Oysa kendi hanesinde bile “biz” anlayışı gelişmemiş hatta benliği ile çatışma halinde kendisiyle bile barışık olmayanların oluşturduğu toplumlar, fertleri çatışma kaynağı olan toplumlar olacaktır. Zaman eğer çatışmaların, menfaat kavgalarının ve savaşların zamanı ise bunun zemininde sınırları daraltılmış ve siyasî menfaatler doğrultusunda manüple edilmiş “biz” tanımlarının büyük önemi olmalıdır.
Kâinatı anlamlandıran ve muhabbet hâsıl eden Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile her şey alâkadar ve her işleyiş her insan onunla irtibatlıdır. Bu anlamda bütün insanlık ona ümmet olmalı, hangi dinde olursa olsun o dini Muhammedî bütünlük içinde anlamlandırmalıdır. Bunun zemini de Muhammed’in (a.s.m.) hâsıl ettiği muhabbet olmalıdır. Günümüzde Muhammedî ahlâkın yayılması ve sünnet-i seniyyenin yayılması ile vazifeli olanların her tavrı, fiili ve sözü muhabbet içerikli olmalı ve muhabbeti ifade etmelidir. Haklı ve hakkı ifade eden eleştiriler içinde de muhabbetimiz hep belli olmalıdır. Hazret-i İbrahim’in (a.s.) içine atıldığı ateşi söndürmeye çalışan kuşun gagasıyla taşıdığı suyun inceliğinde...
Bütün ümmet ve bir adım ötesinde tüm varlıklar ile aynı anda yemeğe başlıyor olmak ruhu, aile bilincinin yemeklerde güçlenmesine benzer şekilde yeryüzünde tüm inananlar ve tüm varlıklar ile çok güçlü bir birliktelik ve sarsılmaz bir “biz” duygusu oluşturur.
|
Hakan YALMAN
28.09.2006
|
|
Orucu fark etmek
Din hayatın her alanını düzenleyen İlâhî bir sistemdir. Bu sistem öyle dengeli kurulmuştur ki, insanoğlunun körelmiş bakış açılarını, oruçla kendine getirir. Körelmişliği hareketlendirip, dinginliğe ulaştırır.
“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” Şems Sûresinde Rabbimiz bize böyle emrediyor. Bu O’nun terbiye ediciliğinin bir göstergesidir. Ramazan yoksulluk, yoksunluk ve benlik arasındaki köprüyü kurmamıza yarayan İlâhî bir armağandır. Bu armağan verildiği zaman sadece aç kalmak öğretilmemiştir. Açlık, yoksunluğu anlamamıza yarayan en güçlü savunma mekanizmalarından biridir.
İnsan olarak doğduğumuz günden itibaren elimizdekinin değerini ya da başka bir varlığın değerini, kaybettiğimiz anda fark ederiz. Yeme-içme isteğimiz kısa bir süreliğine de olsa İlâhî bir emirle terk edilir. Terk ettiğimiz aynı zamanda hedonist (hazcı) tarafımızdır. Hedonist yönümüzü törpülemek için bizim mahzun olma duygusunu yaşamamız gerekir. Bu farkındalığı kazandığımız anda empati kurma becerimiz artar ve mahzun yürekleri algılarız.
Ramazan ayı bütün insanları bir çizgiye toplar. O tek çizgi insanoğluna, kendisini bulması ve anlaması için bir ayna tutar. Kişiler arası ilişkilerin en toparlayıcı mekanizması Ramazan ayında kurulur. Zengin fakirle yüzleşir, fakir yardımseverlik duygusunu, aileler birlikte bir sofrayı paylaşmanın önemini fark eder.
Ramazan ayı, yaratılanın Yaradan’dan bütün yapıp ettikleri için özür dilediği bir istiğfar ayıdır.
|
Psikolog Belkıs ERTÜRK
28.09.2006
|
|
Fotoğrafların dili
Dünya fanidir; binler sene yaşamak olsa, bakî olan hayat-ı uhreviyenin yanında, hiç ender hiç mesabesindedir.
Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası, s. 118
|
İbrahim KILIÇ
28.09.2006
|
|
ORUÇLUYUZ
Ramazan geldi.
Ayların sultanı, zamanların nurlu ayı, Kur’ân ve ibadet zamanı geldi.
Oruç tutma vakti geldi.
Kötülüklere son verme, kinleri bitirme, yalan ve gıybeti unutma zamanı geldi.
Kıskançlıkları eritme, günahlara tövbe etme zamanı geldi.
Oruç tutma vaktindeyiz.
Sadece mideleri aç bırakma zamanı değil bu ay.
Sadece susuz kalma zamanı hiç değil.
Her zerremizin ve her latifemizin nurla doyma zamanı bu ay.
Kirlenen her hücremizin ve kararan yüreklerimizin temizlenme zamanı bu ay.
Kur’ân’la, ibadetle, yardımla, hasenatla, iyilikle ve güzellikle yıkanma ayındayız.
Dilimize, nefsimize, bedenimize, duygularımıza, elimize, midemize ‘dur’ diyebilme imtihanının tam başındayız.
Otuz günlük bu zaman diliminde bundan sonraki ömrümüzün tablosunu bu ay içinde çizeceğiz.
Bakalım irademizi kullanma noktasında ne kadar başarılıyız diye kendimizi tartacağız.
Zorluklar ya da sıkıntılar, açlıklar ve susuzluklar, yorgunluklar veya halsizlikler bizi ne kadar etkileyecek, diye bakacağız.
Sahur sofralarında uykuya rağmen kul olma sınavını verecek, gözümüzün önünde iştah çekici görüntüsüne rağmen leziz nimetlere tenezzül etmeyecek, Rabbimizin ‘ye’ emrine kadar sabır diye gülümseyecek miyiz?
Oruçluyuz elhamdülillah!
Günaha oruçluyuz… Kötülüğe, düşmanlığa, zarara sırtımızı dönmüş, Rabbimizin beğendiği kul olma yarışındayız artık.
Sevmek ve sevilmek için, Cennet ve rıza için, sünnet ve farz için bu ayın bize bir ikram olduğunu biliyoruz.
Çünkü oruç ayındayız. Çünkü temizlenmek ayındayız.
|
Hülya YAKUT
28.09.2006
|
|
Ey şehr-i Ramazan!
Gelişini gülüşlerle karşıladı gönül… Hasretini dindirmeye çalışıyor duygular, vuslat bayramları yaşıyor lâtifeler… Dimağlar diriliyor… Bedende tadilat var. Sahur bir heyecan, iftar başka heyecan, teravihler ayrı bir heyecan… Hayatın gecesine ve gündüzüne can geldi. Hayat seninle proglamlanır oldu…
Çarşılar, pazarlar, sokaklar, senin şehrayininle süslendi… Mahyalar gecede gerdanlık gibi sarktı şehrin üstüne… Hayat hareketlendi, bereket yağdı hikmet bulutlarından…
Camiler şenlendi, Cumalar avlulardan caddelere aktı… Kur’ân kulaklardan kalplere, kalpten vücuda nüfuz etti. Aylara aydınlık geldi Kur’ân ayı ile… Günler yıl bereketi yakaladı, sevaplar katlandıkça katlandı…
Seni anlamak için on bir ay beklemek mi gerekiyor… Bin ömür geçse de anlayabilir miyiz ki seni? Bin ay azdır senin yanında… Zamanın çekirdeği, mekânın bereketisin sen… Senden gafletle geçen ömür azdır, bin yıl geçse de hiçtir…
Kâinatın kalbi hamd diye atıyor… Sense hamdin kalbisin… Cennetler seyredilir pencerenden, nurânî iklimin kaplar iftar saatlerini… Saniyelerin saat olduğu demler, ubudiyetin demlendiği “an”lardır…
Seni yaşadıkça anlayacağız veya anladıkça yaşayacağız… Hayatımıza nefes, nefesimize hayat ol. Bizi oldur, kemâlât basamaklarından hızla yükselt… Kalp kirlerden temizlensin, nuraniyat çehremizi çevrelesin… Çevremizi munis yüzler kaplasın, şehir kardeşlikle kenetlensin… Sevgi sarsın sokaklara… Emin olsun insanlar, selâm diye sarılsınlar birbirlerine…
Seni anlatmaya ne kelâm yeter, ne kalem… Hayatı kim anlamış ve ne anlatmış ki? Sense hayatın özüsün. Biz, özünü arayan hasret yolcuları… Rahman’la buluşuncaya dek bırakma bizi… Vuslat bayramları bekliyor bağrımız… Ey şehr-i Ramazan!
