Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onlara "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden bağışta bulunun" dendiği zaman, kâfirler iman edenlere derler ki: "Allah'ın dilerse doyuracağı kimseleri biz mi doyuralım? Siz ap açık bir sapıklıktasınız."

Yâsin Sûresi: 47

19.10.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kim ki inanarak ve sevabını Allah'tan umarak, Kadir Gecesini ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.

Câmiü's-Sağîr, c:3, 3716

19.10.2006


Kadir gecesi ve şirket-i mâneviye

Kadir gecesindeki dakikaların âşirelerinin, Kur'ân harfleriyle çarpımı adedince Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Bütün ruh u canımla mübarek Ramazanınızı tebrik ederim. Ve o mübarek şehirde ettiğiniz duâların, Cenâb-ı Hak yanında makbul olmasını Erhamürrâhimînden niyâz ederim.

Sâniyen: Bu seneki Ramazan-ı Şerif hem âlem-i İslam için, hem Risâle-i Nur şakirtleri için gayet ehemmiyetli, pek çok kıymetlidir.

Risâle-i Nur şakirtlerinin iştirâk-i âmâl-i uhreviye düstur-u esasiyeleri sırrınca, herbirisinin kazandığı miktar, herbir kardeşlerine aynı miktar defter-i âmâline geçmesi, o düsturun ve rahmet-i İlâhiyenin muktezası olmak haysiyetiyle, Risâle-i Nur dairesine sıdk ve ihlâsla girenlerin kazançları pek azim ve küllîdir. Herbiri, binler hisse alır. İnşaallah, emvâl-i dünyeviyenin iştirâki gibi inkısam ve tecezzî etmeden, herbirisine, aynı amel defterine geçmesi, bir adamın getirdiği bir lâmba, binler aynaların herbirisine aynı lâmba inkısam etmeden girmesi gibidir.

Demek, Risâle-i Nur'un sadık şakirtlerinden birisi leyle-i Kadrin hakikatini ve Ramazan'ın yüksek mertebesini kazansa, umum hakikî sadık şakirtler sahip ve hissedar olmak, vüs'at-i rahmet-i İlâhiyeden çok kuvvetli ümitvârız.

Kastamonu Lâhikası, s. 65

***

Mübarek Ramazan'ın Leyle-i Kadir sırrıyla, seksen üç sene bir ömr-ü mânevî kazandırması sırr-ı hikmetiyle ve Risâle-i Nur'un şakirtlerindeki sırr-ı ihlâsla, tesanüd ve iştirâk-i âmâl-i uhrevî düsturuyla, herbir sadık şakirt, o fevkalâde mânevî kazancı elde edeceğine gayet kuvvetli bir delili budur ki:

Bu daire içinde kırk bin, belki yüz bin hâlis, hakikî mü’minlerin içinde hakikat-i leyle-i Kadri elde edecek bir, iki, on, yirmi değil, belki yüzlerin elde etmesi ihtimal-i kavîdir.

Sırr-ı ihlâsla ve iştirâk-i âmâl-i uhrevî düsturunun sırrıyla biz ve siz bu hakikate müteveccihen, bu Ramazan-ı Şerif’te herbirimiz umumun hesabına ve umum arkadaşları içinde kendini farz edip, nun-u mütekellim-i maalgayrı, yani daima "Bizi mükâfâtlandır, bize merhamet et, bizi bağışla, bize muvaffakiyet ihsan et ve bizi doğru yoldan ayırma. Bu leyle-i Kadri, hakkımızda bin aydan hayırlı kıl" gibi kelimelerde "Na (biz)" içinde umum kardeşlerini niyet etmektir. Ve bilhassa, en zayıf olan bu kardeşinizi, ağır vazifesinde, o hususi niyetle yardım etmektir.

Kastamonu Lâhikası, s. 138

19.10.2006


Ruhlar âleminden dünya âlemine

“Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki, acîb bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.” (Sözler, s. 442)

22. Söz’ün başında geçen bu ifadeleri Risale-i Nur’a âşinâ olan bir çok kardeşimiz eminiz ki çok kez okumuştur. Ve yine eminiz ki, ifadede geçen tâbirler bir çoğumuzun zihnini meşgul etmiştir. “İki adam bir havuzda yıkandılar de demektir? Niçin iki adam bir havuzda yıkansınlar? Hem, havuz ne demek? Niçin fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçsinler? Kendilerini kaybetmeden gözlerini açsalar olmaz mı? ‘Gözlerini açtıkları vakit’ hangi vakte işaret ediyor?” tarzında suâller de yine çoğu kez bir çoğumuz tarafından sorulmuştur.

