Hayat büyüklere göre şekil alıyor
Şu an pek çok şeyden şikâyetçi isek, bu aslında büyüklerimizden kaynaklanan bir sonuçtur. Çünkü şu an yaşıyor olduğumuz pek çok şeyi, ‘uygula’ diye büyükler bize takdim etmişlerdir. Onun için ortaya çıkan mahsurlardan da onların sorumlu olmasını beklemek normal olsa gerek.
Hemen hemen hayatımızın her döneminde ‘belirleyici’ büyükler vardır. Çocukluk yıllarında evlerdeki belirleyiciler, eğitim yıllarında okullardaki belirleyiciler, iş yıllarında da iş yerlerindeki belirleyiciler bulunmaktadır. Eh bu kadar belirleyici olunca, ayakları üzerinde duracak olan bireye pek bir iş de kalmamış olacaktır. O belirleyiciler bizim için bir şeyi belirlerken, uygulayıcı olan bize hiçbir şey de sormazlar. Çünkü bizim için doğru olanı sadece onlar bilirler.
Bu tabiî onlardaki doğruya kapalı olma anlamına gelmiyor. ‘Nasihat’ toplumumuzda yerine başka bir şey konulamayan bir değerdir. Ama onun da kendisine ait şartları vardır. Nasihatlerin takdimi, bindirme emirlerle ‘yapın’, ‘edin’, ‘uygulayın’ şeklinde uygulayıcıya ulaşmayacaktır.
Mutsuzluklarımızın seçimi kendimizden
Üzerinde yaşadığımız dünyada mutluluğumuza da, mutsuzluğumuza da kullanılabilecek haddinden fazla malzeme var. Bunlar kullanıcıların ilgilerine bağlıdır. Bakış açısına göre mutsuzluk malzemeleri bile mutluluk için kullanılabilir. Aslında bu noktadan bakıldığında hayatımızın kontrolünün düşündüğümüzden çok daha fazlası kendi ellerimizdedir. Ama bunu görmeyince etkin hale de gelmemektedir.
Yapabileceklerini görmek kişi için büyük bir kazanımdır. Elinin ulaştığı noktayı gören, bu ulaştıklarını kendi mutluluğu için kullanabilir. Ama aklını mutsuzluğu için de kullanan o kadar çok insan var ki!
İşin bu boyutu da düşündürücü.
Küçük yaşlara dikkat
Hayatın mutsuz eden yönünün nasıl oluştuğunu büyükler öğretmiştir bize. Çünkü mutsuzluklarımızın hemen hepsinin tohumları içimize küçük yaşlarda atılmıştır. ‘Sorgulamadan yaşamak’ (taklit) hastalığına daha o küçük yaşlarda tutulmuşuzdur. Büyüklerin “dediğim dedik…” bindirmeleri, ‘benim düşüncem’ kavramlarını kökünden kazımıştır. ‘Katılmıyorum, ben böyle düşünmüyorum, bana uymaz… cümleleri yeni moda cümleler. Dün böyle cümle kurmak, saygısızlık, terbiyesizlik, baş kaldırmışlık… alâmetleri olarak değerlendirilirdi. Onun için böyle cümlelere fırsat verilmezdi.
Gerçi bu gün de çok bir şey değişmiş değil. Çünkü halen yanlış yapanlar cezalandırılır. Neden? Yanlış denen şey, büyüklere uymayan uygulamalardır da ondan. Onların söyledikleri dışındaki her şey bir yanlış içerir ve cezayı gerektirir. Yapana göre yanlış da olsa, büyüklerin söyledikleri yerine gelecektir. ‘Neden?’ sorulmadan.
Yine onun içindir ki, yanlış da olsa dediklerini yapanlar ödüllendirilir. ‘Aferin’ler onlar içindir. Bu ödül aynı zamanda, ciddi bir mesajdır, ‘İstediklerimi yapmaya devam et…’ anlamı içerir. Bu ödül ve ceza verici güçlü de olunca kabul görmemesi düşünülmez.
Haklı veya haksız olan yok;
gücü elinde bulunduran var
Bir yerde emir varsa, düşünce yok demektir. Düşüncenin olduğu yerde de emir yoktur. Çünkü düşünce zaten (yapılması gereken) gereğini beraberinde getirir. Orada düşünce alış verişi vardır. Düşünceler birleşerek daha güçlü hale gelir.
Emir ise, haklı olmak veya olmamakla ilgilenmez. Emir, sadece sonuçta neye hizmet ederse etsin, yerine getirmeyi gerekli kılar.
Gücü yeten yetene
Evet, evde, okulda, iş yerlerinde, gücü elinde bulunduranların işine gelen bir yaklaşımdır bu. Onun için herkes bir alttakine bindirme yapıyor. Bir gün önce işe başlayan, bir gün sonra işe başlayana hayatı yaşanmaz kılabilmektedir. Önce doğanlar sonra gelenleri çok yoruyorlar. Konu nedir? Kıdem farkı. Çünkü emirler vardır ve emirler yerine gelmeyince cezalar uygulanır.
Kimsenin direnç göstermek gibi bir lüksü de yoktur. Direnç göstermenin daha kötü sonuçlara yol açacağına inanıyorlar ki, bu da genelde doğrudur.
En acı manzara da, şu veya bu şekilde, pek çok kişi, istemediği bir sürü şeyi yapıyor. Bu tavırla oluşturulmuş milyonlarca gönülsüz insanlar topluluğundan çok bir şey de beklenmez. Yaptıkları işten de hayır gelmez. Çünkü adam yerine konmamışlık, en büyük moral bozukluğudur.
Yaptığın bir işi sorgulamamak kadar ağır bir davranış olabilir mi? Adam, şunu söyleyebiliyor, ‘Ben sana düşünce üretmeyi değil, emirlerimi yerine getirmeyi emrediyorum.’ Böyle bir anlayıştan ne çıkar Allah aşkına. Kahredici bir yaklaşım.
İnsanlar yaptıkları iş ve şartları ne olursa olsun, “Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?” diyen bir anlayış özlemi içerisindedirler. İnsana yakışan da budur.
Al birini, vur ötekine
Yönettiği insanların duâlarını alamamış bir yönetici idareci sıfatı kazanamamış demektir. Bizim, her şeyi bilen ve hiçbir öğretmenine bir şey sormayan müdür bey ile, bünyesinde çalıştırdığı yüzlerce insanı aynı kategoride (danışılmayan, görüş alınmayan) gören işletme müdürü ve bu vatanı sadece ben severim, bu vatan benden sorulur diyen askerî ihtilâl söylemi arasında hiçbir fark yok. Kafa aynı kafa. Düşünceyi yok sayan her ortam, kendince bir ihtilâl izi taşır. Al birini vur ötekine…
Hepsi ‘belirleyici’ anlayışın hayata yansımış şekilleri.
Bu anlayış sürüp gittiği sürece, ‘sürünüp gidiyoruz’ anlayışı da sürüp gidecektir.
14.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|