Şükrün ölçüsü, teşekkürdür, kanaattir. Memnuniyetin kal yani konuşma dili “teşekkür ederim”de saklıdır. Ya da “Allah Razı olsun” demektir. Kanaat, azimli bir gayretle beklentisiz sonuca razı olmaktır. Kabullenilen netice, beraberinde yeni bir mutluluğu getirmektedir. Mutluluğun hal dili ise yüzümüze yansıyan tebessümden, diyaloğa açık tarzımıza ve “vicdanî bir lezzet” olan hidayetin tercümesine şahitliktir.
Resûlullah (asm), gölgesinde dinlendiği hurma ağacına teşekkür ederdi. “Allah ömrünü uzun, dallarını yeşil tutsun” derdi.
Uhud harbinde, Uhud Dağının kendilerine sığınak olan mağaralarına ve dağına olan memnuniyetini sık sık dile getirirdi. “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u severiz” derdi. Uhud şehitlerini ziyaretinde bunu telâffuz eder ve o günlerin aziz hatırasının mekâna düşen kaydını anardı.
***
Peygamberimiz (asm), çevreyi muhabbetle seyrederdi. Tefekkür ederdi. Kâinatla barışık yaşardı. Hayvanlara, bitkilere ve eşyaya itinalı davranırdı. Şefkat timsaliydi. Kendisine hizmet eden her şeyle münasebeti vardı. Onlara ilgi duyar ve şuurlu olsun, şuursuz olsun ifa ettikleri vazifelerinden dolayı müteşekkir kalırdı.
“Müteşekkirim” demek, bir takdir ve teşviktir. Vefa hissinin manidar tecellîsidir. Hasletlerin takdirle beyanı, tebliğin bereketidir aynı zamanda. Üçüncü kişilere bir moral aşısıdır. Emsâl teşkil eder.
Müsbet beyan, meziyeti kabul, beceriyi tasdik ve takdim; sevaplı bir ortaklık ve kadirşinas bir hâlet-i ruhiyedir.
***
Şakirt olmak, hizmetin ezasına ve cefasına talip olurken, yaşanılan mânâ kazandığı bir lütuf emaresi olarak şakirâne şükür etmek, ihlâslı bir teslimiyetin şanındandır. Mübarek bir vasfın, ulvî bir seciyenin tezahürüdür. Sîreti sûretine yansımış bu içli halin insibağı, elbette muhabbet tohumlarını ekecek ve teşekkür meyveleri ile devam edecektir.
Âyette geçen “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk” mânâsına mazhar olmanın sevinci, şükür ister. Böylece; bir teşekkür eder, bir takdir yapar, bir takriz yazar, bir âlicenaplık gösterir.
Niyetlerin filizlenmesi, amelin emanete sadık sıfatından sudur eder. Tahakkuk eden serencamımızın sebepler tahtındaki ve kader canibindeki mesulü biziz. Şikâyet etmeden kabul, tenkit etmeden çare, tepki vermeden tashih, taviz vermeden tedbir ve “olmaz” demeden olurun takdirine sunulan bir niyetin muvaffakiyeti, beşerî ve cismânî sonuçları fazlasıyla aşmıştır. Kabule şayan olan rıza dairesinde netice çoktan hasıl olmuştur.
***
Cihadda “İndirilen üç bin meleğin takviye etmesi” müjdesi, İlâhî hükmün inayetini verir mücahede edenlere… Allah’ın açık yardımı Kur’ânî müjde ile bize duyurulduğuna göre, O’na sığınmak, O’ndan medet dilemek, O’ndan bilmek, O’na dönmek ve sebeplerin beşerî varlıklarını aşmak; kesretten tevhide iz’an mertebesini sağlar.
***
Al-i İmran Sûresi’nde geçen, “İşte onların mükâfatı” ile müjdelenen mü’minlerin adresi “içinde ebedî kalacakları cennetlerdir” diye teşvik edilir.
Mükâfatı Allah’tan alan bir kulun, mükâfat müjdecisi olarak şevk vermek, şükür secdesine kapanmak, ebediyete hazırlık yapmak dışında neye ihtiyacı var ki? Sebeplerin müessiriyeti, maksada hizmete matuftur.
***
Yine Âl-i İmran’da “Uhud’da iki ordu karşılaştıklarında sizi bırakıp gidenler...” portresi manidardır.
Yine affedicilik ve duâ ile istişare içinde muâmele etmek ve sonunda kararlarımızda Allah’a dayanıp, güvenerek yolumuza devam etmek esastır.
01.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|