Başlığa bakarak, Müslümanlara kurulan tüm tuzakları sıralayacağımız sanılmasın. Yalnızca temel bakış açısıyla, meselenin özünü dikkate sunacağız. Buradan hareketle, günümüzdeki baskıların zihniyet yapılanmasını da kavrayıp ona göre tedbirler üretebiliriz.
İslâm, milâdî 610 yıllarında insanlık âleminin ufuklarında tulu’ etti. Yahûdi ve Hıristiyanlar, kendi din ve peygamberlerinde olan özelliklerin yüzlercesini yeni semâvî din ve peygamberinde gördükleri halde, ona sarılmak yerine, cephe aldı. Hıristiyan din adamları, ilk dönemlerde harekete geçerek, İslâmiyet ve Peygamberimiz (asm) aleyhinde iftira ve uydurma sözler yaymaya koyuldular.1
Ancak, Müslümanların milletlerarası imajı, yedinci yüzyılda başlayan “fetih ve savaş” hareketleriyle oldukça menfî ve gergin havaya büründü. VIII. asırda da iyice pekişip, 11. yüzyılın sonuna kadar artarak devam etmişti. İ’lâ-i kelimetullah, yâni Allah’ın dinini yayma, adâleti ve doğruluğu ihyâ ruh ve anlayışıyla hareket eden Müslümanlar, hiç kimsenin beklemediği ve ummadığı bir şekilde; Bizans imparatorluğunun toprakları olan Suriye ve Mısır’ı fethettikten sonra, Kuzey Afrika, Sicilya ve İspanya’ya doğru ilerlemişlerdi.
Hıristiyan âlemi, düşünürleri, din adamları, dindaşlarıyla topraklarını korumak, İslâmlaştırmayı durdurmak için; kendileri ve o günün dünyası için yeni olan bu dine karşı, değişik argümanlar, tezler geliştirdiler:
1- İlâhî vahiy, Hz. İsâ (as) ile son bulmuştur. 2- Muhammedî hareket, İslâm, (hâşâ) şeytanın bir oyunudur ve o da (hâşâ) “sahte” peygamberdir.
Bunun için, akla hayâle gelmeyen, komplolar, iftiralar, yalanlar üretiyorlardı. Bunlar Latince ve Yunanca yazıldığı için de Müslümanlar tarafından cevaplandırılamıyordu. 11. yüzyılın sonuna kadar bu durum devam etti. Bundan sonra da, ilk devrede olduğu gibi yine “kılıca ve zorbalığa” sarıldılar. Bunlara Haçlı Seferleri deniyor. Çünkü, Tevrat, Zebûr, İncil’in aklı, mantığı ve ilmiyle cevap vermek, mukabele etmek mümkün değildi; mukabele-i bi’s-suyûfa (kılıç ve kuvvetle karşılık vermeye) mecbur olup savaşı tercih ettiler.2 Kutsal topraklarda, kılıç ile bir süre İslâmî hareket ve fetihler durduruldu. 14. yüzyılın sonlarında, İspanya’da daha kesin bir netice aldılar: Oradaki İslâm devleti ve varlığı sona erdirildi. Ancak, diğer bölgelerde, Müslümanlar yine fetihlerini sürdürüyordu. Selçuklular ve Osmanlılar, yerli halkın bîzâr olması ve “Müslüman sarığı ve adâleti görmek” istemesi üzerine Bizans’ın topraklarına hâkim olmuşlardı. Yavuz Selim, Suriye ve Mısır’a girdiği zaman bâzı kabileler Memlüklüler'i desteklediler, fakat Araplar pasif kaldı. O dönemde Portekizliler Arap dünyasına saldırıp, Mekke’yi almaya ve Kızıldeniz’e hâkim olmaya çalışıyorlardı. Araplar, Osmanlılar’ı kendilerini Portekizliler’e karşı koruyan bir güç olarak gördüler... Mekke Şerifi şehrin anahtarlarını kendiliğinden getirip teslim etti... Ve Hint dünyasının zenginliklerinin, baharatın tekrar Ortadoğu’ya gelmesine sebep oldular. Arap şehirleri yeniden gelişmeye başladı. Halep, Şam, Kahire bu devirde tarihlerinin en müreffeh dönemini yaşadılar.3
Dipnotlar:
1- Prof. Dr. Zekzûk, s. VI.; 2- Sözler, s. 333.; 3- Prof. Dr. Halil İnalcık, Zamansız Sözler (Eyüp Can) Timaş, İs., 2000, s. 113.
29.09.2006
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|