Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Harp Akademileri Komutanlığının 2006-2007 eğitim-öğretim yılı açış konuşmasını üç başlık altında toplarken, bunu “Asker-sivil tartışmaları konusunda bir fırsat olarak” değerlendirdi. Konuşmalarını, “genel güvenlik, geleceği tehdit eden irtica ve terör ile TSK’yı yıpratmaya dönük bilimsellikten uzak eleştiriler” konularına ayırdı.
İrticaya ayırdığı ikinci bölümde, “laiklik tanımının yeniden yapılmasını isteyenler en üst görevde değiller mi?” sorusuyla değişiklik yapacak mercilere hem bir sorumluluk hatırlatması yaptı, hem de görevleri konusunda uyardı. “İrtica tehdidi yok mu?” derken, sorgulayıcı bir yöntemle konuşmayı tercih etti.
Konuşmasının üçüncü bölümünü, TSK’ya yönelik eleştirilere ayırdı. “TSK her zaman eleştirilere açıktır” diyerek başladı. “Ordunun yerini sorgulamaya” yönelik kampanyalardan bahsetti. “TSK’nın konumu” ile ilgili TESEV’in hazırladığı raporun, 22 bölümünden 9’unun Polis Akademisine mensup öğretim üyelerince hazırlandığına işaret etti.
Büyükanıt’ın konuşması ile ilgili detayları yazmaktan ziyade, edindiğim izlenimleri şöyle sıralamak mümkün:
1- Bilgiye, yenilenmeye ve değişimi yönetmeye açık olduklarını, bilimsel yaklaşım beklediklerini ifade etmektedir.
2- “TSK, tenkide açıktır” derken, kendi kalıpları dışındaki yaklaşım ve eleştirileri de iyi niyetli görmeme hassasiyeti ve alınganlığı ile tepki vermektedir.
3- Birinci bölümdeki konuşmaları teorik bir doğru iken, fiiliyatta ne kadar gerçekleştirdiklerini ortaya koyamadı.
4- Siyasî söylemlerde bulunmadıklarını anlatmaya çalışırken, siyasetçilerin bilinen tanımlı beyanlarını eleştirmeyi ve sorgulamayı da ihmal etmedi.
5- Savunmasız kaldıkları izlenimi verdi, kendilerini savundu.
6- TSK ile ilgili değerlendirmelere “AB’nin arkasına gizlenmiş paravanlar” gözüyle baktı Objektivite ve ötekini anlama gözüyle bir değerlendirme yapmadı.
7- Sabitlendiği doğruları üzerinden diğer gelişme ve talepleri okumaya yönelik bir ortaklık çağrısı yapamadı.
8- Basının beklediği kırılmaya fırsat vermedi. Rahatsızlığını üslup kontrolüyle ortaya koydu.
9- Nasıl uzlaşma sağlanabileceği konusunda vizyoner ve yeni bir açılım yoktu.
10- Terörle ilgili uluslar arası gizli destekçilere haklı olarak sitemde bulundu.
11- “Tarih, kültür, dil birliği” vurgusu doğru, ancak tarihe ne kadar bağlı kalındığı, toplum değerlerinin ve inançlarının yaşanması ve korunması konusunda ne kadar demokratik davranıldığı konularında öz eleştiri yaparak tartışmaya katkı yapmalıydı.
12- Hükümetle ordu arasında istenen diyaloğun ve birbirini anlamaya dönük aşamalı uzlaşma ve AB müktesebatının orduya yansıtılması konusunda geçişin karşılıklı iyi yönetilemediği anlaşılmaktadır.
13- Savunma gücü zayıflamadan ordunun demokratik teamüllere bağlı kalması ve bunu kabullenmesi yerine, demokratik taleplerin kendilerine rağmen gerçekleşmeye dönük adımlarını atmasından duydukları rahatsızlığın öne çıktığı görülmektedir.
14- Kurumsal alışkanlıkların ve resmî söylemlerin muhafızı olma hassasiyetinin verdiği psikolojik bir kırılmayı gözlemlemek mümkün. Konuşmada geniş bir yelpazeye sitem ve eleştiri vardı. Bu, tepkisi artan bir çatışmanın ipuçları veya saygınlık kavramının uzlaşmaya dönüşmemesi halinde yıpratıcı bir hale gidişin riskini beraberinde getiren bir yaklaşımdır.
15- İlgi bekleyen bir tepki, uzlaşmada zorlanan bir yapı, çare üretme ve alternatif bulmaya yönelik bir çabanın varlığı gibi de algılanabilir.
Basının dediği olmadı, deprem de yaşanmadı. Konuşma, kendini ifade demokrasisi içinde yorumlanabilirse de, kendi sınırına çekilme ve isteklerini siyasî iradeye doğru sunma konusunda alternatifli politikalara ve önerilere göre hükümete anlatmalarını benimsemeleri, en doğru yol olsa gerek.
Devlet organları, kendi içinde demokratik çıtayı yükseltecek şekilde ve toplumun talepleri ile paralel gündem ve değişiklikleri konuşmayı ve düzenleme yapmayı başarmalıdır.
Olumlu baktığımızda, iç baskı sistemlerinin fazla etkili olamadığını, bir kısım medyanın Allah’ın her gününe bir demeç bulma siparişlerinin akim kaldığını, şevkle demokratikleşme adımlarının daha fazla atılması gerektiği anlaşılmaktadır. Kurumların rencide olma alınganlığı da dikkate alınarak, açık ve usûle uygun bir demokratik dönüşümün sistemleşme çabalarının dirayet, tecrübe ve olgunluk içinde bir kararlılıkla sürdürülmesi kaçınılmazdır.
Polemiklerin türbülansında AB sürecini hızlandırmak ve kurumların kendine çeki düzen vermeleriyle birlikte yüzleşmenin sıcaklığı ve zorluğu bir müddet daha yaşanacağa benziyor.
Neticede müzakere yapmayı öğreneceğiz. Kalıp dayatmadan, kalıpları da kırmadan kalıplardan çıkmaya çalışacağız. Daha rahat ve geniş platformlara açılacağız.
03.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|