Oruç, imsak, iftar, teravih derken; işte bir Bayram daha gönlümüze düşüverdi.
Sayılı gün mü dersiniz, Ramazanın bereketi mi dersiniz, zamanın tabiatı mı dersiniz; ne dersiniz bilemiyorum, ama yirmi dokuz gün bir fırtına gibi geçiverdi.
Yirmi dokuz gün boyunca Allah’ın emriyle nefsini tâlim ve terbiyeye alan Müslüman’ın, nefsine hâkimiyeti tebrik edilmeliydi. Bu Bayram, o tebrikin Hak katındaki işareti olmalıdır.
Bayramı ta içimizde tadalım öyleyse. Hayatı, hayatı Verenden dolayı sevelim. İnsanlara, insanların Hâlık’ı için muhabbet duyalım. Canlıları ve tüm mahlûkatı, Rahman ve Rahîm olan Rab’leri için incitmeyelim. Yaratılanı, Yaratandan ötürü sevelim.
Tüm sevgiler Allah için, Allah namına ve Allah hesabına olmalıdır. Sevdiğimizi Allah hesabına seversek, sevgide bayramı, bayramda sevgiyi tadarız; bayramlarımızda Ebediyetin ve Cennetin çığlıklaşan dâvetini buluruz.
İçimizden kırgınlık namına, adavet namına, husûmet namına ne varsa silip atmanın başka yolu yoktur zaten.
Sahi, bir düşünelim: Bu insanlarla ne diye dâvâlıyız ki zaten? Ne alıp veremediğimiz var ki onlarla? Ne diye gönül koyuyoruz, ne diye kalp kırıyoruz, ne diye kırılıyoruz, küsüyoruz, kavga ediyoruz, kin besliyoruz ki?
Âdil-i Hakîm varken, Kahhar-ı Zülcelâl’e inanmışken, Cebbar-ı Hafîz’e itimat etmişken, Şedîd’ül-İkâb’a boyun eğmişken, Serî’ul-Hisâb’a güvenmişken; husûmetin, kinin, nefretin, dargınlığın, kırgınlığın yeri olmamalı Müslüman’ın dilinde.
İslâmiyet, bundan dolayı gündeminden çıkarmak istiyor adaveti, kini, nefreti, husûmeti. İslâmiyet bundan dolayı barışı, kardeşliği, sulhu, sevgiyi, saygıyı yerleştirmek istiyor gönül hayatımıza. Çünkü insan Allah için vardır ve Allah’a dönecektir! Kur’ân âyetlerinin hemen dörtten birisi, insanın hesabıyla, kitabıyla, yaptıklarıyla, ettikleriyle, yaşadıklarıyla dönüşünün Allah’a olacağını haber veriyor. Buna inanmış, buna itimat etmişsek eğer, insanlarla dost olmalı, düşmanlarımızla bile düşmanlıklarımızı atmalıyız.
Hoşumuza gitmeyen tecellileri, sevmediğimiz davranışları, tutarsız gördüğümüz hareketleri, seviyesiz bulduğumuz tutumları kınamayalım; gerek yok. Aldırmayalım, geçelim.
Bir Serî’ul-Hisâb var; kaydettiriyor, yazdırıyor, çizdiriyor, görüntüsünü alıyor; biz merak etmeyelim.
Biz sevelim sadece. Biz sadece “Muhabbet fedaîsi” olalım! Şeytan husumeti, kini, nefreti, adaveti kime yutturursa yuttursun! Bundan bize ne? Müslüman’dan uzak dursun husumet! Müslüman, bayramlara lâyıktır!
Biz bayramımızı yaşayalım! Bayramı kendimiz için, dostlarımız için, insanlar için Cennet yapalım! Bayramımız Cennet olsun! Şeytansa, hasedinden kahrolsun!
Çocukları, yaşlıları, hastaları, kimsesizleri, yetimleri, masumları, mazlûmları, bizden ilgi bekleyenleri, musibete düşenleri, zalimlerin ve vahşîleşmiş iki ayaklı canavarların saldırılarına boy hedefi olanları unutmayalım bu gün. Onlarla ya elimizle, ya gönlümüzle, ya dilimizle, ya duâmızla birlikte olalım. Rabb’imizden esenlikler, kolaylıklar, hayırlar, yardımlar ve iyilikler dileyelim onlar için.
Allah Resulü’nün(a.s.m); “Allah’a ve Âhiret Gününe iman eden komşusuna eziyet etmesin! Allah’a ve Âhiret Gününe iman eden misafirine ikram etsin! Allah’a ve Âhiret Gününe iman eden hısımlarına, akrabalarına, yakınlarına, dostlarına ve arkadaşlarına muhakkak ulaşsın! (Kendisine ulaşanlara müşfik davransın) Allah’a ve Âhiret Gününe iman eden ya hayır söylesin veyahut sussun!” Fermanını doyasıya yaşayacağımız gündür, bu gün.
Ulaşalım; gönlümüzü, kalbimizi, en sıcak sevgi ve ilgimizi açalım onlara. Onların acılarını, tatlılıklarını, sevinçlerini, burukluklarını paylaşalım.
Tüm Müslümanlara eşiyle, aşiyanıyla, sevdikleriyle, yakınlarıyla, akrabalarıyla iç içe, gönül gönüle, acı tatlı her şeylerini paylaşacakları bir Bayram temenni ederiz.
Mübarek Ramazan Bayramının; tüm İslâm âlemine, tüm insanlığa, ülkemizin her karış toprağına, taşına, milletimizin her ferdine, her kuşağına ve hassaten saygıdeğer okuyucularımıza hayırlara vesile olmasını niyaz ederiz.
Bayramınızı gönülden tebrik ederiz.
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|