Benzer bir hal uzun süre bizi de meşgul etmişti. Yukarıdaki suallere makul bir cevap bulmak için çoğu kez zihnî yorgunluklar yaşamıştık. Tâ ki değerli bir kardeşimiz bu ifadedeki düğümü açana dek.

Bir gün bir sohbet esnasında 22. Söz’den mezkur bölüm sohbet konusu idi. Bir kardeşimizin yine aklına takılmış olacak ki, “Burada geçen havuz ne demektir?” diye bir sual ortaya attı. Kısa bir sessizlik sonunda başka bir kardeşimiz gayr-i ihtiyarî “Bu havuz anne karnı olmasın” diye karşı bir suâl ile soruya bir cevap verdi. Enteresan bir teşhis ve tarifti bu.

Evet, gerçekten de burada geçen “havuz” tabirini anne karnı olarak tanımlamak pekâla mümkündü. Belki bu tabir başka anlam ve manaları da ihtiva ediyor olabilir. Fakat havuzu anne karnı ile irtibatlandırmak devam eden cümlelerin manaları ile bir araya geldiğinde bir bütünlük oluşturuyordu.

Gelin, isterseniz bu çerçevede yukarıda geçen ifadeyi kısaca izah etmeye çalışalım.

“Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar.” Burada geçen “havuz” muhtemeldir ki, anne karnıdır. Zira insanın yaratılışın ilk dokuz aylık süresi bu şefkatli havuzda geçer. İki adam ise nefis ve akılla, vicdan ve kalpten meydana gelmiş insandır. İki adamın tek havuzda yıkanması buna işaret eder. Buradaki “bir zaman” ise ruhun âlem-i ervahtan, yani ruhlar âleminden şehadet âlemine geçiş vaktine işaret eder. Ruh ise, kendisine takılan iki farklı özellik ile, adeta iki kişilik ile, yani hayra ve şerre kabiliyetli iki hassâ ile vücud-u haricî giyerek, anne karnı gibi şefkatli, hoş, tatlı ve nimetli bir havuzda yıkanıp bu dünyaya gözlerini açar.

Ruh bu geçiş döneminde, yani ruhlar âleminden dünyaya gelişinde fevkalâde bir hal yaşar. Adeta ruh ve ruha takılan akıl, kalp, vicdan, nefis gibi hassalar “Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçerler,” yani önceden kendilerinde kayıtlı bir çok bilgiyi unuturlar.

Şimdi burada biraz durup düşünmek gerekiyor. Zira ruhun dünyaya intikali esnasında nasıl bir bilgi donanımına sahip olduğu önemli husus olarak karşımıza çıkıyor. Evet, ruh bu dünyaya gelirken ne derece bilgi sahibidir? Bu dünyada uğrayacağı çetin imtihanın en temel sualinin cevabını bilmekte midir?

Bu noktada Kur’ân’a müracaat ediyoruz. Kur’ân gayb âlemindeki ruhlar ile ilgili mühim bir hadiseyi bize naklederek suallerimize cevap veriyor. A’raf Sûresi 172. âyete göre, Cenâb-ı Hak ‘zerreler âlemindeki’ tüm ruhlara soruyor, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye. Bu ezelî hitaba karşı tüm ruhlar “Evet ya Rabbi, sen bizim Rabbimizsin” diye mukabele ediyorlar. “Elest” zamanı diye tanımlanan bu hadisenin nasıl, nerede ve ne zaman meydana geldiği tefsir uleması arasında önemli bir müzakere konusu olsa da açık olan bir şey var ki, ruhların Cenâb-ı Hakkın hitabına cevap verebilecek şekilde şuur, fikir ve bilgiye sahip olduklarıdır. İlâhî Hitaba karşı verilen cevap bunu gösteriyor. Ruhlar o zaman Cenâb-ı Hakkı tanıyorlardı. Belki tafsilatlı değil ama en azından icmâlî olarak Allah’ı biliyorlardı. Bu sebeple Allah’ın varlık ve birliğini kabul edip Rububiyetini tasdik ediyorlardı.

