Yaşlı bir teyze, elinde ağır bir torbayla yürümeye çalışıyordu. Bir ayağını yerde sürüyerek ve bir eliyle de duvarlara tutunarak. Yanına yaklaşıp, elimi omzuna attım. Sandım ki, başı döndü ve ayakta kalmak için tutunuyor duvarlara. “Teyzeciğim bir şey mi oldu size?” diye sordum. “Yok kızım iyiyim” diye cevapladı sorumu. Poşetini aldım elinden ve yürümeye başladık teyzeyle birlikte. Çok ağır yürüyordu. Daha doğrusu yürümeye çalışıyordu.
Kim olduğunu, neden bu poşeti kendisinin taşımaya çalıştığını sordum. Öyle ya, bu yaşlı ve güçsüz haliyle bunu taşımak onun işi değildi. Torunları, kızları ya da oğulları biri vardı mutlaka. Bu durumda onun bu işi üstlenmiş olması saçmalıktan başka bir şey değildi. Zihnim ne kadar alışmıştı, birinin ihtiyarlayınca bu kadar ağır işleri etrafındakilerin yapacağı fikrine. Oysa hayat öyle değildi işte. Biri yaşlanınca etrafında ona bakacak birileri olmayabiliyordu. Hatta çağımızda yaşlılar daha çok hayatın ağır yükünü yükleniyorlardı. Bencilliklerin ve hazların çağı olduğu için, kimse bir yaşlının dertlerini çekmek gibi bir zahmete katlanmak niyetinde değildi.
Teyzeyle adım adım yürürken hayatın akordu çok farklı melodiler çalıyordu gönlümde. Teyzecik, bana zahmet vermek istemediğini söylüyordu o haliyle ve elimde tuttuğum poşeti, “Sen yoruldun kızım, ben taşırım” diyerek elimden almaya çalışıyordu. Ben, “Zahmet etmiyorum teyze. Sen rahat ol lütfen” deyince, “Allah razı olsun kızım” diyerek mütebessim bir şekilde yüzüme bakıyordu.
Yetmiş yaşındaydı teyze. Bir yıl önce oturmuş oldukları ahşap ev, gece dört sıralarında yanmıştı. İkinci katta oturuyordu oğluyla. Yangın sırasında oğlu onu sırtına alarak pencereden atlamıştı. Bu atlama sırasında teyzecik, kalçasından ve belinden sakat kalmıştı. Oğlunun da bir ayağı kırılmıştı. O yüzden iş de yapamıyordu. Bunları anlatırken bile yüzündeki tebessüm ve teslimiyet görülmeye değerdi teyzeciğin.
Şükrediyordu her haline. “Dünya ne ki, hiç. Her şey gelir insanın başına. Önemli olan öldükten sonra ne olacağın?” dedi. Sonra da, aynı cümleyi tekrarladı, “Sana çok zahmet verdim kızım. Ağırdı o poşet, ver ben taşıyayım.”
Bütün hayatı özetledi teyzecik birkaç kelimede. Yetmiş yıllık ömrünün sermayesini yüreğinde toplamıştı.
Kimsesi yok muydu teyzenin? Vardı elbette, ama hiçbirine karşı tek şikâyet cümlesi dahi kurmadı. Durmadan tebessüm ediyor ve bir taraftan da haline şükrediyordu.
Ne ile geçindiklerini sorduğumda, üç aylık ihtiyar maaşı aldığını söyledi. Çok şükür, idare etmeye çalışıyoruz diyerek.
Allah’ım ne hayatlar yaşanıyor, önümüzde, arkamızda, yanımızda, sağımızda, solumuzda. Belki karşı komşumuzda, belki yan kapıda, bir mahalle yukarıda…
Hiç kimsenin hayatı sıradan değil. Çünkü hayat sıradan ve yolda bulunup da mülk edinilmiş bir değer değil. Kimimizin hayat hikâyesinde, fakirliğin ezici acıları var. Kimimizinkinde zenginliğin. Ama hepimizin hayatında değişmeyen bir gerçek var, o da insan olarak birbirimizden sorumlu olduğumuz gerçeği. Ramazan bu sorumlulukların hatırlandığı ve yaşandığı bir ay olarak ne güzel ve ne rahmetli bir aydır.
15.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|