|
|
İsmail BERK |
Bayramla yaşamak |
|
Bugün, “Bayram gelmiş neyime! Anam anam garibem” demeyeceğim. Gurbette olanların burun sızısını arttırmaya da niyetli değilim. Ayrıca benim gibi anne özlemini çocuk yaştan beri içinde bir kor ateşi gibi tutuşturanların yaralarını deşmek de istemiyorum.
Garip olmak, “diyar-ı gurbet” denilen dünyada yaşamak, hasret yüklü buluşmalara hasret kalmak ve günü geldiğinde yine bir arada olamamak da bir vakıa. Gönül yaramız kabuk bağlamış, kavuşmanın ümidini korumak adına ve gününü görmek adına.
İçimizde biriken bir sıkıntı, maruz kaldığımız bir yıkıntı ve yüreğimize inen bir sızıntı kalp ritmini telâşa sürükler. Bazen de gafil olmanın granite vuran şoku ile hayatın kazaları bizi körükler.
İtirazlarımızın girdabında körük yemiş bir tahrikin ağır pençesinde çırpınır dururuz. Ödenmemiş borçlarımız vardır. Beklenmedik bir anda hastahaneye düşmüşüzdür. İmkânsızlıklar içinde kıvranmışızdır.
İşsiziz. Geleceğe ait endişeler içindeyiz. Küsüz, ıztırapla iç içeyiz. Ümidimiz yok, en büyük hastalığa düçarız. Çalışma şevkimiz yok, azabımızla başbaşayız.
Çocuktan haber yok, zamanında dönüş yok, evde ertelenmiş işler çok, komşuyla bir yakınlaşma ve tanışıklık yok. Ailede her şey istediğimiz gibi gitmiyor. Geçen ay biraz da açık verdik. İki yakamızı bir araya getiremedik.
Bu Ramazan’da istediğim dost meclisini iftara çağıramadım. Ağız tadında tefekkürümü yaşayamadım. Mukabelelere katılamadım. Ayrıca nuranî sohbetlerin feyzine yeterince iştirak edemedim.
Bir sınavım vardı, hazırlanamadım. Bir randevuma geç kaldım. Bir ödevim vardı yetiştiremedim. Bir dosttan haber bekledim, hâlâ gelmedi. Bir yardan selâm bekledim, hâlâ ortalıkta yok.
Sevdiğim bir yemek vardı, ne kadar da canım çekti. Ancak kısmet olmadı. Aslında bugün annemin dizinin dibinde, babamın yanında ve büyük aile fotoğrafının içinde olmalıydım.
Bugün evde sessiz, sakin ve büyük şehrin dosttan habersiz, yardan selâmsız ve komşudan bîhaber haletinde olmamalıydım. Telefonlar çalmıyor artık. Mesaj çıktı, sesi yıktı. Duyamaz olduk. Kulaklar paslandı. Hisler, harflerin cansız oluklarında dona kaldı.
Bugün işgal altındayım. “Ülkem” kurşunların ölüm kokusunu yaymakta. Açlık sınırındayım. Sefalet içinde kıvranıyorum. Zalim kusuyor, bizi vuruyor ve dünya seyrediyor.
Bugün Eritre’deyim, Etiyopya’dayım, Filistin’deyim, Irak’tayım, Afganistan’dayım, Mescid-i Aksa’dayım, Mekke mihrabında, Medine minberindeyim.
Bugün kaybolmuş güzelliklerin arandığı adreslerdeyim. Dostlar meclisindeyim. Tebessüm eden bir kabulle ve iç burukluğun tadında bir hüzünle şükür secdesindeyim. Âlemin sahibine emanetim.
Vazifemin şuurunda, takatsizliğimin idrakinde, kavuşmanın ümidinde ve muvaffakiyetin duâsındayım. Çaresizliklerim sınav, imkânlarım sorumluluk kemendinde.
Tahassürle başlayan bugünü yorumlamam, arkasında sizleri olumsuz ve yaşadıklarınızla buluşturan netameli düşüncelerin ve üzüntülerin içinden geçirerek bu ana getirmem sisleri de zaman zaman kilitlemiş olabilir. Bayrama, mü'mince bayrama.
Orucun izzetinde bir ibadetle ve Kur’ân’ın gölgesinde bir mevsimle bayrama geldik. Bayramdayız. Bayram içimizde. Bayramlık bir ortamın içinde değilsekte.