|
Hüseyin EREN
28.09.2006
|
|
Sağlıklı gelişim kalpte başlar!
Hayatın en önemli noktasıdır âidiyet duygusu. İnsan, mensubu bulunduğu kaynaktan aldığı güç ve kuvvetle zayıflığını ve güçsüzlüğünü ortadan kaldırmaya; ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. İşte insan da böyle bir şey zaten!
Bir sinek bir kartalı vurdu yere savurdu…
…Yalan değil, ben de gördüm tozunu. İşte âidiyet duygusuna ve mensubiyete en güzel bir örnektir bu. Kâinatı bir ağaca benzetelim dilerseniz. Kök ve gövdesini varlıklara, dal ve yapraklarını hayvanlara, çiçek ve meyvelerini de insanlara benzetelim. Meyve ağacın en sonundadır. O, kendi ağacının çalışmasının sonucu olarak ortaya çıkar ve o ağacın her zerresiyle ilgilidir. Yalnızca o ağaçla mı? Güneş, ay, gökyüzündeki tüm sistemler; toprakta ağacın yetişmesine destek veren tüm canlılarla da ilişkilidir bir meyve. İşte insan denilen meyvenin çekirdeği onun kalbidir. Gelişmesi en önemli ve en öncelikli merkezimiz olan kalbimiz… O ne bir çam kozalağı gibi somut bir et paçası ve ne de yalnızca kan pompalayan bir organ vücudumuzda. Kalp, kâinatın bir küçük haritası, âhiret âlemlerinin manevî bir yol göstericisi, bir fihristesi. Kâinatta her şeyle yakından ilgilidir kalp. Her şeyle iletişimi vardır kalbin. Demek insan ve özellikle kalbi kâinata muhtaçtır. Öyle ki hem emelleri var kalbin, hem elemleri. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister bir özellikle donanımlı. En küçük bir canlının acısına tahammül edemeyecek eleme meftun. Yaşadığı her şeyden, her olaydan, her canlı ve cansızdan etkilenir. Şiirler yazar sevdiklerine ve üzüldüklerine. Yazılar döşenir; tıpkı bir fonoğraf gibi nutka gelir.
Kalbiniz de bakım ister!
Böylesine yorulan bir kalp iyi bir bakım istemez mi sizce de? Kalbinize iyi bakım yapın ki, o da size baksın. Ona hizmet edin ki, o da size hizmet etsin. Onun için güzel görün ki, o da sizin için güzel rüyalar görsün. Temiz hayaller beslesin hakkınızda. Onun hayal gibi hizmetçilerine iyi bakın. Ümitle yaşatın ki, sonuçlar birer çiçek olarak dönsün gül bahçenize. Gıdası, onun komşusu olan mide gibi değildir. Onun gıdası da manevidir. Onlar da sevgi, şefkat, muhabbet, hürmet, acımak, merhamet, vb. gibi gıdalardır.
Kalbin tüm beklentisi aslında söz konusu bakım malzemeleri yanında, onun ait olduğu, mensubu bulunduğu ve şefkat ve merhametin, sevgi ve hürmetin kaynağı olan Rahîm ismidir. Kalbini O Rahîm’e daya ki, dünya gamından geçip, dünyanın her türlü belâ ve ezalarından kurtulmak O’nun dergâhına iltica etmekle mümkündür.
