Sigara içmenin mekruh mu, yoksa haram mı diye tartışılıyor olması, daha ziyade çağımızın bir meselesi. Zira, eski asırlarda, husûsen Saadet Asrında sigara içilmediği için, böyle bir mesele üzerinde herhangi bir tartışma da yoktu.
Sigaranın fabrikasyon şeklinde yaygınlaşması ise, yaklaşık bir buçuk asırlık bir zamana uzanıyor.
Osmanlı'da "Tekel"in kurulması tarihi 1862'dir. Aynı tarihte başka ülkelerden tütün ithal edilmesi yasaklandı.
İlk tütün fabrikasının Cibali'de kurulması tarihi ise, 1884'tür. Hemen ardından da İzmir, Adana ve Samsun tütün fabrikaları kuruldu.
Buna rağmen, toplumda sigara içenlerin çoğu, yine de eski usûlle, yani elde, yahut mengenede kıyılmış tütünleri kullanıyordu.
İslâm âlimlerinin ekseriyeti, bu şekilde, yani başka herhangi bir katkı maddesinin katılmamış olduğu tütünü "kerahât"tan saymışlar, içilmesi mübah veya mekruh demişler.
Nitekim, bir kardeşimizin hatırlattığı Üstad Bediüzzaman'ın da 40 yaşına kadar içmiş olduğu sigara bu türdendir. Kıyılmış olan tütünü cep tabakasında taşıyor ve sarma şeklinde içiyordu.
Esaretten döndükten sonra bu alışkanlığı tümüylü terk ettiğini beyan ediyor.
Üstad Bediüzzaman, esasında bu hususta da çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. Tiryaki olduğu halde, sigarayı terk etmenin mümkün ve hatta gerekli olduğu dersini veriyor.
* * *
Geçmişte kullanılan sarma sigara ile, günümüzde tüketilen fabrikasyon imalatı sigara arasında büyük farklar var.
Sigara tüketimi, günümüzde hemen her yönüyle dehşetli bir seyir takip ediyor. Kısmen bahsettiğimiz için, tekrara girmiyoruz.
Ama en mühimi, dev üretici firmaların, sigaranın içine tüketicide bağımlılık ve hatta ölümüne bir alışkanlık meydana getirmesi için, helâl–haram demeden ellerinden geleni yapmalarıdır.
Firmalar, hasis menfaatleri için, maalesef rekabete giriyor ve bu mekruh nesneye çaktırmadan haram katıyorlar.
Helâl sınırını aşarak harama kapı açan hususların ne olduğunu ise, daha evvelki yazılarımızda kısmen de olsa zikrettiğimiz için, tekrara girmeden şimdilik noktalıyoruz.
Siyaset
Metiner'den Ağar yorumu
Bugün gazetesi yazarı Mehmet Metiner, "Ağar ile Yazıcıoğlu farkı" başlıklı dünkü yorumunda, bu iki siyasî liderin 301. madde ve Elif Şafak olayı üzerine sarf ettikleri sözleri naklederek bir kıyaslama yapıyor.
Bir seyahat esnasında kendisiyle aynı konuyu konuştuğumuz değerli Ali Bulaç gibi, değerli Metiner de bugün için DYP lideri Mehmet Ağar'ı "dengeli, cesur ve kuşatıcı" açıklamalarından dolayı takdir ediyor.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Ağar, siyaseten de itibar kazanıyor ve büyük puan topluyor
M. Ağar, cidden bugüne kadar gaf, falso, ya da itici addetilecek herhangi bir açıklamada bulunmadı. Bilhassa DYP'nin başına geçtikten sonra gayet derecede dikkatli ve dengeli gidiyor. Zaten, "hür ve demokrat misyon"un bugünkü temsilcisi olan Ağar'a da bu ağırbaşlılık yakışır.
Bu vesileyle, son derece dikkate değer gördüğümüz Metiner'in söz konusu değerlendirmesini sizlere aynen takdim ediyoruz:
* * *
301. madde dolayısıyla yapılan "Türklüğe hakaret" tartışmalarına Mehmet Ağar'ın getirdiği demokratik ve uzlaşmacı yorum takdire değer.
Sartre tanınmış Fransız filozofu. Kendi ülkesini yerden yere vurur. Hakkında dava açılması istenir. Cumhurbaşkanı De Gaulle, kendisini, "Siz bir Fransızsınız, Fransa'ya hakaret etmesine nasıl müsaade edersiniz" sözleriyle sıkıştıran kurmaylarına şu yanıtı verir: "Sartre de Fransız'dır." Veya "Sartre'de Fransa'dır." İşte kuşatıcı milliyetçilik de yurtseverlik de budur.
Ağar bu örneği aktarmakla Elif Şafak'lar için nasıl düşündüğünü de ortaya koymuş olmaktadır: "Onlar da Türk'tür! Türkiye'dir."
Bir de Muhsin Yazıcıoğlu'nun Elif Şafak ve kitabı Baba ve Piç için söylediklerine bakınız: "Zaten kitabının isminden de belli. Kendi adını ve soyadını yazmış olarak görüyorum.(...) bu hanımefendi Türklük'e ve Türklük değerlerine hakaret etmektedir." Çok yazık!
Milliyetçiliğin çatışmacı ve kaba bir siyaset söylemine dönüştürülmesi, görüyor musunuz nasıl da kem sözleri beraberinde getiriyor?
Ağar'ın kuşatıcı, uzlaşmacı ve demokratik milliyetçiliği ile Yazıcıoğlu'nun dışlayıcı, çatışmacı ve hakaretamiz milliyetçiliğini yan yana koyup değerlendirin derim...
Ağar diyor ki: "Ben büyük bir problem görmüyorum. Kaldı ki Türklük bir kanun maddesinin kanatları altında korunacak küçüklükte bir kavram falan değildir."
Türkiye'nin büyüklüğüne yakışır doğru bir söz! Katılıyor ve kutluyorum.
Günün Tarihi
Fransa'da giyotin cezası
30 Eylül 1981: Fransa'da yaklaşık 200 yıldır uygulanan giyotin cezası, çıkarılan yeni bir kànun maddesiyle yürürlükten kaldırıldı.
Giyotinle kafa kesme cezası, 1789'daki Büyük Fransız İhtilaliyle kànunlaştı ve hızla da tatbik edildi.
İhtilâl karşıtı görülen, yahut muhalif kesimde addedilen yaklaşık 15 kişinin seri şekilde idam edilmesi için, giyotinli uygulama tercih edildi.
Bugün daha çok matbaa sektöründe kâğıt kesmek için kullanılan giyotin âleti, Fransa'da ta 1970'lere kadar idamlık cezaların infazında kullanıldı.
Giyotin cezası, hem seri idam, hem de en az acı veren yöntem olarak kabul ediliyordu.
İki asır boyunca yüz binlerce insan bu yöntemle idam edildi.
Eskiden halka açık yapılan giyotinli idamlar, Fransa’da en son Haziran 1939 yılında uygulandı.
Bu ülkede giyotinli idama, en son olarak 1977 yılında rastlandı Resmen yürürlükten kaldırılma tarihi ise 30 Eylül 1981.
30.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|