Ne çok seviyoruz “sanatçı” sıfatını. Önümüze gelenin ismine yapıştırıyoruz: Türk sanat müziği sanatçısı, Türk pop müziği sanatçısı, tiyatro sanatçısı, sinema sanatçısı…
Sanatçı, bizim kelime haznemizde sanattan ayrılmış bir kere. Kullandığımız yerlere bakarsak, bir sanatçı ya şarkı söyler, ya oyunculuk yapar. Ha bir de hava atanlar vardır, ama onlara sanatçının İngilizcesini söylemeyi tercih ederiz: artist!
Siz istediğiniz kadar sanat bu değil, bunlar icracı, ortaya bir sanat eseri koymuyorlar deyin sonuç değişmez. Belki ağız alışkanlığı, belki “galat-ı meşhur”, belki her kelimenin uğradığı ucuzlama akıbeti…
Oysa ben hiçbir yönetmenin, hiçbir şairin, hiçbir roman yazarının, hiçbir ressamın isminin önüne “sanatçı” sıfatının getirildiğine şahit olmadım. Hiçbir zaman “Ünlü sanatçı Yahya Kemal”, “Ünlü sanatçı Şefik Bursalı”, “Ünlü sanatçı Tarık Buğra” dendiğini duymadım. Onları yaptıkları sanatın ismiyle anmayı tercih ediyoruz. Şairse şair diyoruz, ressamsa ressam. Hatta hiçbirini söylemeye gerek duymuyoruz. Ünlü şair Fuzuli demiyoruz mesela. Fuzuli zaten şiiriyle “ünlüyor”. Halbuki bir şarkıcıya şarkıcı demeyi hakaret sayıyoruz, bir aktöre aktör demeyi ayıp saydığımız gibi. Dilimizden gayri ihtiyari “sanatçı” kelimesi çıkıveriyor.
Sanatı topluma yaymaktansa, sanatçı tabirini yaygınlaştırmayı tercih etmişiz gibi görünüyor.
Her kelime gibi anlamını yitiriyor. Ve anlamını yitiren her kelime gibi başkalaşıyor. Kelime anlamını kaybedince, anlamın bizzat kendisi de yok oluyor. Sanat kelimesinin ucuzlaması, gerçek anlamıyla sanatın da yitip gitmesini netice veriyor.
“Sanatçılar” artıyor, ama sanat uzaklaştıkça uzaklaşıyor hayatımızdan. Şiir gidiyor, yerine “şarkı sözü” geliyor. Biz, hüzünlü bir müzik eşliğinde söylenen her şeye ağlayabilen insanlar haline geliveriyoruz. Ağlarken belki bir yerlerde açılmamış kitaplardaki sanatı tarihe gömüyoruz, “artist”liğimizle kalakalıyoruz…
12.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|