Müfteri iftiraya doymaz.
Siz bir dizi iftirasını çürütün, ona en sağlam, en keskin delillerle cevap verin, o kısa sürede ortaya yeni bir iftira daha atar.
Çünkü, müfteri iftira üretmekte hiç sıkıntı çekmez. Malzemesi boldur onun.
Son birkaç senedir, müfterilerin ürettiği yeni bir iftira var: Güyâ, Bediüzzaman Said Nursî 1917–1918 yıllarında kurulan Kürt Teali Cemiyetinin aktif bir üyesi imiş.
Bu katmerli iftiranın başını çeken, Selçuk Üniversitesinde öğretim görevlisi olan bir avuç "Kemalist Türkçü" akademisyendir.
Bunlar, 1998'de kitap çıkardılar. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi isimli bu kitapta, Bediüzzaman Hazretlerine açıktan açığa iftira ettiler. Onu Kürt (Kürdistan) Teali Cemiyetinin kurucusu üyesi diye ilân ettiler.
Şimdi, aynı yalan ve iftirayı kurdukları internet sitesinde devam ettiriyorlar.
Biz, 1999 yılı Temmuz'unda bu akademisyen gruba gereken cevapları verdik. Attıkları iftirayı madde madde çürüterek yanlışlarını yüzlerine vurduk.
Ayrıca, bu konuyu istedikleri platformda tartışmak üzere kendilerine meydan okuduk.
Hazırladığımız yazı dizisi tam on gün sürdü.
Bunlar ise, cesaret gösterip karşımıza çıkmadılar. Bize cevap verme ve yalanlarını savunma cihetine de gitmediler. Dönüp dolaşarak, sanal âlemde sallama kolaylığını tercih ettiler.
Söz konusu yazılar gazetemizin arşivinde duruyor. İsteyenlere, yahut ilgi duyanlara bunların bir nüshasını gönderebiliriz.
Yine de, bu vesileyle birkaç noktayı nazara vermek icap ediyor.
* Kürt Teali, İngilizlerin desteğiyle kurulan ve faaliyet gösteren siyasî, ideolojik ve ayrılıkçı bir cemiyettir. Üstad Bediüzzaman ise, hayatı boyunca bu tür teşekküllere müsbet değil, daima menfi bakmış ve onlardan uzak durmuştur. Nitekim, eserlerinde de aynı tavrı takınmış, zararlı cemiyetlere hiçbir surette iltifat etmemiştir. Hatta, esarette iken bu cemiyetlerle teması olan bir talebesi (Müküslü Hamza Efendi) için de "Eyvah! Ne kadar bozulmuşsun" diyerek, bir hafta uğraşıp onu "eski hamiyetine" döndürmüş.
* Üstad Bediüzzaman'ın Kürt Teali Cemiyeti kurucusu gösterenler, belgelerde yüzde yüz tahrifat yaparak bir yalanı yutturmaya kalkışmışlardır. Bu tahrifatın detaylı bilgisi, söz konusu dizi yazımızda mevcuttur.
* Üstad Bediüzzaman'ı o cemiyetin kurucusu gösterenler, bu harp gazisi hamiyetli zâtın o tarihte (6 Kasım 1917) Rusya'da esarette olduğundan bile bihaberdirler. Bundan dolayı da, gerçekleri bilenlerin nazarında madara ve maskara olmuşlardır. (Bkz: Age, s. 144)
* Said Nursî, iki buçuk yıllık esaretten kurtulduktan sonra, 1918 yılı ortalarında (Haziran–Temmuz) ancak İstanbul'a vasıl olabilmiş ve zihnen, bedenen, ruhen yıprandığını söyleyerek, uzun süre sosyal hayattan uzak durmuş, Eyüpsultan Kabristanı ve Yuşa Tepesi gibi sakin yerlere gitmiş, buralarda yalnızlık içinde istirahate çekilmiştir. Öyle ki, aradan aylar geçtikten sonra kendisini tanıyanlar ona şu suâli yöneltmişlerdir: "Neden geldin geleli siyasete karışmıyorsun?" (Bkz: Sünûhât, s. 64)
Esaretten sonra siyasete hiç karışmayan, şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçarak Allah'a sığındığını söyleyen Üstad Bediüzzaman gibi bir şahsiyet, nasıl olur da "Kürt Teali" gibi ayrılıkçı siyaset fışkırtan bir cemiyete dahil olur. Hiç mümkün mü? Bizler de bu gibi müfterilerin iftirasından Allah'a sığınırız.