Gurbet bizim içimizde, biz gurbette değilsekte. Hüzün bizim dışımızda, biz hüznün içinde değilsekte.
İster içimizde ister dışımızda; görüyor, duyuyor veya yaşıyorsak bunlar bizim gerçeğimiz. Bizi etkiliyor. Dünyanın küçülen bir ailesi kadar mesafelerin kalktığı iletişimle hem haliz.
Şu ana bir daha dönelim.
Bayramınız mübarek olsun. Kalbiniz rahmetle, feyizle, şükürle ve muhabbetle dolsun. Gecekonduları, acizleri, fakirleri, garibanları, yüreği dağlananları unutmadan. İslâm âleminin huzuruna insanlığın barışına ve ülkemizin birliğine duâyı unutmadan.
Hepinize hayırlı bayramlar.
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|
|
Zeynep GÜVENÇ |
Yabancılarla yapılan evlilikler |
|
İki insanın hayatlarını birleştirmesi çok ciddî ve üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir karardır. Hele ki söz konusu olan farklı kültür ve dinden insanlarla yapılan evlilikler ise.
Amerika’da Türk erkeklerinin yabancı kadınlarla evlilik yapmaları genelde
şu sebeplere dayanıyor:
1) Karşı tarafın hidayetine vesile olmak için.
2) Gönül meselesi.
3) Green Kart almak ve sonrasında da vatandaşlığa geçmek için.
Üçüncü tip evlilikler para karşılığında, sınır dışı edilme korkusuyla yapılan evliliklerden olduğu için bizim konumuz üçüncü tip evlilikleri kapsamıyor.
Gelgelelim şu bizim Türk arkadaşlar –yukarıda da bahsi geçtiği gibi— ya karşı tarafın hidayetine vesile olmak ya da gönül meselesinden dolayı evlilik yapıyorlar. Yapıyorlar yapmasına da sonuçları bazen hesapladıkları gibi olmayabiliyor.
Evlenmeden önce “Müslüman olacağım” sözü veren Hıristiyan kadınlar, bu sözünü tutmayabiliyor. Bunun evin reisi olan erkekler için çok büyük bir problem arz etmeyeceği ortada. Çünkü onlar, belli değerlerin farkında, iki farklı kültürün kaynaşarak yaşayabileceğine inanmış ve her şeyi göze almış ki böyle bir evlilik yapmışlar.
Sorun o değil. Sorun, doğacak çocukların hangi din üzere yetişeceği. Baba, sabahtan akşama kadar işte. Annenin sorumluluğunda olan çocuklar, tabiî olarak Hıristiyan bir kültürle yetişiyor. Ya da bırakın o kültürle yetişmelerini, İslâm adına hiçbir şey öğrenemiyorlar. Bu konuda bazı hassas babalar var, içleri gidiyor şartları değiştirmek için, fakat artık ellerinden hiçbir şey gelmiyor.
Baba, çocuklarının büyüdükçe Amerikan kültürüyle yetişen ve hafta sonları anneleriyle birlikte kiliseye giden bambaşka birileri olduklarını görüyor.
Artık bu durum engellenemez bir hal alıyor. Anne, kendini şu şekilde savunabiliyor: “Onlar benim de çocuklarım, ne var bunda? Dinimi öğrensinler istiyorum, sen benimle evlenmeden önce, Hıristiyan olduğumu biliyordun, hiçbir şey sürpriz değil ki.”
Baba, artık çocuklarının güzel yetişmesi, İslâmî eğitim alması ile ilgili her şeyi boşveriyor, çünkü aile saadeti sallantıda, çocuklar zaten annelerin tarafında.
Sonuç olarak ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Müslüman bir baba ile Hıristiyan bir anne evleniyor. Onların dört tane çocukları oluyor. Çocuklar, Hıristiyan eğitimle büyüyor. Yalnız çocukların ikisi babaannesi ve baba tarafından akrabaların yardımıyla buluğ çağına erdiklerinde Müslüman olduklarını açıklıyorlar. Diğer ikisi de hâlâ Hıristiyan. Çok zor ve acı bir durum. Kendi ailemiz için böyle bir tabloyu hayal edebilir miyiz?
