Bu mekânlar müstesna mekânlar...
İbadet yerlerimiz...
Cıvıl cıvıl insanların dolup-boşaldığı yerler...
Onu bu hafta değil, hergün ve her hafta yaşıyoruz.
Ne zaman ruhumuz sıkılsa ona koşuyoruz. Semaya yükselen nârin minareleri, bize kucak açan mihrabı, İlâhî niyazların seslendirildiği minberi, nasihatların yankılandığı vaaz kürsileri ve şarıl şarıl akan suyuyla mü’minlerin kirlerini temizleyen şadırvanları ile camilerimiz...
Burada saf ayrımı yok. Hep yanyana. Hep omuz omuza... Hepimizin istikameti Kâbe-i Muazzama...
Dünyada her mü’min Kâbe’ye yöneliyor. Oradan Allah’a. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a, O’nun yüce peygamberine, O’nun kitabına...
Mekke bir mihrap, Medine bir minber... O sultanlar sultanı, bütün mü’minlere bir imam... Muhteşem bir manzara, muhteşem bir dünya.
Camilere böyle baktık, böyle bakacağız...
Bu mekânlar Allah’ın mekânları. Ne karar, ne yönetmelik, bu mekânları mü’minler yapar ve yaptırırlar.
Minarelerinden ezanlar yükselir beş vakitte. Kimi doğudan, kimi batıdan, kimi güneyden, kimi kuzeyden, hiç fark etmez. Oradan niyazlarımız Âlemlerin Rabbine ulaşır. “Affet bizi. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini teslim edinceye kadar bizi emanette emin kıl. Sen affı çok seversin, benim de günahlarımı affet” der, niyaz ederiz.
Bir beldenin Müslümanlığı, minarelerinden ve camilerinden anlaşılır.
Masraflarını halkımız karşılar camilerin. Onun iç ve dış tezyinâtını yine mü’minler yapar. Ecdadımız bu anlamda, Kâbe’yi, Mescid-i Nebevîyi, Mescid-i Aksa’yı, Şam-ı Şerif’i, Bağdat’ı, Anadolu’yu, Balkanları ve Akdeniz’i, cami ve mescidler ile doldurdu. Yaşasın camilerimiz!
05.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|