Okullarda kavgalar yine başladı!
Okullardaki disiplinsizlik, yine aldı başını gidiyor. Geçen öğretim yılının sonuna doğru, başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlerdeki bir çok okulda meydana gelen öğrenci olaylarında kimi öğrencilerin yaralandığını, kimi öğrencilerin ise öldüğünü üzüntüyle öğrendik.
Yeni öğretim yılı başlayalı henüz bir ay olmadığı halde, öğrenci kavgaları yine başladı. Eğitim kurumları, sözüm ona eğitimlerini ne yazık ki, sevgisiz ve saygısız bir ortamın içinde yapıyorlar. Daha doğrusu, eğitim adına hiçbir şey yapamıyorlar.
Haydarpaşa Lisesinde, iki yıl önce meydana gelen olaylarda, öğrencilerin sınıfta öğretmenleriyle itişip kakışmaları, öğretmenin kürsüsüne oturarak, onu ve dersi alaya almaları, herkesi hem üzdü, hem de utandırdı.
Daha geçen hafta Adana’daki bir lisede, tahtaya yazı yazan öğretmenin pantolonunun öğrenciler tarafından aşağıya indirilmek istenmesi ve diğer öğrencilerin olaya kahkaha ile gülmesi, doğrusu hem utandırıcı, hem de ürkütücüydü.
Kuşadası Anadolu Lisesi öğrencilerinin ise, suçu öven ve gençliği adeta suça iten “Kurtlar Vadisi” dizisindeki karakterleri taklit edip, yaptıkları çirkin şakalara acaba ne demeliydi?
Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencilerinin birbirlerine yaptıkları ve daha sonra kavgaya dönen aynı çirkin şakaları, eğitimle acaba nasıl bağdaştırabilirdik?
Hele, Eskişehir’deki bir lisede, ders sırasında çalan cep telefonlarını almak isteyen okul müdürüne “kafa atanları” ve müdüre yapılan “bıçaklı saldırıyı” duyup gördükten sonra, insan dehşetle soruyor:
“Okullar, acaba nereye gidiyor?”
OKULLARDA “DİSİPLİN” DİYE BİR ŞEY KALMADI!
Son 10 yıldan beri okullarda disiplin dibe vurmuş durumda. Önceleri büyük şehirlerdeki okullarda görülen “uyuşturucu” kullanımı, yavaş yavaş Anadolu’daki okullara da yayılmaya başladı. Yalnız liseliler değil, artık ilköğretim öğrencileri de bu illete rahatlıkla bulaşıyorlar. Alkollü içkilerin kullanımında ise, içkili halde okula gelmek, hatta getirip okulda içmek, öğrencilerde neredeyse olağan hale geldi. Sigaraya gelince, onu içmek yalnız erkeklerde değil, kız öğrencilerde de şimdi moda oldu.
Özel televizyonların denetlenemeyen yayınları çocukları suça özendirirken, meyilli olanlarını da adeta suça teşvik etti. Bir kere daha söylemek lâzım ki, özel televizyonların yayınları, gençliği son derece olumsuz etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Bunları denetlemekle yükümlü olan Radyo Televizyon Üst Kurulunun ise, ne yaptığını bilen yok.
AYNI DİSİPLİNSİZLİK,
ÜNİVERSİTELERDE DE VAR!
Üniversiteler de, yeni öğretim yılına başladılar. Buralardaki bilimsel özgürlük, yıllardan beri “kanunlara karşı gelme özgürlüğü” olarak kullanılıyor. Özellikle devlet üniversitelerinde, konulan kurallara isyan etmek moda haline geldi. Milyonlarca öğrenci girebilmek için üniversitelerin kapısında bekleşirken, girebilenler “okumak” yerine, olay çıkarmayı ve okumak isteyenlere engel olmayı yeğliyorlar. Daha açıkçası, bir marifet sanıyorlar.
Öte yandan üniversitelerimiz, bilimsel başarıda dünya ortalamasının çok altında bulunuyorlar. Çin ve İngiltere’de yeni yapılan ve geçen hafta açıklanan bir araştırmaya göre, Türkiye üniversiteleri bilimsel başarıları itibariyle yapılan akademik sıralamada ilk 500’e bile giremediler. Oysa, kimi Afrika ülkelerinin üniversiteleri ilk 100’ün içinde yer alıyorlardı.
Kısacası, eğitimin hiçbir kademesinde tutacak ve tutunacak taraf kalmadı.
EĞİTİM SOKAKTA, ÖĞRETİM İSE
ÖZEL DERSHANELERDE
Aslında, “Okullar nereye gidiyor ya da ne yapıyor?” diye sormak lâzım. Çünkü, uzun yıllardan beri okullarda “eğitim” zaten verilemiyor. Çocuk, eğitimi artık sokaktan alıyor. Öğretimin ise, çok ve çabuk kazanmak için kurulan özel dershanelere devir ve teslim edildiği ortada.Yapabilecek başka işi kalmayan okullarda ise, işte böyle anarşi üretiliyor.