İşte yukarıdaki “fevkalâde tesir altında kendilerinden geçtiler” ifadesi ruhta mevcut olan mezkur bilgilerin unutturulduğuna işaret eder. Zira “fevkalâde” kelimesi bunun normal bir şey olmadığı, bir Müessirin tesiri ile meydana geldiğini ifade eder. Yani bir Müessir-i Hakîm insan ruhunu imtihan için bu dünyaya gönderirken ezelî hikmeti iktizasınca ruhta kayıtlı bilgileri daha sonra açılmak üzere saklamıştır. Bu bilgi tamamen silinmiş değil, geçici olarak unutturulmuştur.

“Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki” tâbiri ise ruhun tekâmül edip teklif zamanına geldiği vakte işaret eder. Yani ruh anne karnındaki havuzda yıkanıp bu dünyaya intikal etmiş, bebeklikten, çocukluktan geçmiş ve aklı ile bu dünyanın hallerini sorgulayacak duruma gelmiş ve görmüş ki acib bir âleme gelmişler. Bu öyle bir âlem ki, “kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.”

İşte insan nefs-i emmâresi ile haktan uzaklaşmaya çalışırken, kalb ve vicdanı ile sürekli hakkı aramaya devam eder. 22. Söz’ün tamamı böyle bir mücadele ve müzakere halini ders verir. Risâle-i Nurdaki bu tür karşılaştırmaların şahıs bazında, fikir bazında ve cemiyet bazındaki yansımaları teşhis etmesi bakımından aşağıdaki tâbir oldukça dikkat çekicidir:

“Birkaç işaretle başka yerlerde, yani Yirmi İkinci, On Dokuzuncu, Yirmi Altıncı Sözlerde izah edilen birkaç meseleye işaret ederiz.

“Birinci İşaret: Hikâyedeki sersem adamın, o emîn arkadaşıyla üç hakikatleri var:

“• Birincisi: Nefs-i emmârem ile kalbimdir.

“• İkincisi: Felsefe şâkirdleriyle, Kur’ân-ı Hakîm tilmizleridir.

“• Üçüncüsü: Ümmet-i İslâmiye ile millet-i küfriyedir.” (Sözler, s. 100)

Onuncu Sözün Mukaddimesinde geçen bu ifadeye göre, Bediüzzaman Hazretleri 22. Söz’de geçen iki adamı “Nefs-i emmârem ile kalbimdir” diye tanımlıyor.

Halil AKGÜNLER

19.10.2006


Leyle-i Kadir'de ihtar edilen bir mesele-i mühimme

Evvelâ: Leyle-i Kadirde kalbe gelen pek geniş ve uzun bir hakikate, pek kısaca bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Nev-i beşer, bu son Harb-i Umuminin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdâdı ile ve merhametsiz tahribâtı ile; ve birtek düşmanın yüzünden yüzer mâsumu perişan etmesiyle; ve mağlûpların dehşetli me’yusiyetleriyle; ve gàliplerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhâfaza ve büyük tahribâtlarını tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablarıyla; ve dünya hayatının bütün bütün fânî ve muvakkat olması ve medeniyet fantâziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umuma görünmesiyle; ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidâdâtın ve mahiyet-i insaniyesinin umumi bir sûrette dehşetli yaralanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyâset-i rûy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakiki sûreti görünmesiyle; elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki, Şimâlde, Garbda, Amerika’da emâreleri göründüğüne binâen, nev-i beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakiki sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak; ve elbette, hiç şüphe yok ki, bin üç yüz altmış senede, her asırda üç yüz elli milyon şâkirdi bulunan; ve her hükmüne ve dâvâsına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan; ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile bulunup, lisânlarıyla beşere ders veren; ve hiçbir kitapta emsâli bulunmayan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde veren; ve bütün beşerin yaralarını tedâvi eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarîhan ve işareten, on binler defa dâvâ edip haber veren; ve sarsılmaz katî delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetleriyle, hayat-ı bâkiyeyi katiyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında, katiyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz; ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.