* Bir zamanlar, yine bir iftira furyası başlatılarak Bediüzzaman Hazretlerinin "zararlı cemiyetler"le irtibatlı olduğu yalanı uyduruldu. Öyle ki, bu konu Meclis'in gündemine dahi taşındı. Konunun muhatabı olan dönemin Adalet Bakanı Fuat Sirmen, çıkıp Said Nursî'nin geçmişte zararlı hiçbir cemiyetle ilişkisi olmadığını resmen ilân etmek durumunda kaldı. (1950 öncesi iki kez Adalet Bakanlığı yapan Sirmen hakkında "komünistlik" iddiasında bulunanlar dahi olmuştur. İşte, bu derece menfi birisi bile, Said Nursî'nin zararlı cemiyetle bağlantısı olmadığını açıklamak zorunda kalmış.)
* Üstad Bediüzzaman'ı zararlı cemiyetler içinde gösterenler, akademisyen de olsalar, eğer müfteri değilse hiç tereddütsüz cahildir. Yıllar önce ortaya attığımız bu iddiayı bugün de aynen tekrarlıyor ve aykırı düşünmeye devam edenleri bir kez daha fikir meydanına dâvet ettiğimizi hatırlatarak yazımızı noktalıyoruz.
Neden?
Büyükanıt paşa, aslında büyük konuştu.
Ancak, gazeteler—ne hikmetse—haberi beklenenden küçük verdi.
Neden acaba?
Sebebini tam olarak bilemiyoruz.
Ama, biz yine de "Hayırdır inşaallah" diyerek gelişmeleri hayra yoruyoruz.
Günün Tarihi
Çöküşün başlangıcı: Kırım Harbi
4 Ekim 1853: Uzun süren bir gerilim döneminin ardından nihayet büyük savaş patladı: Osmanlı Devleti Rusya'ya resmen harp ilân etti.
Rusya'nın kısa bir süre önce Eflak ve Boğdan'ı (Memleketeyn) işgal etmesi, savaş ilânını da hızlandırmış oldu. Bu savaşın tarihe mal olan ismi "Kırım Harbi" olmakla birlikte, netice itibariyle ortaya topyekûn bir savaş hali çıktı.
Kırım bölgesi başta olmak üzere birçok cephede Rusya ile savaşa tutuşan Osmanlı, hem büyük toprak kaybına uğradı, hem de tarihinin en büyük borç yükü altına girdi. Meşhur "Düyun–u Umumiye" belâsı, işte bu savaşın ağır maliyeti sebebiyle Osmanlı'nın başına açıldı.
İkiyüzlü diplomasi
Başlangıçta, İngiltere ile Fransa Osmanlı'nın yanında göründüler. Ancak, özellikle İngiltere kelimenin tam anlamıyla ikiyüzlü davranıyordu.
İngiliz diplomatlar, bir yandan Rus temsilcilerle gizliden görüşüp destek verdiklerini, hatta Osmanlı topraklarını onlarla bölüşmek istediklerini iletmek suretiyle Rusya'yı kışkırtıyorlardı. Aynı İngilizler, bir taraftan da Osmanlı diplomatlarla görüşerek Rusya'ya karşı kendilerine her türlü desteği sağlayacaklarını belirtiyorlardı.
Dolayısıyla, Kırım Harbini bir bakıma İngilizler Osmanlı'nın başına sarmış oldu.
Neticede, yer yer küçük muzafferiyetler elde edildiyse de, Osmanlı bu savaşı hem toprak, hem insan gücü, hem de iktisadî yönden kaybetmiş oldu. Bu kayıp, beraberinde çok ağır bir "dış borç" yükünü getirdi.
Avrupa devletlerine karşı tarihinin en ağır borç faturası altına giren Osmanlı, tarih sayfasından silindiği (1922) zamana kadar da bu borcu ödemeye devam etti.
04.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|