Özel dershanelerin varlığına asla karşı değilim. Var olmaları da onların kusuru değil. Onlar, sadece devletin oluşturduğu boşluğu dolduruyorlar. Ama, bu boşluğu meydana getiren devletin, okullardaki eğitime sırtını çevirdikten sonra, öğretimi de özel dershanelere devir ve teslim etmesi olacak iş midir? Ama, bizde oluyor işte.
Sözün kısası, okullardaki öğrenci olaylarının sebebi artık bellidir. Ancak ve nedense hiç kimse çaresine bakmıyor. Okullardaki disiplin kurulları çalışmıyor, çalıştırılmıyor. Kimi okullarda, öğrencilerle “yüz göz” olan öğretmenler ve okul yöneticileri, öğrenci üzerinde “otorite” kuramıyor. Dershanelere güvenen ve öğrencileri karşısında yetersiz kalan öğretmenler, öğrencileri üzerinde “bilimsel otorite” de kuramıyorlar. Her öğrencinin cebinde ya da çantasındaki cep telefonları, haberleşmek için değil, çok defa “boş işler” için kullanılıyor.
Bütün bunlara rağmen, birbirleriyle kavgalı olan YÖK ile Millî Eğitim Bakanlığının, ciddi ve kalıcı bir çözüm için, herhangi bir çalışmalarının olmadığı da anlaşılıyor.
İçişleri Bakanlığının, çare olarak her okulda bir Emniyet yetkilisini görevlendirmeye kalkması ise, suça meyilli öğrencileri her halde güldürecektir.
|
Naci AKAY
/ (E.) İstanbul Milli Eğitim Müd
12.10.2006
|
|
Vergi adaletini tartışmak
Vergi, iktisat bilimi dilinde devletin gerçek ve tüzel kişilere yüklediği ekonomik yükümlülük olarak açıklanabilir. Devletin ülke vatandaşlarına yüklediği bu ekonomik yükümlülüğün asıl işlevi, kamu giderlerini karşılamaktır. Vergi ödemenin en temel ilkelerinden biri, toplumsal sınıf farkı tanımadan tüm vatandaşların gelir ve servetleri ölçüsünde bu görevi yerine getirmeleridir. Ancak, uygulamada, bu ilkenin bütünüyle gözetilmediğini gözlüyoruz. Bunun birincil sebebi, tüketim ve harcamadan alınan dolaylı vergilerin, dolaysız vergilere nazaran yüksek olmasıdır.
Genel olarak vergiler, dolaylı vergi ve dolaysız vergi olarak ikiye ayrılması mümkündür. Dolaylı vergi, gerçek veya tüzel kişilerin kamudan bir hizmet almaları veya bir malı satın almaları sonucunda meydana gelir. Bu tip vergilere örnek olarak KDV, tekel ve benzinden alınan akaryakıt tüketim vergisini gösterebiliriz. Vatandaş Ahmet Beyin marketten bir çocuk maması veya bir makarna satın aldığında veya Çiftçi Mehmet Efendinin bir benzin istasyonundan mazot satın aldığında ödediği vergiler buna örnek teşkil edebilir.
Dolaysız vergi ise, ticaret ile uğraşanların veya serbest meslek icra edenlerin kazandıklarından, gayrimenkul kira getirilerinden yada bir iş yerinde ücretli olarak çalışan memur ve işçilerin ücret ve maaşlarından kesilen vergilerdir.
Bir ülkede, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı incelenirken, dolaylı ve dolaysız vergilerin, toplanan vergiler içindeki payının karşılaştırılması yaygın kullanılan bir usuldür.
Zira dolaysız vergiler (gelir vergisi, kurumlar vergisi, taşıt vergisi) vergi adaletini sağlamada daha etkilidir. Çünkü dolaysız vergilerde; en az geçim indirimi, artan oranlı vergi tarifeleri, indirim, istisna ve muafiyet gibi uygulamalarla, vergi ödeme gücü arasında ilişki kurulabiliyor.
Dolaylı vergilerde ise; KDV, ÖTV gibi bu vergilerin uygulandığı mal ve hizmetlerin, düşük gelirlilerin bütçesindeki payı, yüksek gelirlilere göre daha fazladır. Vergi yükü, asıl olarak düşük ve sabit gelirlilerin üzerinde kalır. ‘Bir ülkede, dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı, dolaysız vergilerden yüksekse, o ülkede vergi adaletinin varlığından söz edilemez.’ şeklindeki iktisat kuramına göre Türkiye’de vergi adaletinden, her geçen yıl biraz daha uzaklaştığı görülüyor.
AB ülkelerinde (25 ülke ortalaması) dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı ortalama yüzde 33,9 iken, bu değer bizde yüzde 60 oranını geçmiştir.
Kamu giderlerinin finansmanının büyük ölçüde Vatandaş Ahmet Beylere havale edilmesi yasa koyucunun benimsediği vergi adaletine aykırıdır. Türkiye’nin vakit geçirmeden mevcut çarpık vergi adaletini sorgulaması yerinde olacaktır.
|
Hakan YILMAZ
12.10.2006
|