Bizler çoğu zaman dünyanın gürültülü olaylarına kendimizi kaptırırken, bu arada nefsimizin malı alıp götürdüğünün farkında bile olamıyoruz. Nefis manevî duygularımızı körelterek, ebediyet yolculuğumuzun, karanlıklara götüren zararlı bir sonuçla son bulmasına sebep olmaktadır. Bunu bildiğimizi sanıyor olmamıza rağmen, çoğu zaman gafletin kalın karanlık perdelerini aralamak için ciddî bir çaba içinde olamıyoruz ne yazık ki…
Nefsimizin aldatmalarıyla baş etmediğimiz veya edemediğimiz zamanlar, “Nasıl olsa Allah gafur ve rahimdir, bizi affeder” diyerek adeta Allah’ın rahmet ve merhametini hafife almak gibi bir yola tevessül ederiz. Oysa Rabbimiz bizlerin hangi maksatla neyi yaptığımızı gayet iyi bilmekte ve samimiyetimiz ölçüsünde bizim yaptıklarımızı değerlendirmeye tabi tutmaktadır.
Her halukârda samîmî olmak zorundayız. Çünkü bizler kendisinden hiçbir şeyi gizleyemeyeceğimiz bir Rabb-i Âlim tarafından imtihan edilmekteyiz. Ondan hiçbir şeyi gizleme imkânına sahip değiliz. Kalbimizden geçen en gizli hissiyatlarımızı bile bizden çok daha iyi bilen bir Yaratıcının karşısında hilelere baş vurmak, aklı başında olan insanların yapacağı bir iş değildir.
Hem Allah’tan ümit beklediğimizi ifade etmemiz, hem de işlediğimiz günahlara devam etmemiz haleti, insanlık adına içine düşülmemesi gereken bir tezadı teşkil etmektedir. Zira bizler biliyoruz ki, insanlar yaptıklarından dolayı pişmanlık duyarak ve işlediği günahları bir daha yapmamak üzere tevbe ederek Allah’tan af ve mağfiret dilerse doğrusunu ve samimi olanı yapmış olacaktır.
Hiç kimsenin Allah’ın rahmetine güvenerek günahlarda devamlılık gösterme hakkı bulunmamaktadır. “Ben nasıl olsa ilerde tevbe ederim” düşüncesiyle gayr-i insanî fiillerine devam edenler açık bir şekilde nefsin ve şeytanların tuzaklarıyla kendi kendini baş başa bırakmaktadır.
İnsanlık düşmanı habis ruhların oyuncağı olanlar, artık her türlü günahı kendine mübah görecek ve büyüğüne küçüğüne bakmadan her türlü günahı işlemekten çekinmeyecektir. Böylece işlemiş olduğu günahlarla insanlar başta olarak bütün mahlukatın manevî nefretlerini üstüne çekecektir.
Unutmayalım ki, bizler için Cenneti kazanmak kolay olmadığı gibi, Cehenneme ehil bir vaziyete düşmek de pek uzak bir ihtimal değildir. Diğer bir ifadeyle Cennet Allah’ın samîmî kullarını bin bir türlü nimetlerden istifade ettirmek için beklerken, Cehennem de dünyadaki yaşantısıyla Allah’ın rahmetinden kendini uzaklaştırmış insanlara azaplar tattırmak için beklemektedir.
Gerçek şu ki, nefis ve şeytanlar insanlara bu dünyada imtihanı kaybettirmeye çalışmaktadır. Aksine hareket edip şeytanların oyununu bozan insanlar, imtihanı kazanmanın zevk ve lezzetini hem bu dünyada hem de ölümden sonraki âlemde en güzel bir şekilde tadacaklardır. Bu gerçekler ortadayken geçici zevkler ve menfaatler için günahlara yönelmen ne kadar adice bir hareket olduğunu aklı başında olan her insan anlayacaktır şüphesiz…
Kimse bu dünyada daha ne kadar yaşayacağını bilemeyeceğine göre, yapılması gereken, akla gelen ilk dakikadan itibaren insan olmaya karar verip, yaptıkları yanlışlardan dönmek ve Allah’ın bu kararında kendisine yardımcı olmasını dilemektir. Aksi takdirde kişinin gittikçe kararan kalbi aydınlıklardan uzaklaşacak ve bir gün dönülmesi mümkün olmayan karanlık bir yolda kendini bulacaktır.
“İlerde tevbe ederim” gibi bir yaklaşım nefsin ve şeytanın bir aldatmacasıdır. Çünkü bizden ileride değil hemen tevbe etmek istenmekte ve zaman kaybedilmeden günahlardan uzaklaşmamız emredilmektedir.
Ölümün ne zaman yakamıza yapışacağı belli değildir. Ayrıca uzun bir hayat yaşasak bile, Allah’ın rızası olmadığı takdirde tevbe etme imkânını bulmamız mümkün olmayacaktır.
16.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|