Hak ve hakikat o kadar güçlüdür ki onun karşısında ne tanklar, toplar, ne de nükleer silâhlar durabilir. Allah Resûlü (asm), “Hak yücedir. Onun üstünde bir kuvet yoktur. Ona galip gelinemez” buyurmuyor mu?
610 yılında doğan İslâm güneşinin kısa zamanda karşılaştığı onca dirence rağmen galip gelmesinin temelinde bu vardır. Amerikalı ilim adamı M. Heart’ın dünyanın en etkili olmuş yüz adamı içerisinde ilk sırayı Efendimize (asm) vermesinin temelinde de aynı sır yok mudur?
Arabın dört dahisinden birisi olan Amr bin Âs’ın, Habeşistan’a Müslümanları iade etmesi için Necaşi’ye ricada bulunmak maksadıyla gittiği anlardı. Değerli hediyelerini takdim etmiş, kralın hoşnutluğunu kazanmıştı. Bunu fırsat bilip, huzurundan çıkan bir Müslümanı öldürmek için istedi. Bu Necaşi’yi kızdırmaya yetmişti. Amr bin Âs ise “Yer yarılsa korkudan yerin dibine girerdim” diyecek kadar korkmuş, “Ey Melik, memnun olmayacağını bilseydim, hiç istemezdim” demişti. Necaşi çıkışmış, “Musa’ya gelen Namus-u Ekber’in kendisine geldiği bir zatın (asm) elçisini nasıl sana teslim etmemi; sonra da öldürmeyi düşünebiliyorsun?” demişti.
Sonra da aralarında şu konuşmalar geçti:
“Gerçekten söylediğin gibi mi?”
“Yazık sana ey Amr! Allah’a yemin ederim ki gerçekten o doğruluk üzerindedir. Musa bin İmran’ın Firavun ve ordusuna galip geldiği gibi o da kendisine karşı çıkanlara mutlaka galebe çalacaktır.”
Bu sözler etkilemişti Amr İbni Âs’ı. Öyle ki Necaşi’ye, “İslâma girmek üzere Hz. Muhammed (asm) adına biatımı kabul eder misin?” deme zorunda hissetti kendini.
Necaşi, “Evet” deyip elini uzatmış, biatını kabul etmiştir. Ancak Müslüman olduğunu dışardaki arkadaşlarından gizlemiş, dönüşte Müslüman olduğunu ifade etmek üzere Resûlullaha ulaşmak için yola çıkmıştı. Yolda Halid bin Velid’e rastlamıştı. Onun da Müslüman olmak için yola çıktığını öğrenmiş, birlikte huzura çıkıp Müslüman olmuşlardı.
Bu, hak ve hakîkatin zaferiydi.
04.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|