12 Eylül darbesinden bu yana 26 yıl geçti. O gün bu gündür merkez sağ kendi mecrasına oturamadı. Adalet Partisi’nin 12 Mart 1971 muhtırasından sonra 12 Eylül 1980 ihtilaline iktidar iken maruz kalması, sonrasında darbecilerin alternatif aradıklarının bir göstergesiydi.
Nitekim hep öyle olmuştur. 27 Mayıs 1960 darbesi ile al-aşağı edilen Demokrat Parti’nin akabinde kurulan Yeni Türkiye Partisi ile Ekrem Alican öne çıkarılmış ancak tutmamıştır. Adalet Partisi ipi göğüslemiş ve misyonu üstlenmiştir.
12 Mart muhtırasıyla hükümet istifa etmiş ancak parlamento açık tutularak dönemin muhtıracı komutanlarından Muhsin Batur’un dayatmalarına rağmen Cumhurbaşkanı olma hevesi kursağında bırakılmıştır.
Sivil siyasetin parlamentoda gösterdiği birlik, 1973’teki Cumhurbaşkanlığı seçiminde askeri muhtıraya karşı ortak tepkiye dönüşmüştür.
12 Eylül’de yaşanan askeri darbe ise, öncekilere nazaran en uzun süreli etki bırakan ve sivil siyaseti, askeri vesayeti ile birlikte sürdüren bir yapı ortaya çıkarmıştır. Misyon partileri mağdur edilmiş, merkez sağ ve sol bölünmüş, 1983 seçimlerinde darbe yanlısı MDP öne çıkarılmış, AP çizgisinde yeni kurulan Büyük Türkiye Partisi kapatılıp seçime girmesinin önü kesilmiş, bunun sonucunda merkez sağın temsili görüntüsü ANAP’a kaymıştır. Böylece yeni bir temsil verildi sağ siyasete. Dört eğilimli, dört tabanlı ve dört başlı...
Büyük Türkiye Partisi’nin kapatılması üzerine misyonun devamı olarak DYP’nin fikrî inşası ve kuruluş planı, Demirel zorunlu ikamete götürülürken Zincirbozan yolunda sayın Necmettin Cevheri’nin mercedesinde konuşularak kuruldu.
Yasaklı bir siyasi hareketin kendi yolunda doğru mücadelesini simgeleyen bir isimle parti kuruldu. DYP, zorunlu ikamette her gün yürüdükleri yolun üstünde kendilerini hissettikleri doğru tavır ve doğru yolun beyinlerinde simgelediği ufkun niyetini taşıyan bir semboldü. İlk ambleminde, doğru yolda yürüyen bir insan vardı. Sonrasında misyon mensubiyetini AP’den alan “Kırat” tercihine geri dönüldü.
DYP 28 Şubat’a maruz kalırken yine iktidar ortağı olarak mağdur edildi. Daha önce de bir muhtıra ve iki darbe yaşamıştı. 12 Mart muhtırasından önce başlayan ve sonrasında merkez sağı bölen milliyetçi ve muhafazakâr tonu arttıran partiler ile yaşanan bölünmüşlük, AP’den ayrılan Demokratik Parti’nin gövdeden kopararak böldüğü ve merkezi zaafa uğrattığı süreçler ise ayrı bir tahlil konusudur. 1973 sonrası iktidarı sağ payandalı sola vermiştir.
Demokrat gelenek, dört defa demokratik olmayan askeri müdahalelerin boy hedefi olmasına rağmen, devlet millet kaynaşması ve sivilleşme sağduyusunu büyük bir olgunluk ve sabırla korudu.
Bazen fazla maslahatçı oldu. Devletin zaviyesinden bakma zafiyeti, milleti öne çıkarma hassasiyetini zaman zaman gölgeledi. Bir anlamda kritik geçişlerde fedakârlık yaptı. Ancak değişen toplum, artan beklentiler ve sivil siyasete duyulan özlem, demokratik söylemlerini daha net, kalıcı, cesur, farklı bir şekilde makul ve muteber kalarak seslendirmesini zorunlu kılıyordu. Bunu yapamayıp, sivil siyaseti etkileyen resmi söylemlere yanaştığı dönemlerde, kendi tabanının büyük desteğinden mahrum kalmış ve mutsuz tabanı istemeyerek de olsa kaymıştır.
1999 seçimlerindeki demokratik direncini, 2002 seçimine kadar geçen sürede tavsamış ve ağırlıklı olarak fazla suya sabuna dokunmayan ekonomi ağırlıklı bir etkisizliğe bırakmıştır. Halbuki daha önceki üç darbeden sonra, kendi iç dinamiklerine ve demokratik söylemlerine sahip çıkarak geri dönmesini bilmişti.
Şimdi yeniden dönmenin işaretlerini veriyor. 1993’ten beri yaşanan tepe yorumlarından ve merkezi atama gelen siyasetin vesayetinden kurtulma yolunda. Ağar’ın son çıkışı, sivil siyasetin geleneksel merkez söylemlerinin çıtasını yükseltmiştir.
Cesur çıkışını, sadece terör ve güneydoğu konusunda değil, düşünce özgürlüğü, AB, laiklik, demokratikleşme, şeffaf yönetim, yoksulluk ve yolsuzlukla ilgili görüşlerini birey odaklı bir perspektiften yapmaya devam etmelidir. Tartışmanın makul zeminini harekete geçirmeli ve ezberi bozmalıdır.
Sonradan eğmek, bükmek isteyen yakın ve uzak çevre etkilerini de göğüsleyerek sözlerinin arkasında durma dirayetini korumalıdır. Çünkü vatandaş merkez arıyor. Vatandaşı merkeze alan, merkezine oturtan, merkezde gören siyaset arıyor. Seçmen, taban hareketini tavana yansıtacak özgür birey, özgür beyin ve özgür lider arıyor.
Son söz “10 S parolası”: “Sivil Siyaset, Sözünde Sebat, Sempatik Samimiyet, Sürdürülebilir Strateji ve Seçmenle Seçim.”
19.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|