Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Zekât seferberliği

İnsanlar ekonomik olarak eşit bir şekilde yaratılmamışlardır. Her toplumda zenginler de vardır, fakirler de... Aslında toplumun ahenkli işleyişi için bu farklılık bir bakıma da gerekmektedir. Çünkü sosyal bir varlık olarak yaratılan insanların birbirleriyle ilişki içinde olmaları, yardımlaşmaları ancak bu farklılıkla mümkündür. Diğer taraftan insanların bazısı zenginliği, kimisi de fakirliği ile sınanmaktadır. Öte yandan herkes helâl rızkını elde etmek için çalışmak zorundadır. Allah kiminin rızkını genişletir, kiminkini de daraltır. Ancak zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumu kapatmak için de zenginlerin fakirlere “zekât” vermesini farz kılmış, faizle onları sömürmelerini de yasaklamıştır. Bu formül ile hem yoksullar onurlu bir hayat seviyesine ulaşabilir, hem de iki tabaka arasındaki çatışma potansiyeli, sevgi, şefkat, saygı ve kardeşliğe dönüşür. Kur’ân’ın bu çözümü dünyadaki yoksulluğu ortadan kaldıracak kadar etkili bir yoldur.

Maddî buhranlara manevî buhranlar sebep olduğu gibi, manevî buhranlara da maddî buhranlar kuvvet verir. Ekonomik dengenin bozulup maddî farklılığın artması korkunç felâketlerin habercisidir. İnsanın manevî yönü olduğu gibi, bir de maddî yönü vardır. Bu iki yönünde ihmal edilmemesi gerekir. İnsanların manevî huzuru bir ölçüde maddî refahlarına bağlıdır. Zengin, fakir arasındaki mesafe açıldığı nispette, maddî sıkıntılar çoğaldığı ölçüde, toplum huzuru tehlikeye düşmüş demektir. Bunun içindir ki İslâm, zenginleri fakirlerin yardımına çağırmakta, zekât ve sadaka köprülerinin atıldığı ve insanların sadece nefislerinin rahatını düşünmeye başladıkları ölçüde belâlar dalga dalga ve rahat etme niyetlerinin aksine zahmet tokatları gelmeye başlar.

Nasıl ki, hayatın hayatı imandır, sosyal hayatın ruhu da zekâttır. Çünkü o, insanların davranışlarını maddî ve manevî sahada disipline eden mukaddes bir emr-i İlâhîdir. Bu bakımdan beşer, bugün karşılaştığı birçok ekonomik meselelerin altından kalkmak istiyorsa, sosyal hayatta zekât kurumunun revacına gayret etmelidir. Çünkü zekât, toplumun sosyal ve ekonomik problemlerini çözüm getirecek, rahatsızlıklara sünger çekebilecek bir şifâ özelliğine sahiptir.

İslâm’da, dinî vecibeler içinde namazdan sonra en büyük önem ve kıymet, zekâta verilmiştir. Gerçekten de namaz, dinî hayatın direği, İslâmî hayatın teminatıdır. Zekât ise, sosyal hayatın dayanak noktasıdır. Namaz kılınmayan bir toplumda dinî yaşayış zayıflayıp sönmeye yüz tutacağı gibi, zekât emrinin tatbik edilmediği bir toplumda da sosyal huzur, birlik ve beraberlik kalmaz. Fakir ve zengin sınıflar arasında dayanışma ve yardımlaşma ortadan kalkar; sevgi ve saygı duyguları yok olur. Günümüz toplumlarının hâli buna açık bir delildir. Namaz ve zekât, biri kişinin iç dünyasını, diğeri de dış dünyasını düzenleyici iki ana direktir. Zekât, zenginlerin fakirlere yaptıkları basit bir yardım değildir. Zekât fakirin, zenginin malında olan bir hakkıdır. Allah, bu hakkı imtihan için zenginlerin malının içine koymuştur. Zekât, zengine emanet olarak bırakılmış fakire ait bir hediyedir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu husus şu şekilde belirtilmiştir: “Mü’minlerin mallarında dilencinin ve dilenmeyen fakirin bir hakkı vardır.” (Zâriyât, 19). Fakiri bulmak ve ona hakkını vermek görevi zengine aittir. Fakir, kapı kapı dolaşıp da zengin arayacak değildir. Zekâtı ödenmemiş bir mal, içinde “emanet” bulunduğu ve o an da “hıyanet” üzere bulunulduğu için temiz ve helâl olmaktan çıkar. Aslında zahiren “helâl” yolla kazanılmış olsa bile, emanet yerine ulaştırılmadığı için bu zenginlik gayri meşrû bir varlık hâlini alır. Zekâtı ödendiğinde mal da temizlenmiş olur. Bu yüzden Efendiler Efendisi, “Malınızı zekâtla temizleyin.” buyurarak tüm Müslümanlara ilân etmişlerdir.