Teklif: Kalbinizin ait olduğu Rahîm ile bağlantısını sağlayın ki, o da sizi O’nunla bağlasın.
|
B. Sait ÇİFTÇİ
28.09.2006
|
|
YAKARIŞ
Allah’ım! Sen benim Rabbimsin! Senden başka hiçbir ilâh yoktur! Beni Sen yarattın! Ben Senin kulunum! Beni, ezelde Seninle yaptığım misak, Sana verdiğim söz ve vaad üzerinde sabit kıl! Emirlerini yapmak ve yasaklarından sakınmak için bana güç ver, kudret ver! Yaptığım fenalıkların zararından ve günahlarımın şerrinden Sana sığınıyorum! Üzerimdeki sayısız nimetlerine karşılık, yüzsüzce sayısız günahlarımın bulunduğunu itiraf ediyorum! Beni bağışla! Bana mağfiret buyur! Beni günahlarımın hacaletinden ve utancından kurtar! Tövbemi tevbe-i nasuh derecesine yükselt! Sen günahları bağışlayansın! Âmin.
|
Süleyman KÖSMENE
28.09.2006
|
|
İFTAR SOFRASI
İncir tatlısı
Süre: 45 dk.
6 kişilik
Malzemeler:
30 adet kuru incir
250 gr ceviz içi
5 su bardağı tozşeker
4 su bardağı su
100 gr ince çekilmiş yeşil fıstık içi
Hazırlanışı:
İncirleri akşamdan yıkayıp, ıslatın. Ertesi gün süzüp sap kısımlarından oval olarak kesin ve içini çıkartın. İri çekilmiş ceviz içiyle incir içlerini doldurup tepsiye dizin. Su ve tozşekeri kaynatıp, şurubu hazırlayın. İncirlerin üzerine gezdirerek dökün.
Cevizler pembeleşinceye kadar yaklaşık 30 dakika orta ısılı fırında pişirin. İncir tatlısının üzerine ezilmiş yeşil fıstık serpin. Soğuduktan sonra servis yapın. Afiyet olsun.
|
28.09.2006
|
|
NURUN DİLİNDE RİSÂLE-İ NUR
Sözler
* “Sözler hakkında, tevazu sûretinde demiyorum, belki bir hakikatı beyan etmek için derim ki: Sözlerdeki hakaik ve kemâlât benim değil Kur’ân’ındır ve Kur’ân’dan tereşşuh etmiştir. Hatta Onuncu Söz, yüzer âyât-ı Kur’âniyeden süzülmüş bazı katarâttır; sair risâleler dahi umumen öyledir.” (Tarihçe-i Hayat, s. 175)
* “Sözler, ‘Kime hikmet verilmişse, işte ona pek çok hayır verilmiştir’ (Bakara: s. 269) sırrına mahzardırlar.” (Tarihçe-i Hayat, s. 153)
Birinci Söz
* “Risâle-i Nur’un Bismillâh’ı hükmünde ve fâtihası ve besmelesi ve Bismillâh’daki büyük sırrın hakikatini beyan eder.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 113).
* “Meselâ, birtek âyet olup yüz on dört defa tekrar edilen Bismillâhirrahmânirrahîm cümlesi, Risâle-i Nur’un On Dördüncü Lem’asında beyan edildiği gibi, Arşı ferşe bağlayan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes ona muhtaç olan öyle bir hakikattir ki, milyonlar defa tekrar edilse yine ihtiyaç vardır. Değil yalnız ekmek gibi hergün, belki hava ve ziya gibi her dakika ona ihtiyaç ve iştiyak vardır.” (Sözler, s. 418)
|
Hazırlayan: Fatma ÖZER
28.09.2006
|
|
Dörtlük
Ezelî olan Rabbin, ebedî bir hitabı.
Kırk vecihle mucize, nur ve kurtuluş bâbı.
Yaş ve kuru ne varsa, hikmet ile yer alır.
Beşer için kılavuz ve saadet kitabı
|
Abdülkadir MENEK
28.09.2006
|
|
Takvim
Kavuştuk bu güzel aya
Eller açılır duâya
Duâlar gider Mevlâ’ya
Beş gün huzurlu bir hava
|
Celal YALÇIN
28.09.2006
|
|
|
|