Henüz Meclise adım attığımızda geldi, “Başbakan hastaneye kaldırılmış” haberi.
Tabiî bu haberle birlikte bir anda binlerce soru üşüştü. Ve saat 11.25’te başlayıp akşam 20.30’a kadar süren gerilim dolu bir gün yaşandı.
İlk anlarında şok, şaşkınlık ve paniğin hakim olduğu, zaman geçtikçe, şokun yerini endişelerin aldığı bir gündü.
Bir yanda Başbakanın bir insan olarak sağlığı, diğer tarafta Başbakanın sağlığına endeksli olarak ülkenin gidişatı. Yığınlarca soru, yığınlarca kaygı...
Neyse ki Başbakan bir gece bile hastanede yatmadan, sağlığına kavuşup evine dönebildi.
Ecevit’in sağlık durumuyla ilgili gelişmeler henüz belleklerinde tazeliğini korurken, Başbakanın hastaneye kaldırıldığı haberi gelince, en kötü ihtimalden başlayarak, Cumhurbaşkanlığı seçiminden piyasalara kadar her şey bir çırpıda gözümüzün önünde resmi geçit yaptı.
Başbakanın hastaneye kaldırıldığı haberini alınca Güven Hastanesine koştuk. Bakanlar, AK Parti milletvekilleri akın akın hastaneye geliyorlardı. Ancak hiç kimsenin Erdoğan’la görüşmesine izin verilmiyordu. Kalp krizinden şüphe edildiği için, ilk olarak kalp grafileri çekilmiş, bir dizi testten geçirilmişti. Bir yandan da tahliller yapılıyordu. Kısa bir süre içerisinde aşırı yorgunluk ve oruca bağlı olarak vücutta şeker düşmesi tespit edilmişti.
Hayatî bir durum yoktu.
Başbakanın ev sahibi olan ve o sırada konvoyda bulunan Ankara Milletvekili Faruk Koca, “Meclis kavşağında Başbakan şoföre yavaşla demiş, o sırada başı düşmüş. Hemen konvoydan kopup buraya geldik. Tam 3 dakika sürdü” diye anlatıyordu olay anını.
Erdoğan getirildiği sırada Güven Hastanesi’nde olan Turizm eski Bakanlarından İrfan Gürpınar ise, “Önce bir siren sesi ve müthiş bir gürültü duyduk. Başbakanın aracını görünce kalp krizi geçirdi diye düşündük. Öndeki koruma fırladı kapıyı açmaya çalıştı, ama açamadı. Otomotik kapı kilitlenmişti” diye anlatıyordu.
O sırada hastanede bulunan hasta yakınları ise, “Tam filmlerde gördüğümüz gibi” diye söze başlayıp, Başbakanın aracının kapısı açılmayınca, yandaki inşaattan balyoz getirildiğini, balyozun zırhlı camı kıramaması üzerine, inşaattan alınan keski ve demir kesme makası ile camdan delik açıldığını anlatıyorlardı. Camdan açılan küçük delikten elini sokan şoför kilitlenen kapıyı açıp, başbakanı çıkarmıştı. Peki o sırada Erdoğan ne durumdaymış. Şokta ve baygın.
Ancak kardiyoloji servisine alındığında, doktorun sorularına cevap verebilmiş. Doktoru bu durumu, zihninde yarı bulanıklık olarak tarif etti.
16 Nisan 1995’ti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı yürüme bandında kalp krizi geçirip, yere yığıldı.
Özal’ın yardımına eşi Semra Hanım koştu. O andan itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nı yaşatmak için zamana karşı yarış başladı. Ambulans çağrılırken, Özal’ın kollarına giren korumalar Cumhurbaşkanını ayakları yerde sürüyerek araca bindirdiler. Araç hareket etti, önce hangi hastaneye götürüleceği konusunda bir tereddüt yaşandı, sonra Hacettepe Hastanesi’nde karar kılındı. Hızla Hacettepe’ye doğru yol alındı. Hastaneye varıldığında, yine kollarından tutularak indirildi. Özal’ın kalp krizi geçirdiği anla hastaneye ulaştırılması arasında 20 dakikalık bir süre geçtiği için, Cumhurbaşkanı kurtarılamadı. Ondan sonra Çankaya Köşkünde bir ambulans hazır olarak bekletilmeye ve Cumhurbaşkanı’nın konvoyunda bulundurulmaya başlandı.
Zaman zaman Erdoğan’ın konvoyunda da ambulans oluyordu, ama bu kez yoktu.
Fakat asıl sorun bu da değildi. Başbakan eğer kalp krizi geçiriyor olsaydı, otomatik olarak kapıları kilitlenen Mercedeste hayatını kaybedebilirdi.
Tam Türkiye’ye özgü bir olay yaşandı.
“Koruma bir gün için lâzımdır. Ya öldürür, ya kurtarır” derler. Profesyonellik bu tür panik anlarında kendini gösterir. Başbakanın makam aracını kullanan şoförün, Başbakanın yakın korumasının aynı anda kapılar kapatıldığı zaman aracın kendini otomatik olarak kilitleyeceğini bilmesi ve bunun eğitimini alması gerekir.
Kilitlenme durumunda ise, ardı korumalarda mutlaka ikinci anahtar bulunmalı. Sanki Dikimevi-Bahçeli hattında dolmuş kullanıyorlar.
Bir panik, bir telâş, bu tür kriz anlarında saniyelerin kıymeti sayılırken, 10 dakika balyozla, keski ile kırılan camdan baygın haldeki Başbakanı kurtarmalar....
Allah korusun bir suikast anı olsa ne yaparlardı?
Abdullah Gül başbakan olduğunda bir manzaraya tanıklık etmiştik. Gül’ün makam odasının hemen yanında küçük bir oda vardı. Özel kalemin tam karşısındaydı. Heyetimiz Gül’le görüşmeyi beklerken bizi oraya aldılar. Daha sonra oranın bir önceki Başbakan Bülent Ecevit’in dinlenme odası olduğu ve istirahatı için bir yatağın bulunduğunu öğrendim.
Yataktan idare edilen Türkiye’nin ne olduğunu gördük.
Erdoğan olayında hem insanî duygularımız, hem de yataktan idare edilen Türkiye korkusu hakim oldu. Korkulan olmadı, başbakanlık ekibine rağmen Allah’a şükür ki, Erdoğan rahatsızlığı atlattı.
Ancak bu olay, yakın koruma konusunda alacağımız ne kadar çok tedbir olduğunu bize öğretti.
Tabiî unutur gitmezsek…
19.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|