‘İsim’ ve ‘resim’lerin değişmesiyle ‘hakikat’in değişmeyeceğini bir türlü kabullenemiyoruz. Kabullenmiş olsak, hâlâ ‘irtica var mıdır, yok mudur’ tartışılır mıydı?
Bir haftalık yurt dışı seyahatinden dönünce, Türkiye’nin yeniden bir ‘irtica tartışması’na sürüklendiğine şahit olduk. Türkiye’yi ‘idare edenler’ bir asra yaklaşan ‘boş’ tartışmaları ısıtıp ısıtıp milletin önüne koyuyorlar.
Sözlük anlamı bir yana, ‘irtica var’ denildiğinde milletin anladığı; bazılarının ‘İslâma uygun yaşayış’tan rahatsız olduğu şeklindedir. ‘İrtica arttı, azaldı’ diyenlerin maksatları başka da olsa, milletin anladığı bundan farklı bir şey değildir. Çünkü, birileri Kur’ân kurslarının sayısının artmasını ‘irtica’ olarak görürken, diğeri Türkiye’deki cami sayısının artışından rahatsız olur. Bir başkası da ‘başörtülü kızların sayısının artışını’ irticaya delil sayar. Farklı sebepler ‘irtica’ için delil sayılmakla birlikte, bu ‘delil’lerin içinde hiçbir zaman ‘içki içmek, kumar oynamak ve hırsızlık yapmak’ yer almaz. Öyleyse milletin ‘irtica var, irtica arttı’ sözlerinden anladığı doğrudur. Yani hiç kimse, “Biz irtica var derken bunları kastetmiyoruz” dememelidir.
“Samîmî dindar”ları rahatsız eden bu beyanlardan eğer başka şeyler kastediliyorsa, bu açıkça beyan edilmelidir. “Böyle midir, değil midir?” diye merak eden varsa ‘millet’e sorabilir.
Bu mevhum suçlama tabiî ki bu günün meselesi değildir. Yarım asrı aşan bir geçmişte sürekli ‘irtica’ suçlamaları yapılmış ve bu uğurda pek çok masum mağdur edilmiştir. Bugün yapılan da çok farklı değildir.
Bu ‘irtica’ nasıl bir şeydir ki, daha doğru dürüst tarifi bile yapıl(a)mamaktadır? ‘Yetkili’ler, kanunlarda böyle bir ‘suç’ olmadığını beyan ediyor ve irticanın tarifini yap(a)mıyorlar, ama suçlamadan da geri kalmıyorlar. Meselâ, Sağlık-İş Başkanı Mustafa Başoğlu, pek çok devlet kurumuna ‘İrtica nedir?’ diye sorduğunu ve cevap alamadığını beyan etmiş. (Yeni Asya, 5 Ekim 2006) Öyleyse nedir bu havanda su dövmeler?
Aslında hükümetin yapması gereken şey çok basit: Bu yöndeki açıklamaları, soruları; bir zamanlar benzin sıkıntısıyla ilgili soruya verilen “Benzin vardı da biz mi içtik?” cevabına benzer şekilde, “İrtica varsa vardır, yoksa yoktur” demesi gerekir. ‘İrtica’ varsa ve bu ‘suç’ ise, bu ‘suç’u işleyenler kanun önünde hesap verir. Yoksa ya da olsa bile bu bir ‘suç’ değilse de yine mesele yok.
Bazıları Başbakan’ın “İrticayı beraber tarif edelim, oturalım, konuşalım. Ne gerekiyorsa yaparız” (Hürriyet, 5 Ekim 2006) anlamındaki beyanlarını “açılım” olarak yorumlamış (Yeni Şafak, 5 Ekim 2006) Ama dikkatli olmak lâzım, çünkü bu yol, tehlikeli ve ‘tuzak’lı olabilir. Bu beyandan sonra oturulsa, konuşulsa ve Başbakan’a yeni bir 28 Şubat örneğinde olduğu gibi ‘yapılacaklar listesi’ verilse iyi mi olur?
“İrtica” varsa da yoksa da Türkiye demokrasi ve hürriyet yolunda devam edecektir ve etmelidir inşallah.
06.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|