Fransız parlamentosunda "Ermeni diasporası" lehinde alınan karar ile "Bir milyon Ermeni'yi öldürdük" diyen Orhan Pamuk'a Nobel Edebiyat Ödülünün verildiğine dair karar arasında ciddî bağlar olduğu, şüphe götürmeyecek kadar açıktır.
Zira, bu her iki karar aynı gün ve hatta aynı saatlerde alındı.
İkincisi, her iki kararın da "Ermeni meselesi"yle doğrudan bir bağlantısı var.
Fransız meclisinin durumu zaten apaçık ortada. Orhan Pamuk hakkında ise, şu can alıcı soru—ister istemez—akıllara takılan bir çengeldir:
"Orhan Pamuk, şayet uluslar arası Ermeni lobilerini memnun eden o lâfları söylemeseydi, acaba yine Nöbel ödülüne lâyık görülür müydü?"
Bizim bu noktada kanaatimiz tam oturmuyor. Yani, yüzde seksen/doksan ihtimalle, Pamuk'a edebiyattaki ustalığından dolayı değil, Ermeni lehinde ve Türkiye'nin resmî politikaları aleyhinde sarf ettiği sözlerden dolayı söz konusu ödüle layık görülmüştür.
Bununla beraber, biz bu iki önemli gelişmeyi tümüyle siyah, yahut tümüyle beyaz olarak görmüyor ve öyle görmeyi doğru da bulmuyoruz.
Çünkü, bütün bu gelişmelerin seyri içinde, hemen her safhada "ara renkler", yahut "gri renkler" var.
Bunları görmemek, dikkatsiz bakışlarla meseleye bodoslamasına girmek demektir.
Aklın gereği odur ki, tablonun bütün renkleri hem görülebilsin, hem de tarif edilebilsin.
İşte, bizim gördüğümüz tablonun ara ve gri renklerinden sadece bir kısmı.
Önce, Fransızlar'dan başlayalım.
Fransa da ikidir
* Fransız parlamentosunda 570'ten fazla üye var. Oysa, "Ermeni soykırımı yoktur diyene ceza var" teklifinin oylamasına, bu sayının ancak beşte biri katılmış. Katılanlardan sadece 106 üye bu ceza taslağı lehinde oy kullanmış.
* Parlamentoda muhalefet ağırlıklı 106 kişiyle alınan bir karar, aynı parlamentonun geriye kalan 470 üyesini de gözden düşürmemeli.
* Bu kararın tatbik edilebilmesi için, iki–üç merhalenin daha kat edilebilmesi gerekir: Senato, Cumhurbaşkanı ve AB parlamentosu.
* "Derin Fransa", Türkiye'nin AB'ye üye olmasını istemiyor. Ancak, bu tavrını merdane bir şekilde ortaya koymuyor. Türkiye'yi reaksiyonlarla, aksülamellerle tuzağa düşürmek ve bu suretle AB'den dışlamak istiyor.
* Fransa'daki bu "düşünce yasağı" kapsamındaki maddelere benzer ağır ceza kànunları, ne yazık ki biz de var. Meselâ, 301. madde. Bizim Fransa'yı rahatça kınayabilmemiz için, öncelikle benzer türdeki kendi ayakbağlarımızdan kurtulmamız gerekmez mi? Ele verirken özgürlük talkını, lütfen kendimiz yutmayalım totaliter salkımı.
Pamuk'un ödülü
Gelelim Pamuk'un Nobel ödülüne...
Evet, Orhan Pamuk, şayet yukarıda belirttiğimiz aykırı konuşmaları yapmasaydı, büyük ihtimalle Nobel ödülüne de layık görülmeyecekti.
Ancak, her şeye rağmen, bu yüz yıllık uluslar arası edebiyat ödülünün Türkiye'den bir romancıya verilmiş olmasını, yine de ülkemiz adına bir avantaj olarak görmeli ve öyle de değerlendirilmeli.
Zira, buna karşı gelmenin bizim için hiçbir getirisi yok. Hatta, başka milletler nezdinde daha bir tuhaf karşılanırız.
Hani, çok sevinmeyip Pamuk'u alkışlamasak da, hiç olmasa sessizce durmasını ve gelişmeleri serinkanlılıkla takip edebilmeliyiz.
Öyle keskin renklere abanarak, bağırıp çağırarak, lehte yahut aleyhte nümayişler yaparak, milletimize, ülkemize hiçbir şey kazandıramayız.
Bırakalım bu su kendi mecrasından akıp gitsin. Bakalım, nereye kadar varıp gidecek. Şayet, bir yerde zarar verecek gibi olursa, yine de suyu başından kesmek değil, belki mecrasını değiştirmek için, uygun şartlarda bir müdahale söz konusu olabilir.
