Bayan okuyucumuz: “Bir kardeş ile şahsî sorunum oldu. Başkaları da bana cephe aldılar. Beni küçük düşürüyorlar. Ben ise istemeyerek sû-i zanna giriyorum. Onun için derslere gitmek istemiyorum. Benim ne yapmam lâzım?”
1- Siz bir imtihanın içine girmişsiniz. Ben sizi tebrik etmek istiyorum. Bu imtihanı; barışı, kardeşliği ve derslere olan yakın mesafenizi bozmadan başardığınız anda, Allah katında siz kazanacaksınız. Bundan emin olun.
2- Kardeşlerimizle şahsî sorunlarımız olabilir. Affederiz ve hakkımızı helâl ederiz; sorun biter. Nitekim nasıl olsa o kişi mü’min kardeşimiz değil mi? Allah için ve hizmetlerimizin selâmeti için affetsek, hakkımızdan vazgeçsek ve bunun için gerekirse kendimizden fedakârlık etsek, Allah nezdinde kazanan biz oluruz. Bununla ilgili olarak Bediüzzaman Hazretlerinin şu sözlerini kulağa küpe yapmakta fayda var: “Kardeşlerimden rica ederim ki; sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan, arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle, birbirine küsmesinler ve ‘Haysiyetime dokundu’ demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim.1
Ayrıca Üstad Bedîüzzaman’a göre, böyle kişisel sorunlarda bütün kabahati mü’min kardeşine yükleyerek onu mahkûm etmemelidir. Çünkü böyle sorunlarda hissesi olan dört merci vardır. Eğer bir kabahat arıyorsak, dört merciin de hissesini vermeliyiz. Bu merciler şunlardır:
I) Kader. Kaderimizde imtihan gereği böyle bir kırılma noktası gözüküyor olabilir. Biz Allah’a sığınarak ve bunu kaderden bilerek, kardeşimizi itham etmeden bu kırılma noktasını aşabiliriz.
II) Dargınlığa konu olan mü’minin nefis ve şeytanı. Biliyoruz ki, nefis ve şeytan mü’minler arası uhuvveti, kardeşliği, sevgiyi, saygıyı ve muhabbeti bozmak için elinden geleni yapıyor. Bundan dolayı muhatabımıza adavet ederek değil, kırılarak ve küserek değil; acıyarak ve ona dua ederek yaklaşmamız gerekiyor. Çünkü nefis ve şeytanına yenik düşmüştür. Öyleyse bir hisseyi de onun nefis ve şeytanına vermeliyiz.
III) Kendi nefsimiz ve şeytanımız: Bizim başımızın belâsı da kendi nefsimiz ve şeytanımızdır. Bu meselede kendi nefsimizin hataları ve şeytanımızın tuzakları da söz konusu olabilir ve biz bu hataları gözden kaçırmış olabiliriz. Öyleyse bu kırgınlıkta bir hisse de kendi nefsimize vermeli ve kendi hatalarımızı görmeliyiz.
IV) Dargınlığa konu olan mü’min. Mü’mini affetmek ve onu barış duygularıyla kucaklamamız gerekiyor. Çünkü iman hatırı vardır, kardeşlik hatırı vardır. Çünkü bu meselede hissesi dörtte bir kalmıştır. Dörtte bir hissesi var diye, hissenin tamamını mü’mine vermeyi ve ona kırılıp gücenmeyi hiçbir vicdan ve hiçbir insaf kabul etmez. 2
3- Yukarıdaki ölçüleri uygulayarak bize cephe alanların tamâmını affetmemiz ve aslında cephe almadıklarını var saymamız mümkündür.
4- Bizi küçük düşürmeleri üzerine onlara dua etmemiz gerekir. Çünkü Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle, zaten nefsimiz her türlü hakarete ve küçük düşürülmeye liyakatlidir. Mü’min kardeşlerimizin böyle tutumları bizi gururdan ve riyadan kurtarır. Ve bizi nefsimizin terbiyesine sevk eder.
Binaenaleyh, dar dairede olsun, geniş dairede olsun, mü’min kardeşlerimiz arasında barışı, uhuvveti ve kardeşliği başarmaya, yaşamaya ve yaşatmaya mahkûm ve mükellefiz. 3
24.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|