Sonunda beklenen oldu ve “özgürlükler ülkesi” sıfatını kimseye vermeyen, ama dünyanın dört bir yanında sömürgelere kanla hükmetmiş Fransız’ın meclisinden kendi tarihini de, insanlık onurunu da, bilimsellik dokunulmazlığını da ortadan kaldıran, umursamayan karar hafta içinde çıktı…
Çoğu zaman iddia ettiğimiz gibi bu olay; yaklaşan seçimlerde sadece bir miktar Ermeni oyunu almak isteyen siyasilerin küçük hesaplarının sonucu değil… Kökü tarihimizde yaşanmış olayların, halkalar eklene eklene bugünlere gelebilmiş uluslar arası siyasî oyunları zincirindeki son durum!
Tam da aynı günde Orhan Pamuk’a verilen “Nobel” ise bir yanıyla aba altından sopa gösterme, bir taraftan “çağdaş devşirmelik”in geldiği son noktayı gözümüze sokma, bir taraftan da sanki; “bakın… Bizim istediğimiz gibi düşünüp, yazıp, konuştuğunuzda sizi ödüllendirmesini de biliriz” demenin Batıcası!
Fransa’nın almış olduğu bu ayıplı karar aslında; taa Taşnak ve Hınçak örgütlerini yetiştirip beslemesiyle başlayan bir hesabın geldiği son nokta…
O zaman bizim de taa o günlere sağlıklı biçimde bakmamız gerekmiyor mu?
Zaten başından beri bu konuda dilimizin tutukluk yapmasının sebebi, Osmanlı tarihiyle sürdürdüğümüz resmî dalaşmadan bir türlü kendimizi kurtaramayışımız değil mi?
Tanzimat döneminde ne gibi olaylar yaşadık?
Meşrûtiyet döneminde neler oldu?
Balkan Savaşı günlerinde Anadolu’da cirit atanlar kimlerdi, yardakçıları ve yol göstericileri kimler?
Jön Türkler ve İttihad Terakki’nin tarih sahnesindeki gerçek yüzünü ne kadar bilebiliyoruz bugün bile?
1. Dünya Savaşına nasıl ve niye girdik?
Onca toprak kaybından sonra kanla, canla ve imanla kurduğumuz Cumhuriyet döneminde yaşanan kimi olaylar sadece göründükleri gibi miydi acep?
Meselâ; 1935, 1942, 1946, 1950, 1960, 1971, 1980, 1997 dönemeçlerinin öncesinde, esnasında ve sonrasında neler oldu?
Söz konusu dönemlerde, dönemeçlerde görünürde hangi olaylar vardı arka planlarda neler yaşandı?
O dönemlerde hangi “kahraman”lar suçlana geliyor resmî tarihimizde de kimler “kahraman” olarak sunuluyor millete?
Neden?
Sultan Abdülhamid’e suikast düzenleyenlerin başarısız olmasına üzülenlerin bugün Fransa’yı eleştirmeye ne kadar hakları vardır?
Sahi… O gün o kişiler kimlerden nasıl cesaret alabilmiştir ki Sultan Abdülhamid’e bombalı saldırı düzenleyebilmişlerdir?
Bombalı saldırıdan bahsetmişken… Çeyrek yüzyıl kadar öncesinde, diplomatlarımıza suikastlar düzenleyenler ve destekçileri, hâmileri kimlerdi?
Günümüzde Cumhuriyet’i savunduğunu ve yücelttiğini sanan kimi gafillerin; bu topraklarda iz bırakmış Selçuklu ve Osmanlı hatta Bizans’ı da yok saymayı tercih edişlerinin sonucu değil midir biraz, “Ermeni” kelimesi etrafında nafile dönüşlerimize sebep?
O halde önce kendi tarihimizle yüzleşip, kendi tarihimizle barışacağız… Ardımızda vebal, yalan, iftira bırakmadıktan sonra göreceğiz ki değil sadece Fransa, bütün dünya benzer kararlar alsa bile vız gelip tırıs geçecek. Kaldı ki… O zaman zaten böyle bir karar almaya kimse tevessül de edemeyecektir!
