O öyle bir gece idi. Nice böyle geceler yaşandı.
Tıpkı bu geceler gibi idi.
Hür mü’min elini ve gönlünü sonuna kadar açmıştı.
Bekleme yok, reddetme yok, kabul etmeme yok, duymama yok, aşağılama yok.
Irkı ve siması hangi renkte olursa olsun seviliyor, sayılıyordu.
O gece idi.
“Ya Rab” denildiği an ciğerlerinden kopup gelen niyaz ve pişmanlık alâmetlerine gözyaşları karışıyordu.
Ateşin hararetini söndüren soğuk suya benziyordu.
Her gözyaşı Cehennem ateşinin korlarını söndürüyordu.
Asırlar bu gecede mü’minlere adeta bir can simidi olmuştu.
Yalvarış ve yakarışlar, semanın yedi katından Rahmet-i Rahman’a ulaşmıştı.
Gele gele asrımıza gelmişti.
Zaman dehşetli, öyle gaddar, öyle bedbaht, öyle acımasızdı... Yine eller ve gönüller semaya uzanmıştı.
Ramazan ayının biriktirdiği manevî feyizler ile Âlemlerin Rabbine niyazda bulunuyordu.
“Yâ Rab kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar, bizi emanette emin kıl” diyordu.
Rahmetine ve mağfiretine o kadar muhtacız ki...
Yüzümüz yok, kusurumuz çok, kabahatlerimizi saymak ile bitiremeyiz.
Ama, Seni seviyoruz, Senden korkuyoruz ve yine Senin af ve şefkatine sığınıyoruz. Bizi, ailemizi, anne ve babamızı, yavrularımızı, küçük ellerini sana açıp büyük duâlar eden masum yavruların hakkı için, İki Cihan Serverinin (asm) hakkı için bizim günahlarımızı bağışla.
İnsanların vefasızlığından ve şefkatsizliğnden Senin engin şefkatine sığınıyoruz. Gecemizi gündüze, kışımızı bahara, acılarımızı sevinçlere, maddî ve manevî hastalıklarımızı sağlık ve sıhhate çevir.
Bu gecenin hakkı için gönüllerimizi Sana çevir.
Ülkemize, İslâm âlemine, masum insanlığa sulh ve selâmetler ihsan et.
Ve akan çaylar gibi günah ve kabahatlerimizi yıka ve temizle Allah’ım. Âmin.
19.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|