Gerçek şu ki, Haçlı Seferleri sayesinde, Hıristiyan-Müslüman münâsebetleri, ticâret, bilgi ve kültür alış-verişi gerçekleşmişti: 12. yüzyıl Rönesans’ı bunun neticesi olduğu tarihçilerin tesbitleriyle sabittir. Ortaçağda Doğu, ilim, teknoloji ve zenginlik ile refah açısından altın çağını yaşıyordu. Kültür ve kitabetin sembolü ‘kalem’i de yüceltmiş olan İslâm, kültür üzerine müessesti.1 İnsanı rahat yaşamaya sevk eden taklit etme kanunu, fikirlerin sirayeti kanunu, lüks ve gelişme, Haçlılar üzerinde beklenmedik değişikliklere yol açıyordu.2 Ünlü Fransız matematikçisi J. E. Montucla (1725-1799) bu gerçeği, “Araplar uzun zaman ilmin yegâne sahipleriydiler. 11. yüzyılın karanlıklarını dağıtmaya gelen ilk ışıkları onlara borçluyuz. Bu dönem içinde matematikte şöhret kazanan herkes ilimlerini Araplardan elde etmişlerdir”3 sözleriyle dile getirir. Renan, Batı’nın 14. yüzyıla kadar ilmen Müslümanlara bağlı bulunduğunu kabul eder ve “500 yıl boyunca İslâm ülkelerinde çok mümtaz ve muktedir düşünürler vardı, İslâm âlemi, Hıristiyan âleminden çok üstündü” der. Oysa, İslâm’dan önce Araplar, yazı ve hesap bilmeyen ümmî bir ümmetti. Okumaya, kaleme, yazmaya dair âyetler iner inmez, kısa zamanda ümmet yüzünü hemen okuma yazma tarafına çevirdi. İslâmın üstünlüğü sayesinde ilim ve mârifetin her çeşidini kavramaya, tartışmaya muktedir oldu.4 Coğrafyası, tarihî altyapısı ilme ve keşiflere müsait olmayan Araplar, İslâm sayesinde, bütün medenî milletlere muallim ve üstad olmuştu.
Hıristiyan dünyasında Kur’ân’ın ilk tercümesi de, yine bu Haçlı Seferleri sırasında, 12. yüzyılda yapıldı. Ne yazık ki, o da pek çok yanlışlarla dolu idi. Müslümanların tercümeleri bile yanlışlarını silemedi... İşte İslâm ve Müslüman menfî imajı Ortaçağın bu keşmekeşinde daha menfî bir havaya bürünmüştü. Meşhur İslâm araştırmacısı ve Oryantalist Prof. Dr. Montgomary Watt’a göre, bu devrin İslâm- Müslüman imajı şöyle:
* İslâm dini bâtıldır, gerçek dışıdır.
* İslâm şiddet ve kılıç dinidir.
* İslâm, şehvet ve nefse hizmet eder.
* (Hz.) Muhammed (asm), (Hz.) İsa’nın (as) muhalifidir.5
Yeri gelmişken kısaca nakledelim: Kilise, zaten, kendi dışında hiçbir hakikat görmemişti. Bütün Ortaçağ boyunca, sadece ve sadece Kilise’nin gerçek kabul ettiği, “gerçek” sayılırdı.6 Onun için Descartes “Açıkça ve kesinlikle gerçekliği belirmemiş hiçbir şeyi gerçek olarak kabul etmemek lâzımdır” diye yazar. Ortaçağ Hıristiyanlığının büyük düşünürlerinden St. Thomas Aguinas bile, İslâmın yanlış bir din olduğunu ispat etmeye çalışmıştı. Rudi Pret’e göre, “Bilginler ve Hıristiyan din adamları, İslâmı dinî kaynaklarına inip araştırıyorlardı. Fakat, bu dinde, iyilik ve hayır adına hiçbir şey bulunamayacağı şeklindeki eski kanaat ve peşin hükme çarpıp geri dönüyorlardı. İslâm Peygamberi ve İslâmiyet hakkında kötülük ihtivâ eden bütün dedikoduları dilden dile dolaştırıyorlardı.”7
Şu ifâdeler Müslüman değil, bir Batılı tarafından kayıtlara geçirilmiştir: “Haçlı seferleri sırasında Müslümanlar hakkında uydurulan vahşet hikâyeleri ve (...) gülünç iftiralardan bu yana; yalan, propagandacının en önemli malzemelerinden birini teşkil ede gelmiştir.”8
Dipnotlar:
1- Dr. Hüseyin Yaşar, Kur’ân’da Anlamı Kapalı Âyetler, s. 285.; 2- Ahmed Rıza, s. 89.; 3- Matematikler Tarihi, c. 1, kısım 3, bölüm 1.; 4- Ebû Muhammed Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kaysî, (Terc. Prof. Dr. Musa K. Yılmaz) Yeni Asya Neşr., İst., 1998. s. 11.; 5- M. Watt, s. 144.; 6- Ahmed Rıza, s. 26.; 7- Paret, s. 9-10.; 8- J. A. C. Brown, Boğaziçi Yay., İst., 1978., s. 25.
30.09.2006
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|