Yeter ki öncelikle ve ivedi olarak, samîmî biçimde, bilimsel yöntemlerle, her türlü yanlılıktan ve tek taraflı bakış açısından uzak biçimde Osmanlı tarihiyle yüzleşelim. Helâlleşelim. Ondan sonra Fransız’ın hangi sebeple olursa olsun yaptığı küstahlık Eyfel Kulesi gibi orta yerde kalakalır çırılçıplak. Onu da nasıl saklarlarsa saklasınlar!
Birkaç Fransız’la sohbet
Bu olay bana birkaç Fransız’la yaptığım bir sohbeti hatırlattı niyeyse…
Sanıyorum 4 yıl önceydi… Bir gün kültürel bir ortamda, ülkemizde incelemeler yapmak, sosyal-kültürel yapısını izlemek üzere İstanbul’da bulunan birkaç Fransız aydınıyla(!) aynı masaya düşmüştük…
Yemekler yenilmeye başlanıp oradan buradan muhabbet ediliyordu ki; bir süre önce yaşadığımız 1999 depreminin ardından Batılı ülkelerin nasıl yardımımıza koştukları getirildi masaya Fransız misafirler(!) tarafından ve içlerinden birisi; “Biz tarihimiz boyunca Osmanlı’dan günümüze ne zaman başınız sıkışsa size yardım etmişiz!” deyiverdi…
Dilimin ucuna cevabı geldi, ama o cevabı yutkundum ve tam da o günlerde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanan İstanbul’un yaşadığı deprem felâketleriyle ilgili araştırma kitabında okuduğum bilgilere dayanarak, kibarca şöyle söyledim: “Gerçekten haklısınız! Fransızlar olarak her daim yanımızda olmuş, yardım etmişsiniz. Meselâ daha önce yaşadığımız büyük depremlerde hatırı sayılır yardımlar yapmışsınız. Hem de öylesine titiz ve dikkatli nokta(!) yardımları yapmışsınız ki; hangi semtteki hangi Ermeni kilisesine, Ermeni okuluna ya da Ermeni mahallesine yapılacağına kadar şartlı aynî ve nakdî yardımlarda bulunmuşsunuz!”
Masadaki Fransız misafirler(!) bu sözlerimden memnun olmadılar… Aralarında bir şeyler konuştular ve sözü birden ülkemizin AB’ye giriş sürecine getirdiler… İçlerinden biri gerilmiş yüz hatlarıyla ve birkaç defa üstüne basa basa tekrarlayarak; “Artık bizimle daha iyi geçinmelisiniz… Çünkü AB’ye girebilmeniz bizim dudağımızın ucunda… ‘İstemiyoruz!’ dedik mi, işiniz biter! Unutun AB’yi MB’yi…” deyiverdi… Ve böyle davranmaya mecbur oluşumuzdan, Fransa sayesinde AB’ye girdiğimizde de bu iyiliği (!) unutmamamız gerektiğinden, Fransa’ya sonuna kadar “borçlu” kalacağımızdan da bahsetti devamında…
Bu cümleler bana tercüme edildiğinde az önce dilimin ucuna gelen ve yutkunduğum cevabı veriverdim: “Bakın… Biz hiç bir zaman yaptığımız iyiliği başa kakmayı sevmeyiz! Kültürümüzde bu bir ayıptır… Demin diyecektim ama bu sebeple vazgeçtim… Ancak şimdi siz bir ‘borç’tan bahsedince söylemem kaçınılmaz oldu! Eğer bizimle sizin aranızda bir ‘borç’ söz konusu ise sizin bize atam Kanuni’den bu yana duran bir borcunuz zaten var!
Dediğiniz gibi bir durum olur da size borçlanmış sayılacak olursak, belki belki 400 küsûr yıllık borcunuzdan düşmüş olursunuz! Eğer atam Kanuni o iki satırlık mektubu yazmasaydı ortada bugün Fransa diye bir devlet bulunmayacak, sen şimdi karşımda olamayacak, olsan da karşımda bir Fransız olarak oturamayacaktın… Ama biz AB’ye girsek de girmesek de Müslüman bir Türk olarak var olacağız!”
Masada buz gibi bir hava esti elbette… Ve misafir(!) efendiler hafif sırıtışlarla konu değiştirmek lüzumu hissettiler!
15.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|