Yaşı müsait olanlar hatırlar ki… Bir zamanlar, öğrencisi olmanın ayrıcalık kabul edildiği, imrenildiği okullar vardı İstanbul’da. İstanbul Erkek Lisesi, Kabataş Lisesi, Cağaloğlu Kız Lisesi, İstanbul Kız Lisesi, Kandilli Kız Lisesi, Kuleli Askerî Lisesi, Erenköy Kız Lisesi, Pertevniyal Lisesi, Vefa Lisesi, Haydarpaşa Lisesi gibi…
Bu okullara ve öğrencilerine imrenilmesinin sebepleri vardı elbette. Meselâ bu okulların hocaları, mutlaka alanlarında isim sahibi, bilgili ve donanımlı hocalardı. Dolayısıyla öğrencileri de son derece başarılı olurdu…
Meselâ bu okullarda okuyan talebeler her türlü kültürel ve sportif faaliyetlerde mutlaka ön saflarda olurdu.
Demek ki, bugünkü lise öğrencilerinin tadamadığı zevkleri tadarmış 25 sene öncesinde lise talebeleri! Liselerarası güreş müsabakalarında İstanbul İmam Hatip Lisesi’nin öncelikle 2 güçlü rakibi vardı… Kuleli Askerî Lisesi ve Haydarpaşa Lisesi… Araya bazen Kabataş Lisesi’nin sıkıştığı da olurdu!
Liselerarası münâzaralarda da İmam Hatip Lisesi’nin 2 güçlü rakibi vardı. İstanbul Kız Lisesi ve Haydarpaşa Lisesi. Bu dalda da Kandilli Kız Lisesi bazen ilk sıralara adını yazdırabilirdi.
Siyasete ara veren 12 Eylül dönemini takip eden günlerde, adını andığım okullarda kimi düzenlemelere gidildi. Kimi okullar kız-erkek karıştırıldı. Kimi okullar binalarından edildi. Müfredatla oynandı, sınıf geçmeler kolaylaştırıldı. Okullarda giderek görünmez ve kimsenin telâffuz etmek istemediği boyutta bir öğrenci hâkimiyeti oluştu. Giderek sınıfta kalma yasaklanır hâle geldi. Öğrencilerin sigara içmeleri “gençlik hevesi” diye gösterilmek istendi. Mezuniyet töreninde öğrencilerinin içkili program taleplerine sıcak bakmayan okul yöneticileri “irtica yanlısı” olarak sunulur oldu…
…ve sonunda zurna bir yerinden “zırt” dedi! “Haydarpaşa” adıyla beraber yukarıda anlattığım bilgilere az buçuk vâkıf olanları daha derinden yaralayan görüntüler gazete sayfalarına, ekranlara yansıdı…
Sınıfta öğrencilerin esiri olmuş öğretmenleri suçlamak mümkün. Belki ilk akla gelen de bu zaten… Ama o öğrencileri, hiç de okuma isteği olmadığı halde, “sokakta dolaşmasın da okullarda beklesin, oradan da zaten bir süre sonra askere alırız” yaklaşımıyla “eğitim” çatısı altında tutmaya çalışan bir zihniyet hâkim oldu adında “Millî”lik de bulunan “Eğitim” iddiasındaki bakanlığımızca!
Okullarda disiplin kayboldukça, sınıfta kalanların okulla ilişkisinin kesilmesi de son derece zor şartlara bağlandıkça öğrencilerin okullardaki terörü arttı. Olayın bir de ekonomik boyutu var tabi. Okula öğrenci kaydederken veliyle “bağış” pazarlığı yapan okul idarelerinin, bir süre sonra –özellikle cömert velilerin sorunlu öğrencileri karşısında—söyleyecek sözünün azaldığını da kimse görmek istemedi…
Geçen eğitim yılının özellikle son günlerinde ard arda gelen öldürme olaylarına bile bakanlık katından ciddî bir yorum gelmedi ne yazık ki! Olay siyasî polemik mevzuu gibi algılandı hatırlarsanız…
İşte tam da o günlerde, Haydarpaşa Lisesi gibi bir çatı altında lise son sınıf öğrencileri, İngilizce öğretmenleriyle şakalaşıyormuş (!) sınıfın ortasında. Zamanında “hey gidi Haydarpaşa Lisesi hey” diye anılan koca okul bugün “vah koca Haydarpaşa Lisesi vah” konumuna elbette bir ders yılında gelmedi. Çiçeği burnunda İl Millî Eğitim Müdürü Sayın Ata Özer de sayın bakan Hüseyin Çelik de bu olayların sadece o okulla sınırlı olmadığını görmeliler. “Kol kırılır yen içinde kalır”dan uzaklaşıp, öğrenci, öğretmen, müdür ayrımı yapmadan, okumak ve okutmak niyeti olmayanları eğitim camiasından temizlemeliler…
Unutulmamalı ki, öğretmeniyle öyle şakalaşabilen (!), dersleri sabote etmeyi prensip edinmiş, okumakta gözü olmayan öğrencileri zorla okullarda tutmak, başarılı ve istekli, prensipli, düzenli öğrencileri de frenleyen bir olumsuzluktur…
Fenalığın, olumsuzluğun, çirkinliğin, felâketin burasında olsun durulsun. Ve yetkililer yetkilerini olumlu öğrencilerden yana kullansın, hem de hemen. Kamuoyunun gözleri önünde, kimseyi kayırmadan. Basiretsiz idarecilerle bu ameliyatın olmasının mümkün olmadığını bilerek… Hemen, hemen, hemen…
Geleceğimiz için!
