Ermeni meselesi, Fransa ve Türkiye ile birlikte, Avrupa ve dünya gündemine yeniden oturdu.
Bu gidişle, bu mesele gündemden çıkacak gibi de görünmüyor.
Son gelişme şudur: Fransa, "Ermeni soykırımı yok diyene ceza var" şeklindeki bir tasarıyı parlamentoda görüşmeye ve bu hükmü kànunlaştırmaya hazırlandığı için, Türkiye ile bu ülke arasında yeniden bir gerginlik başgösterdi.
Aynı gerginliğin dolaylı etkisi AB üyesi diğer ülkelerde görünmeye başladı.
Çok zaman ve çok yerde Türkiye'nin başını ağrıtan bu kronik sıkıntının, şüphesiz ki belli başlı bazı sebepleri var. Bunları yakinen bilmek, görmek lâzım.
Bu sebeplerin başında ise, Fransa'nın Osmanlı'da "etnik ve dinî hassasiyetleri kaşıma" politikası gelir.
Önemli bir diğer sebep de, Türkiye'de bilhassa son 140 yıldır iç ve dış siyasette yaşanan hatalar, iradesizlikler ve perişaniyet zinciridir.
Kışkırtma planları
Rusya ve İngiltere gibi Fransa'da, uzun yıllardan beridir Osmanlı ve Türkiye yönetimine karşı özellikle Kürt ve Ermeni kartını oynuyor.
Bu hasmanen oyunun ilk halkası, tarihe "93 Harbi" olarak geçen 1877–78'deki Osmanlı–Rusya savaşı sonrasında sahnelendi.
Diğer bazı Avrupa ülkeleri yanısıra Fransa da, o tarihlerden başlayarak tâ günümüze kadar gelen süreç içinde, Kürt ve Ermeni menşeli terör örgütlerine yardım ve yataklık yapmaktan hiç geri durmadı.
Meselâ Fransa, 1890'lardan itibaren Osmanlı'ya karşı Ermeni fedâilerini örgütleyen, Ermeni halkını kışkırtan ve yer yer çok kanlı ayaklanmalara öncülük eden Taşnak ve Hınçak isimli örgütlerin pekçok militanını eğiterek Anadolu'ya gönderdi.
Bu Ermeni örgütlerin Fransa'da birer "Merkez Komite"si vardı. Militanlar, tâ o tarihlerde bile istedikleri gibi hareket ediyorlar, teşkilât faaliyetinde bulunuyorlardı.
Fransa ise, onlara her türlü desteği sağlıyor, siyasî ve hatta silâhlı yönden sıkı, dinamik bir örgütlenme içinde bulunmalarına yardım ediyordu.
İşte, fırsat buldukça Anadolu'ya gelerek ortalığı karıştıran ve Ermeni halkını kışkırtarak onları isyana zorlayan militanların çoğu burada eğitilerek yetiştirilmiş kimselerdi.
İki zıddı yakınlaştırma çabası
Fransa, benzer bir kartı da Kürt menşe'li muhalifler için oynadı. 1920'de Ermeni Bogos Nubar Paşanın safına Kürt Şerif Paşayı (eski Stokholm elçisi) da katan Fransa, bu iki etnik menşeli temsilciler arasında adına "Paris Konferansı" denen bir anlaşma zemini hazırladı.
Buna göre, Doğu ve Güneşdoğu Anadolu Bölgesinde iki ayrı hükümet, yani Kürdistan ile Ermenistan kurulacaktı. (Gariptir, Fransa o tarihde bu iki zıt unsurun aslında akraba olduğu tezini bile işlemeye ve yaymaya çalıştı.)
Tabiî, neticede sırf Ermenilere yarayacak olan bu sinsî plan, öncelikle "Kürt ulemâ ve umerâsı" tarafından reddedilerek suya düşürüldü.
Elinde tuttuğu kartı oynamayı sürdüren Fransa, son yıllarda da bilindiği gibi PKK ile olan yakınlaşması ve bu örgüte karşı duyduğu sempati (Bayan Mitterand gibi) ile politik çehresini bir kez daha göstermiş oldu.