Hisleri ön planda tutarak önceden sert ve keskince bir tutum sergilemek, büyük devlet ve büyük milletin şanından olmasa gerek.
Duygusal değil, bize akıllıca bir duyarlılık içinde hareket etmek yaraşır.
Günün Tarihi
Demokrasi devrinde siyasetin milâdı
14 Ekim 1973: Milletvekili genel seçimleri yapıldı.
450 üyeli Meclis'te Ecevit başkanlığındaki CHP 185, Demirel başkanlığındaki AP 149, Erbakan başkanlığındaki MSP 48 ve Bozbeyli başkanlığındaki DP 45 milletvekili sayısıyla yer aldı.
Seçim sonrasındaki oy sayısı, oy oranı ve partilere göre milletvekili dağılımı şu şekilde oldu:
Parti % oylar vekil
CHP: 33,29 3.570 185
AP: 29,82 3.197 149
DP: 11,89 1.275 45
MSP: 11,80 1.265 48
CGP: 5,26 564 13
MHP: 3,38 362 3
BAĞ: 2,80 300 6
Tabloda görünen oy oranı ile milletvekili sayısı arasındaki uçurum, hayli dikkat çekici.
Bir başka husus, yüzde 33 oranında oy ile 185 milletvekili kazanan CHP, Meclis'te diğer bütün partilerin toplamından daha fazla bir etki gücüne sahip oldu.
* * *
Bu seçimin en önemli bir özelliği, Erbakan faktörünün siyaset sahnesinde aktif şekilde yer alması oldu.
İlk kez 1973 genel seçimlerinde bir siyasî partinin lideri olarak siyaset terazisinde ağırlığını hissettiren Necmettin Erbakan, 1946'dan bu yana devam eden 60 yıllık demokrasi süreci içinde adeta bir "milât" teşkil etti.
Dolayısıyla, bu çok partili dönemi "Erbakan'dan önce" ve "Erbakan'dan sonra" (yani EÖ ve ES) diye ikiye ayırmak mümkün.
Meselâ, şöyle ki:
1) Erbakan'dan önce hür ortamda yapılan bütün seçimleri Demokratlar (DP, AP) kazandı ve her defasında da tek başına iktidara geldiler. Meselâ, hürriyet zemininde yapılan 1946 yılı İstanbul seçimleri (Anadolu'da aynı ortam yoktu), 1950 seçimleri ve ardından yapılan 1954 ile 1957 seçimleri; keza 1965 ve 1969 seçimleri.
2) Erbakan'ın parti lideri olarak seçime girdiği 1973'ten bu yana ise, Demokrat misyonlu partilerin oyları bölündü ve bugüne kadar yapılan hiçbir seçimde, Demokratlar tek başına iktidar şansını bulamadı.
(Özal ve Erdoğan gibi siyasîler, Demokrat misyondan değil, Erbakan'ın misyonundan gelmedir. Bunlar, rejimin tabularıyla uğraşmamışlar, uğraşamamışlardır.)
3) Demokrasi tarihinde "seçim başarısı" nedeniyle iktidar yüzü görmeyen CHP, yine ilk kez Erbakan sayesinde birinci parti oldu ve bu partinin genel başkanı da (Ecevit) Başbakanlık makamına oturdu. Evet, Ecevit'i ilk kez başbakanlığa taşıyan kişi Erbakan oldu. 40 yıl siyasetle uğraştığı ve birkaç kez başbakan olduğu halde, Türkiye'ye kalıcı bir tek eser bırakmayan Ecevit'ten geriye ise, sadece hayatı sarsan derin kriz izleri kaldı.
4) Dinî argüman, siyasette mebzûl miktarda kullanılmaya başlandı. Siyaset, imam hatip okullarına, İlâhiyat fakültelerine ve hatta Kur'ân kurslarına fütûrsuzca bulaştırıldı.
5) Erbakan'ın başını çektiği siyasî hareket iktidara yaklaştıkça, Türkiye'de irtica yaygaraları çoğaldı. Ne zaman ki partisi iktidara geldi ve kendisi Başbakan oldu, o zaman da "28 Şubat kıyameti" koptu.
6) Demokratlar, Erbakan ve onun siyasî varyasyonlarının siyaset sahnesinde zayıflaması, yahut etkisini kaybetmesiyle ancak tek başına iktidar yüzü görebilir. Aradan geçen 33 yıllık çalkantılı dönemden sonra, bugün için öyle bir sürecin başladığını söylemek, kehanet olmasa gerek.
14.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|