Bediüzzaman, toplumdaki kavgaların ve fesadın asıl kaynağı olarak aşağıdaki iki kelimeyi ifade ediyor.

Birinci kelime: “Ben tek olsam, başkası açlıktan ölse bana ne.”

İkinci kelime: “İstirahatım için zahmet çek, sen çalış ben yiyeyim.”

Birinci kelime ben merkezciliği, ikinci kelime de çıkarcılığı sembolize eden düşünce ve davranış kalıplarıdır.

Bediüzzaman, birinci kelimeye karşı zekât kurumunu vurgulayarak zenginin fakiri düşünmesini önemsiyor. İkinci kelimeye karşı da üretmeden para kazanmayı sağlayan paranın satılmasını, yani faizi onaylamayarak reçetesini sunuyor.

2002 yılında Nobel iktisat ödülünü bir psikoloğun aldığı ve tezinde ekonomik hareketlilik ve risk yönetiminde psikolojik etkenlerin rolüne değindiği düşünülürse, Bediüzzaman’ın çok önceden egoizm ve menfaatçiliğin ekonomiye zararlarını vurgulaması çok ilginçtir.

Zenginin yoksula yardım ve şefkatle yaklaşması, yoksulun servet düşmanı olmamasında, kin, öfke, nefret hissetmemesinde, bu düşünce sisteminin önemli rolü vardır.

İslâm toplumlarında görülen sosyal ve ekonomik bozukluklar ve çarpıklar ve bundan doğan yıkıcı fikir cereyanları ve her türlü sefaletin yayılmasında en büyük rolü zenginler oynamaktadır. İslâm toplumları zekât kurumunu gerçek mânâsıyla işler halde tutamadıkları için, bir çok sosyal ve ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu sebeple, İslâm toplumlarının her bakımdan istikrar ve huzuru temin eden yardımlaşma kurumları (zekât, sadaka v.b.) üzerinde önemle ve ısrarla durmaları gerekmektedir. Bu konuda bir haberde şunları okuyoruz: “Ortadoğu’da kalıcı bir barışın sağlanması için sürpriz planlar hazırlanıyor. Bu planlardan biri de bölge ülkeleri arasında refah seviyesini dengelemek için İslâm dininin beş temel esasından biri olan zekât müessesesinin, Ortadoğu ülkeleri arasında işler duruma getirilmesi. Bu konudaki yaklaşım, bölge ülkeleri arasında ekonomik yönden refahın artmasını sağlayacağı gibi, sosyal yönden de önemli derecede fayda sağlayacağı yönündedir. Suudi Arabistan ve petrol zengini diğer ülkelere Batıdan lüks ithalatı kısmaları, bunun yerine fakir komşularına daha fazla yatırım yapmaları teklif ediliyor...”

Zekât kurumunun tam tatbik edildiği devirlerde, milletlerin bünyesinde ne derece faydalı olduğuna tarih şahittir. Bugün de temennimiz İslâm toplumlarının zekât kurumuna sahip çıkmaları ve bunu hayata geçirmeleridir. Amerika’da ve Batıda zekâta benzer bazı uygulamaların yapıldığı görülmektedir.

–Devam edecek–

Mehmet Abidin KARTAL

14.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004