İşte aynı Fransa, Kürtler'den çok daha fazla değer verdiği Ermenilerle olan içli–dışlı münasebetinin devamını dün gibi bugün de oynuyor. Muhtemelen yarın da oynayacak.
Ayak bağlarından kurtulmadıkça
Bugün için Fransa'ya dönüp "Bu sinsî politikaları terk et artık" demek sözde kolay olsa bile, onu bundan bilfiil vazgeçirmek hiç de kolay ve basit olmayacak.
Çünkü Türkiye, Kürt ve Ermeni meselesini henüz kendi içinde halledebilmiş değil. Meselelerin halli yolunda ciddî engeller var; hatta ayak bağları var.
Türkiye'nin, öncelikle bu ayak bağlarında kurtulması lâzım. Bunu başarmak da kendi elinde. Ama, şimdiye kadar maalesef bağları çözmek için eli varmış değil. Zira, bu iki mesele orta yerde âdeta tabu gibi duruyor.
İnsanımız Kürtlerle ve Ermenilerle ilgili konuları rahatça ve serbestçe konuşamıyor, tartışamıyor. Konuşulduğunda da, hemen bir zıtlaşma, bir kutuplaşma sıtması başgösteriyor ki, ortalık toza dumana boğduruluyor.
Bundan dolayı da, mesele sürüncemede kalıyor ve her vesileyle konu tekrar betekrar gündeme geliyor, yahut getiriliyor.
Türkiye, her türlü önyargıdan, her türlü siyasî ve ideolojik saplantıdan kurtularak, öncelikle kendi içinde Kürt ve Ermeni meselesini masaya yatırmak ve bunları adım adım çözmeye çalışmak durumunda. Zaten, başka türlü de çıkar yolu yoktur bunun.
Çağrı
Yer altında nükleer deneme yapan Kuzey Kore yetkilileri ABD'ye çağrıda bulunmuş: "Bombayı patlattık, gelin masaya oturalım."
Adamlar ne desin? Bombanın üzerine oturamayacaklarını bildikleri için, haklı olarak masada oturmayı tercih ediyorlar.
Günün Tarihi
Mudanya'da ateşkes görüşmesi
11 Ekim 1922: İki–üç yıldır savaş halinde olan Türkiye ile Yunanistan arasında Mudanya Mütarekesi imzalandı.
İki ülke temsilcileri arasında Bursa'nın Mudanya ilçesinde yapılan bu ateşkes antlaşması, İtilâf devletlerinin de bilgi ve dolaylı desteği ile gerçekleşti.
Taraflarca üzerinde anlaşmaya varılan 14 maddelik metin, Türk Dışişleri Bakanı Vekili Yusuf Kemal Bey tarafından Millet Meclistinde okunduktan sonra kabul edildi.
Üzerinde anlaşma sağlanan 14 maddelik Mudanya Mütarekesinin en önemli hükümlerini şu şekilde sıralamak mümkün:
ª Mütareke imzalandıktan üç gün sonra, yani 14/15 Ekim gecesi yürürlüğe girecek.
ª Böylelikle, Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki silâhlı çatışma sona erecek.
ª Yunanlılar Doğu Trakya’yı 15 gün içerisinde boşaltacak ve bölge İtilâf Devletleri aracılığıyla 30 gün içerisinde Türk tarafına devredilecek.
ª Barış antlaşması imzalanıncaya kadar Türk ordusu Trakya’ya geçemeyecek. Buna karşılık, iç güvenlikle ilgili olarak 8000 civarındaki bir jandarma kuvveti gönderilebilecek.
ª Barış antlaşmasının imzalanmasına kadar Meriç’in sağ sâhili ve Karaağaç İtilaf Devletlerinin işgali altında kalacak, Türk kuvvetleri Çanakkale Boğazı ve İzmit’te belirlenen çizgiyi geçemeyecek.
Not:
Dün hatalı çıkan "Kerbelâ Fâciası"nın doğru tarihi 10 Ekim 680'dir.
11.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|