On bir ayın sultanı olan Ramazan, mü’minlerin gönüllerinin de sultanıdır. Her sene gittiği günden itibaren gelişini beklemeye başlarız. Daha aramızdan ayrılmadan hasreti ve özlemi yüreğimizi yakmaya başlar. Onun gelişi ile yürek yangınlarımız sona erer, hüzünlerimiz sevince, hasretliğimiz vuslata dönüşür. O yüce sultanı gönül saraylarımızda misafir etmekten mutlu oluruz. Ramazan sevinci, büyük küçük herkesin yaşadığı, doyumsuz ve tarifi imkânsız bir sevinçtir.
Ramazanla hayatın rengi birden değişir. Her şey insanın gözüne ve gönlüne daha güzel görünür. Normal zamanlarda farkına varmadığımız bir çok güzellikleri bu ayda keşfederiz. Sevgi, hoşgörü, yardımlaşma, dayanışma, hediyeleşme, ikram, ihsan, gibi insana mutluluk veren ne varsa, bu ayda ortaya dökülür. Hayat çok farklı bir iklimin etkisine girer. Bu iklimde rahmet yağmurları hiç eksik olmaz. Böylece çorak gönüller yeşerir, kurak kalpler rahmete kanar. İnsan günahlarının ağırlığınan kurtularak mi’raca doğru yükselir.
Mü’minler Ramazan ayının getirdiği bu güzellikleri doya doya yaşamak için gayret ederken, birileri de bu güzellikleri gölgelemek için harekete geçiyor. İrtica, iftira, hurafe, bid’at gibi İslâm’ın reddettiği ne kadar menfîlikler varsa, sepetlerine doldurup Ramazan ayında mü’minlerin üzerine boca ediyorlar. Bunlarla İslâm’ın güneş gibi parlak hakikatlerine gölge yapamayacaklarını bildikleri halde, “Çamur at, izi kalsın” diyerek ellerinde ne kadar çamur varsa sağa sola sürüyorlar.
Malum çevreler mü’minlerin Ramazan sevincini gölgelemek için ellerinden geleni arkalarına koymuyorlar. Âdeta ellerinde bir büyüteçle dinde ve dindarlarda kusur aramaya koyulmuşlar. En ufak bir açık bulduklarında Arşimet’in hamamda peştemalle fırlayıp “Buldum buldum” diye bağırdığı gibi, buldukları kusurları âleme ilân etmek için yarışıyorlar.
Kusur diye manşetlere taşıdıkları ise, aslında incir çekirdeğini doldurmayacak hususlardan meydana geliyor. Abartılı türbe ziyaretleri, camilerde yan gelip yatan insan manzaraları ve bir takım mecnunların ve meczupların garip davranışlarını ekranlara taşımak sûretiyle güzel dinimizi çirkin göstermeye çalışıyorlar.
Dinimizde yeri olmayan bid’at ve hurafeler en fazla dindarları rahatsız eder. Fakat bakıyoruz, hurafeleri, yanlış anlama ve yanlış uygulamaları manşetlere taşıyanlar genellikle dine mesafeli olan çevreler oluyor. Atalarımız, “Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmaz” demişler. Bunların hem namazda gözleri yok, hem de kulakları ezanda. Ama onların duymak istedikleri ezan “Allahuekber” ile başlamıyor. “Tanrı uludur” diye okunacak ezanı bekliyorlar. Peki o zaman namaz kılacaklar mı? Hayır. Maksat namaz kılmak değil, ezanın aslının ortadan kaldırılması. Bu amaçlarına ulaşmak için dinî motifleri irtica aracı olarak itham etmekten çekinmiyorlar.
İrtica denen gulyabanî, genellikle Ramazan aylarında hortluyor. Rahmet, mağfiret ve bereket ikliminde insanlar daha fazla istifade etmek için gayret gösterirken, irtica avcıları da gayretlerini yoğunlaştırıyorlar.
Yıllarca arşivlerinde biriktirip beklettikleri bir takım malzemeleri bu ayda servise koyarak, yeni yaşanmış olaylar gibi hepsini birden takdim ediyorlar. Bazı görüntüler temcit pilavından daha sık servis yapıldığı için artık mide bulandırıyor.
Şu mübarek ayda Ramazan gibi şerefli bir misafiri ağırlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Onun getirdiği rahmet ve mağfiretten azami derecede istifade etmenin gayreti içindeyiz. İrticaymış, bid’atmış, hurafeymiş, bu gibi “kakofoni” konularla uğraşacak vaktimiz yok. Bırakın da Ramazan’ın tadını çıkartalım.
13.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|