Dünkü makalemizde ümmetin fesada uğradığı, bozulduğu bir dönemde Sünnet-i Seniyyeye sımsıkı sarılmanın yüz şehit sevabı kazandırabileceğiyle ilgili hadis-i şerife dikkat çekmiş, bunun hangi şartlarda gerçekleşebileceği üzerinde durmuş, bugün de devam edeceğimizi belirtmiştik.
Fesad-ı ümmet, yani ümmetin bozulma zamanı tek kelimeyle dehşetli bir zamandır. Allah, peygamber, din, iman ölçü alınmaz o zaman. Kişi Allah’ın rızası yerine nefsin doğrultusunda, günün şartları içerisinde kendine bir yön çizer. Gün gelir doğruyla yalanın aynı çarşıda satıldığı gibi Sünnet-i Seniyye ile dalâlet ve bid’atlar kol kola, yan yana, iç içe bulunurlar. Gün gelir dalâlet ve bid’atlar öylesine revaç ve teşvik bulur ki, Sünnet unutulur, daha öte Sünnete tabi olanlar suçlanır, ayıplanır, hatta cezalandırılırlar.
Böylesine felâket ve helâket dönemlerinde fitne söz sahibi kimseler arasında öylesine yaygınlaşır, saflar birbirinden öylesine ayrılır ki kişi inanç, düşünce ve yaşayış itibariyle babasından, kardeşinden kopar, farklı dünyaların insanı hâline gelir. Dinine bağlı insan ahlâksız bir kadının ayıplandığı gibi ayıplanır. (İbni Mace, II: 1306, 1317.) İlim kalkar, cehalet hükmeder. Zina yaygınlaşır, içki bol bol içilir. (Müslim, İlim: 9; Tirmizî, Fiten: 34.) Emanet ganimet sayılır, zekât ödenmesi gereken bir zarar gibi görülür. Koca her hususta hanımının emrine girip annesine isyan eder, arkadaşının her emrine boyun büker. Kötülüğünden korkulduğu için insanlara ikramda bulunulur. Çalgı âletleri yaygınlaşır. (Tirmizî, Fiten: 38.)
Obur kimselerin yemek çanağına üşüştükleri gibi bir kısım milletler de Müslümanların ellerindekileri alırlar. Müslümanlar sayıca çokturlar, ama suyun üstündeki saman çöpleri gibi kale alınmazlar. İçlerini dünya sevgisi sarar, ölüm korkusu kaplar; gevşektirler. Allah da, onların korku ve heybetini düşmanların kalbinden söküp atar. (Ebû Davud, Melahim: 5.)
Öyle insanlar çıkar ki dinlerini dünya menfaatleri karşılığında satarlar, yumuşak görünmek için koyun postuna bürünürler. (Tirmizi, Zühd: 60.) Fitneler çoğalıp ölüm ve katliâmlar yaygınlaşır. (Buharî, Fiten: 25.)
İşte böylesine bozuk, riskli, sıkıntılı, helâket ve felâket anlarında dini yaşamak alabildiğine zorlaşır. Öyle ki elde kor parçası tutma gibi olur. (Tirmizî, Fiten: 72.)
Deccal da işte böyle bir atmosferde hükmetmeye başlar, aldatmakla iş görür, kötülükleri tevşik edip iyilikleri engeller. Hatta mü’min onun aldatıcılığı ve şüpheli şeyler sebebiyle onu mü’min zannedip ona tâbî olur. (Ebû Davud, Melahim: 14.) Mehdi de tam bu esnada çıkıp onun tahribatını tamire çalışır.
İşte böyle bir atmosferde Sünnet-i Seniyyeye samimiyet ve ciddiyetle bağlılığın, sımsıkı sarılmanın, tavize girmemenin; dini yaşama, yaşatma, anlatma ve yaymaya çalışmanın önemi ve mükâfatı o ölçüde artar. Hassasiyeti ölçüsünde kişi yüz şehit sevabını dahi kazanabilir. Ayrıca Allah Resûlü (asm) böyle fitne ve kargaşa dönemlerinde ibadete sarılmanın; dinin emirleri çerçevesinde bir hayat sürmenin hicret etmek gibi faziletli olduğunu da müjdelemişlerdir. (Müslim, Fiten: 130.)
Böyle bir dönemde mi yaşıyoruz, ne dersiniz?
12.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|