Aradan yıllar da geçse, insanın yaşadığı bazı tipik olaylar, birer hatıra olarak canlılığını korumaya devam ediyor. Sıradan olayların öyle çok garipsenecek, tuhaf karşılanacak bir tarafları olmadığından hatıra olarak da hafızada yer etmiyor, çabucak unutuluveriyor. Fakat hatırınızdan geçen hadiseler, sizin şahsınızda ülkenin gidişâtıyla alâkalı bazı mesajlar veriyorsa, bu çeşit hatıralar daha bir önem arz ediyor.
Zamanın akıp gitmesiyle birlikte, yaş ilerledikçe, şu dünya hayatında, zaman zaman hiç de beklemediğimiz olaylarla karşılaşıyoruz. Türkiye gibi demokrasisi iyice oturmamış veya tam da oturmakta iken darbelerle oturmasına müsaade edilmemiş bir ülkenin vatandaşı iseniz, daha ötesi böyle bir ülkede devletin herhangi bir kademesinde memur veya âmir durumunda iseniz, başınıza tuhaf olayların, garip hadiselerin gelmesi kaçınılmazdır.
İşte ben de otuz yılı aşkın bir zaman diliminde çalıştığım öğretmenlik veya idarecilik dönemimde, oldukça enteresan olaylarla karşı karşıya kaldım. Bu nevî olaylar, şahşımdan öteye ülkemizin geçmişten günümüze içinde bulunduğu duruma da ışık tuttuğu için, zaman zaman bunları okuyucularımla paylaşmayı uygun görüyorum.
Gayem hiçbir zaman, kurum veya kişilerin eskiden yaptıkları hataları gündeme taşıyıp, yaraları kaşımak değil. Ayrıca bu gibi uygun olmayan, nâhoş, gayr-ı kanunî olaylardan şahsen ne kadar zarardide olsak da, çoğu zaman bunları sineye çekmeyi; hiçbir zaman başta ordumuz olmak üzere kurumlara karşı menfî bir düşünce içine girmemeyi tercih ettik. Ama kurumlar veya kanunlar adına bazı kişilerin yaptıkları gayr-ı kanunî keyfîlikleri de hoş karşılamadık, bunlara karşı meşrû zeminlerde doğru olanı dün de, bugün de söylemeye devam ettik.
Bu açıklamayı şunun için yapmak ihtiyacını hissettim. Bundan bir süre önce yine 12 Eylül darbesinin akabinde başımdan geçen enteresan bir olayı anlatmıştım bu köşede. Orada bulunduğum yerin sıkıyönetim komutanının bazı kanunsuz ve keyfî uygulamalarından bahsetmiştim. O sırada bu yazımla ilgili olarak, telefonda bana emekli subay olduğunu söyleyen bir zat, güya bu gibi hatıralarla eski yaraları kaşıdığımı, dolayısıyla sözkonusu olaylardan habersiz olan şimdiki gençlerin ordumuz hakkında hiç de iyi olmayan düşüncelere gireceğini; bu sebeple bu çeşit hatıralarımı şimdi dile getirmenin zararlı olduğunu söyledi.
Ben de yukarıda beyan ettiğim gibi, bu emekli subaya; bu ülkede ordu gibi bir kuruma karşı yanlış bir düşünce içinde olmadığımızı, fakat şanlı ordumuz adına geçmişte ve bugün bazı kişilerin yaptıkları ve hâlen yapmakta oldukları yanlış icraatları tasvip etmemizin mümkün olmadığını, milletimizin bunları bilmesinde de hiçbir beis ve sakınca bulmadığımızı beyan ettim.
Bu meyanda başımdan geçen bir darbe hatırasını sizinle paylaşmayı uygun gördüm. Darbe yapılalı epeyce zaman olduğu halde, askerler hedeflerini tahakkuk ettirmek için her yerde ve her kurumda planlarını hızla uyguluyorlardı. Bir gecenin geç vakti, kapım çalındı. Çıkınca karşımda bir askeri görünce doğrusu şaşırdım. Asker telâşlı bir şekilde, “Müdür bey, komutanım seni istiyor” deyince ben de “Peki kardeşim, sen git hemen geliyorum” dedim. Asker; “Beraber gitmemiz lâzım” deyince ben de “Peki” dedim ve hemen üstümü giyerek çıktım. Askerle birlikte akşamın karanlığında gezici komando birliğinin karargâh olarak kullandıkları mekâna geldik. İçeri girdiğimde karşımda komando bölük komutanı bir yüzbaşı ile daha sonra Jitemci Cem Ersever olduğunu öğrendiğim sivil kıyafetli binbaşıyı gördüm.
Ben komutanın, benimle asayiş ve güvenlikle ilgili konuşacağını beklerken, bakın işte komutanın istek ve serzenişleri şöyle: 1. Bayan öğretmenlerle tokalaşmadığın doğru mu? 2. Bir bayan öğretmenin sınıfta çerez yediği ve sizin de buna göz yumduğunuz söyleniyor. 3. Başörtülü bir bayanın törenlere katılmadığına göz yumuyorsun. 4. Bazı öğretmenlere izin veriyorsun, bazılarına da vermiyorsun. 5. Sol görüşlü öğretmenlerle çok uğraşıyormuşsun.
Aslî vazifesi güvenlik ve asayişin sağlanması olan askerî yetkilimizin, bu yetki alanını normal buluyor musunuz?
15.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|