Tecrübe ve istikrar her şeyin başında gelir. Ayrıca minarenin dibindeki adamla şerefede ezan okuyan bir göremez. Ülfet, öldürücü bir hastalıktır. Bu itibarla gerek dar dairede ve gerekse geniş dairede cereyan eden hadiselerin hikmetlerine bakmak lâzım. Kalem ve mantık sahibi kişiler bu cihetleri temâşâ edip değerlendirir. Yani dün ile bugünü kıyaslamadan hedefe varamazsınız. Bu itibarla geçtiğimiz haftada vefat eden bir çok kardeşimizden, bilvesîle yakînen diyaloglarım olan üç mevtâ üzerinde insanlara örnek olacak tesbitlerim olacak.
Birincisi: 1970’lerde tanıdığım Yüksel Urak Ağabeyimiz, hakikatın gür sesi Yeni Asya gazetemizin Eskişehir Temsilciliğini en dar günlerde yapan ve ömür boyu bu neşriyat ve hizmet için çırpınan Anadolu’nun istikrar abidelerinden biri idi. Dar günlerde bir avuç iman fedaisiyle, bir çok parçalanmalara rağmen, o bu dâvâda atom çekirdeği gibi parçalanmadı ve çevresindeki insanlara imkânları muvacehesinde iman ve Kur’ân hakikatlerini ulaştırmaya çalıştı. 65 yıl bembeyaz saçlarla ve yıkılmayan bir azimle ve büyük bir hastalıkla Hakka vuslat etti. Haziran’da öz ağabeyimi kaybettim, şimdi aynı mânâda bir ağabeyimi daha kaybettim.
Yüksel Urak Ağabeyimiz gibi zatlar eğer gençlere örnek gösterilse, o vakit gençlerin çalışma şevki ve istikrarı daha da artacaktır. Bundan yıllar önce elimden tutarak Eskişehir Yeni Asya Vakfı Temsilciliğinin görkemli salonunda tıklım tıklım toplanan hanımlar topluluğuna “Bediüzzaman’dan Çağımıza Müjdeler” konferansını verdirtti. Hanımlarla diyaloğu fevkalade idi. Geçen hafta taziyesi için gittiğim Eskişehir’de, mezarın başında 50’yi aşkın hanım kardeşimi gözyaşları içinde, o tozlu mekânda Fatiha okurken görmem bu ifademi perçinlemektedir. Kaldı ki bu toplulukta ailesinden kimse yoktu. İşte dünya bu manevî kardeşliğe, sevgiye muhtaç. Çünkü sevgiler kalbe zorla konulmaz ve zorla da çıkarılmaz.
İkincisi: Maddî hayatını 77’nci yılında noktalayan merhum Ahmet Yılmazkart uzun yıllar rençberlikle uğraştı, toprakla, yaylalarla ve haşin kışlarla boğuştu, savaştı. Kendisinin tahsil hayatı çok az, fakat o bunun intikamını pırıl pırıl evlatlar yetiştirmekle almıştı. Konya-Cihanbeyli-Yeniceoba’nın bu yiğit insanı, istikbali tefekkür eden bir köylüydü. Çünkü Hz. Bediüzzaman—babamın nakline göre—“İki evlâdınız varsa birini okutun” diyordu. O bu tenbih ve irşada katılmıştı. Neticede hukukçu, mühendis ve işletmeci evlâtlar yetiştirdi.
Takdir ettiğim nokta; evlâtlarının inandığı ve takip ettiği Nur-u Kur’ân dâvâsına karşı gelmiyordu ve daima maddî ve manevî destek çıkıyordu. 77 yılının son demlerine kadar hayırdaydı, hizmetteydi, fedakârlıktaydı. Çok babalar tanıdım, mücadele ettim, hak yolundaki evlâdına karşı setler koyuyordu, fakat merhum Ahmed Ağabeyimiz bu setleri kıranlardan ve una ekmeğe döndürenlerdendi. Aziz Türkiye’de çok ağaçlar görmekteyim, bazıları kavak, bazıları verimli meyve ağaçları. İşte Yılmazkart Ağabeyimiz geriye çok verimli meyveli ağaçlar bıraktı, hem de Konya’nın çorak arazisinde.
Üçüncüsü: Anne ve babaların en çok sevdikleri kız çocuklarıdır. Denizli’de Süleyman Delikanlı kardeşimin de nur topu Sevde isimli 3 yaşında bir kızı vardı. Havuza düşerek boğuldu. Mustafa Sungur Ağabeyin torunu da böyle gözlerinin önünde havuzda boğuldu, zâhiren bu. Fakat makalemin başında hikmetten bahsettim. Elbette bu vefatta da hikmetine bakacağız. Bazan büyüyünce evlâtlar acılaşıyor, fakat küçükken ne kadar sevimli ve hoş. İmtihanlar çok ve çeşitli, bilinmiyor...
İnşaallah muhterem Delikanlı ve eşinin çocuk sevgisi ebedî âlemde, dar-ı bekâda kucaklarında bulacakları Sevde isimli yavrularıyla devam edecektir. Kime nasip olur derler? İşte bu sizlere nasip oldu. Elbette şefkat sizlerin gözyaşlarını dökecektir, fakat ebedî âlemdeki Cenâb-ı Hakkın ebedî evlât ikramından da sevinç gözyaşları dökünüz. Yazdığım her üç mevtâ, üçaylarda, Ramazan’da Hakka vuslat eden yolcular, ne büyük bahtiyarlık. Ruhları şâd olsun.
13.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|