Türkçe ibadet ve ezan görüşünün haylice rağbet gördüğü sıralarda ilahiyatçı bir arkadaşla yaptığımız fikir alış verişi, belki de hayatımda faydasını gördüğüm bilgilerden birisidir. İbadetlerin veyahut ezanın şeâir, bir elbise olduğunu ilk o söylemişti. Aynı şekilde, “Söz gelimi Türkçe duâ, meselâ Fatiha okunabilir. Ama Kur’ân Arapça nazil olduğundan, Türkçe’nin ses yapısı ve alfabemiz Arapça’ya has kavramlar ve onların ifade edilişini karşılayacak derecede değil. Meselâ bir hırıltılı he (hı), bir dat, İstanbul Türkçesi’ni esas alan Türkiye Türkçesi’nin geniz yapısında yok” düşüncesi, benim için baya mantıklı gelmişti. O zaman anlamıştım ki bir nesne, varlık yahut, adına ne denirse densin, bir şey, içinde barındırdığı ve anlam bulduğu kavramlarla en doğru ifadesini bulur. Ve bu kavramlar, kendisi hakkında insan beyninde mantıksal, duygusal, ruhsal ve sezgisel bir bütün oluşturan “kavram haritası”nı meydana getirir.
Kur’ân-ı Kerim ve dolayısıyla İslâm şeâirleri açısından durum öyle de, yine bizim için manevî bir değeri olan dinî bayramlarımız için de aynı durum söz konusu değil mi? Söz gelimi Ramazan Bayramı… Bayrama girerken hemen her tarafta gördüğüm sevinçler, reklâmlar, paylaşımlar ve bunların dile gelişleri bana Ramazan Bayramı’na ait kavram haritasının manevî doyumunu pek de vermediğini hissettiriyor. Meselâ “Bayramın kutlu olsun” ifadesinde geçen “kutlu” kelimesi, her ne kadar kutsallığı anlatıyorsa da, Ramazan Bayramı’nın menbaı olan İslâm kültüründen kalan “mübarek” kelimesinin mânevîliğini bana tattırmıyor. Ne bileyim, benim için bağından koparılmış bir gülden yayılan koku gibi bir durum arz ediyor.
Öte yandan, “İyi bayramlar” cümlesinde geçen “iyi” kelimesi, bana yönü tayin edilmemiş bir arzunun hırsla parıldamasını çağrıştırıyor. Oysa bizim İslâm kültüründen gelen “her şeyin hayırlısı…” türünden ibarelerde geçen “hayırlı” gibi maneviyatlı bir kelimemiz var. Sanırım, “iyi”yi değil de “hayır” ibaresini kullanırsak, bayram uhrevî ve dünyevî yönden hayatımıza katacağı değerlerin vazgeçilmez manevî doyumunu bize yaşatır. Tevekkül, kanaat, teslimiyet gibi, “hatt-ı vasat” denilen dengeli kişiliğe has kavramları hatırlatır.
Bununla birlikte, “Bugün bayram, doyasıya eğlence…” türünden kullanımlar, zihinlerde sanki bayramın sınırsız bir eğlenceye payanda olduğu düşüncesini uyandırabiliyor. Oysa Ramazan Bayramı dinî bir bayramdır. Ramazan ayı sonunda verdiği nimetlere şükür bağlamında, Allah’ın insanlara bir hediyesi ya da ziyafetidir. Bu durumda “doyasıya” eğlence değil, “meşrû” eğlence olmalıdır bayramdaki eğlence. Yok eğer böyle olmazsa, meselâ her türlü eğlencenin mübah görüldüğü bir yılbaşı “kutlamasından” ne farkı kalır Ramazan Bayramı’nın? Demek ki reklamların bilinçaltımıza işleyen sinirsel kodlamalarından olan “doyasıya eğlence” ifadesinin etkisiyle “Bugün bayram, bayramda eğlenmeyeceğiz de ne zaman eğleneceğiz?” türünden düşünceler içinde bayramı geçirmemeliyiz. Abarttığımı düşünebilirsiniz; ama tanıdığım birisine bayramda ne yapacağını sorduğumda, “Çılgınlar gibi eğleneceğiz” cevabını alıyorsam, ister istemez bunu televizyon ekranlarından bilinçaltımıza şırıngalanan “doyasıya eğlence” ifadesine de bağlıyorum.
Demem o ki, insanlar kavramlarla düşünür, duygu ve düşünce dünyasını da dile döktüğü kavramlarla anlamlandırır. Dilden zihne, zihinden dile dökülen ve sonunda kalbi etkileyen her türlü kavram, aslında pek de farkında olmadığımız bir harita çiziyor bizim için. Sinir Dili Programı diye adlandırılan NLP’de, haritaların gerçeği yansıtmadığından hareketle, “Harita (sınırlı, öznel algımız) vatan (gerçeklik) değildir” düşüncesi ilk sırayı teşkil eder. Peki ya gün gelir, harita vatan olursa? O hâlde vatanı (gerçekliği) kavram haritalarımıza değil, kavram haritalarımızı vatana (gerçekliğe) tekabül ettirmekte fayda var.
Efendim, bayramınız şimdiden mübarek olsun; hayırlara vesile olması dileğiyle…
22.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|