Sâniyen: Mâdem Risâle-i Nur, bu mu’cize-i kübrânın elinde, bir elmas kılınç hükmünde hizmetini göstermiş; ve muannid düşmanlarını teslime mecbur etmiş; hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyâtı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda, hazîne-i Kur’âniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka mehazı ve mercîi olmayan ve bir mu’cize-i mâneviyesi bulunan Risâle-i Nur, o vazifeyi tam yapıyor. Ve aleyhindeki dehşetli propagandalara ve gayet muannid zındıklara tam galebe çalmış ve dalâletin en sert kuvvetli kalesi olan tabiatı, Tabiat Risâlesi ile parça parça etmiş ve gafletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde, Asâ-yı Mûsâ’daki Meyvenin Altıncı Meselesi ve Birinci, İkinci, Üçüncü, Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp, nur-u tevhidi göstermiş.

Elbette, bize lâzım ve millete elzemdir ki: Şimdi resmen izin verilen din tedrisâtı için, hususi dershâneler açılmaya izin verilmesine binâen, Nur şâkirdleri, mümkün olduğu kadar, her yerde küçücük birer dershâne-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi, herkes kendi kendine bir derece istifade eder; fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz. İmân hakikatlerinin izahı olduğu için, hem ilim, hem Mârifetullah, hem huzur, hem ibâdettir. Eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşaallah Nur medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek; ve yirmi senedir ediyor...

Said Nursî

(Sözler, s. 140; Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 8)

19.10.2006


Münâcâtü'l-Kur'ân

KADR:

1. Ey Rablerinin izniyle melekler ve Cebrail’in indiği Kadir Gecesini bin aydan daha hayırlı kılan! (3-4)

BEYYİNE:

1. Ey içinde kesin ve en doğru hükümler bulunan ter temiz sahifeler indiren! (2-3)

ZİLZAL:

1. Ey kıyâmet günü yeri zelzeleye verecek ve onun bütün ağırlıklarını dışarıya çıkaracak olan! (1-2)

19.10.2006


Zübeyir Gündüzalp'in Kaleminden

Risâle-i Nur’dan, her kesim istifade ediyor

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri diyor ki: “Risale-i Nur başka kitaplar gibi yalnız ilim vermiyor, onun mânevi dersi de vardır.” İşte bu mânevî dersin tesiridir ki, Risâle-i Nur’u okuyanların ruh ve kalbleri, vicdan ve lâtifeleri o feyyaz dersten hisselerini ve gıdalarını alıyorlar. Bu mânevi dersin nüfuzu değil midir ki, Nur Risâlelerini okuyanların mânevi âlemleri İlâhî Nurlarla yıkanıyor. Ve İlâhî bir câzibe ve İlâhî bir tesirle imân hakikatlarına musahhar ve meftun ve meclûp bir hale gelerek Allah ve Resûlullah (asm) yolunda yükseliyorlar. İlm-i imân âşıkları Risâle-i Nur okuyor. Dinî malûmat meraklıları Risâle-i Nur okuyor. Hakikat arayıcıları Risale-i Nur okuyor. Mücadeleci mücahid fıtratlar Risâle-i Nur okuyor. Hamâset, bahadırlık ve kahramanlığın şâhikasına erişmek isteyen kabiliyetler Risâle-i Nur okuyor. Milliyetçiler Risâle-i Nur okuyor. Fen ve san’at erbabı Risale-i Nur okuyor. Müsbet ilim hayranları Risâle-i Nur okuyor. Ehl-i tasavvuf Risâle-i Nur okuyor. Edebiyat meraklıları Risâle-i Nur okuyor. Demek herbir tabaka-i insaniye Risâle-i Nur’a ruhunda büyük bir ihtiyaç duymakta ve ondan istifade etmektedirler.

19.10.2006


Bir Kadir Gecesi hatırası

Hafız Namık Şenel anlatıyor:

“Kadir gecesi Üstad Hazretleri iki-üç defa yanımıza geldi. Zübeyir Ağabey ayakta duramayacak kadar hasta olduğundan yatıyordu. Üstad ‘Kalk keçeli’ diye onu kaldırıyordu. Yine sahurdan önce son gelişinde sedire oturdu. Neşeli bir şekilde sol elini sağ elinin karşısına dikerek ‘Ben bütün Risâle-i Nur talebelerini görüyorum. Onların bütün nefes alışlarını dinliyorum’ diye neşeli bir şekilde konuştu.”

(Son Şahitler, 4.Cild, s. 105)

19.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004