Bu işin çözümü de çok zor değil aslında. Okulları yeniden, gerçek eğitim verilen yuvalar hâline getirmek, okullarda kültürel, sosyal ve sportif aktiviteleri artırmak yeterli… Meselâ günümüzde Şehremini Lisesi’nin konumuna bütün liselerimizin gelebilmesini sağlayacak yapılanmaya gidilmesi lâzım. Bu konuda da güvencemiz Sayın Ata Özer. O modeli günümüzde başarıyla uygulayan biri olduğundan…
“Nasıl cin taşladık ama!”
Geçen sene bir öğleden sonra Kadıköy otobüsünde, dörtlü yan koltuklardan birinde oturuyorum. Yanımda da iki tane öğrenci oturuyor. Sesli sesli ve öğünerek konuşuyorlar…
Konuşmalarından anlaşılan şu; o gün din dersleri varmış. Din dersi (!) öğretmeni cinlerden, perilerden bahsetmiş. Özellikle bazı kız öğrenciler de korktuklarını söylemişler. Bunun üzerine din dersi (!) öğretmeni, defterlerinden birer sayfa koparttırmış ve top gibi yapmalarını söylemiş öğrencilere. Aynen yapılmış isteği. Ve ardından öğretmen, “hadi onları tahtaya doğru atın” demiş… Böylelikle cinleri kovduklarını, korkacak bir şeyin de kalmadığını söylemiş…
Eğer bu çocukların kendi aralarındaki konuşmaları doğru ise “din dersi” müfredatında “cin” gibi bir konu var mıdır? Sanmıyorum. Ama o öğrencileri öyle konuşturacak bir malzemenin sınıfta yaşandığını sanıyorum… Senaryo yazmıyordu ya o çocuklar…
Bir fısıltı daha...
İki öğrencinin konuşmalarını hatırladıktan sonra bir fısıltı haberini daha paylaşmak istiyorum sizlerle. Marketten “cola” almakta olan bir hanıma, bir başka hanım müdahale ediyor ve “cola” içmemeleri gerektiğini söylüyor. “Nedenmiş?” sorusuna karşılık, “cola” içilmesine engel olmak isteyen hanım: “Kardeş… Bu içeceğin içinde meyan kökü var. Tarlalarda yetişen meyan köklerini de fareler çok severmiş. Meyan kökleri, köklerinden kopartılarak makinelerle çıkartılırken o fareler de arada parçalanırmış. İşte o farelerin kanları da meyan kökleriyle beraber içeceğe karışırmış. Bu durumu öğrendiğimizden beri ‘cola’ içmiyoruz… Sizi de insanlık namına uyarayım istedim!” açıklamasını yapıvermiş…
Her iki hanımın da tesettürlü olmadığını, hemen belirteyim de yanlış bir yorum yapılmasın öncelikle…
Tabi bu şekilde konuşmalar kulaktan kulağa genişleyerek yayılıp duruyordur mutlaka…
Eeee… Bu durumda “cola” üreticileri nasıl bir açıklama yapar, bir fısıltıya inanıp, eline aldığı “cola”yı rafına geri bırakan müşterilerini nasıl ikna ederler bilemiyorum. Ama şunu biliyorum ki; bizim milletin en itibar ettiği medya organı “fısıltı gazetesi”dir. Hem de duyduğu üzerinde kolay kolay kafa bile yormaz. Hemen kabullenir milletimiz…
“Cola”cıların açıklamalarını ben de inanın merakla bekliyorum.
08.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|