Müslüman olan çocuklardan bir tanesi şu anda 24 yaşında. Ve bana şunları söylüyor, içim eziliyor onu dinlerken, “Duâ et arkadaşım, kardeşlerim de Müslüman olsunlar. Aslında onlar doğuştan Müslüman, ama bunu bilmiyorlar. Çok üzülüyorum.”
Herkes istediği kişiyle evlenme hakkına sahiptir, yalnız bazı ince hesapları önceden yapmak, sonunda başımızı taşlara vurmamızdan evlâdır, değil mi?
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|
|
Şaban DÖĞEN |
Bayramı kutlarken |
|
Üç aylarda kullukta zirve, doruk, tepe, uç noktaya ulaşan, bir aylık çetin kulluk imtihanından geçen; mânen tekâmüle giren, ruhen yükselen, kalben inkişaf edenlere ikram edilen bayrama bugün girmiş bulunuyoruz.
Diyebiliriz ki bayram oruç, teravih, fitre, hayır, hasenat, yardımlaşma, dayanışma, v.s. gibi görevleri gücümüz ölçüsünde yapabilmenin sevincini, mutluluğunu yaşamaktır.
Bayram mânen diş sıkmanın, kemer bağlamanın, soluk soluğa koşmanın bir sıçrama tahtasıdır. İnancının gereği olarak sırf Allah için açlığa, susuzluğa katlanmanın, nefsânî zevk ve arzulardan uzak kalmanın zafer neşesidir.
Bayram rıza-yı Bârî için nice zorluklara katlanabilmenin nefis bir göstergesi, fedâkârlığın, cefakârlığın bir armağanıdır.
Bayram, ebedî âlemde tadılacak sonsuz hazzın, sürûrun dünyevî peşin bir ücretidir.
Bayram arınmanın, melekleşmenin, insanlıkta yükselmenin dünyada tadılabilen en tatlı meyvelerinden biridir.
Bayram masum ruhların, temiz fıtratların, arı ve duru vicdanların Lâhûtî bir haz dünyasına dalmalarından ibarettir.
Bayram daha nice müjdelerle dolu. En önemlisi affa mazhar olmaktır. Bir hadisi şerifte belirtildiğine göre bayram sabahı Cenâb-ı Hak meleklerine şöyle seslenir: “Ey meleklerim! Benim emrimi yerine getirmek için aç, susuz kalan, geceleri uykusunu bölüp sahura kalkan, geç vakitlere kadar teravihler kılıp zahmetlere katlanan kullarım birşeyler hak ettiler mi?”
“Ettiler ya Rabbi!” “Öyleyse sizler şahit olun ki, rızam için oruç tutan, namaz kılan, zekât ve fitresini veren kullarımı ben de affeyledim. Onlardan razı oldum.”
Bir ay boyunca dünyada bulunuş gâye ve hikmetini daha iyi anlamış, nimetlerin kadrini, değerini daha yakından hissetmiş, şükretmiş, Allah’a kul olmanın şerefini daha canlı yaşamış, tadmış, âhirete bol miktarda sermaye göndermiş, maddeten ve mânen temizlenmiş, arınmış ve rıza-yı İlâhîye ermiş bir insan için bu müjdeden daha büyük bir mutluluk düşünülebilir mi?
Temiz bir sayfa açılıyor bayramla birlikte önümüze. Bu fırsatı iyi değerlendirmek, sayfayı kirletmemek, güzel şeyler yazmakla başbaşayız.
Bir ay boyunca biraz meşakkatli, fakat zevkli oruç ibadetini yerine getirmenin peşin bir ücretini bayram neşesiyle tadıyoruz. Bayram sabahı bir nevî bir aylık orucun iftarı olduğundan dolayı Peygamberimiz (asm) hurma gibi bir tatlı yedikten sonra evlerinden çıktıkları için biz de bu sünnete uymaya çalışırız.
Şahsımız, ailemiz, âlem-i İslâm ve insanlık için barış, huzur ve mutluluklara vesile olması dileklerimle bayramınızı tebrik ediyorum.
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|
|
Nimetullah AKAY |
Bu kaçıncı bayramınız? |
|
Yaşama imkânı bulduğumuz nice bayramlar ömrümüzün mazide kalan sayfaları arasında yerlerini almışlardır. Bunlardan çok az kısmının hatıralarını tazeleme imkânına sahip olabilmekteyiz. Çünkü hafızamız, geride kalan bütün ömür anlarımızı bütün detaylarıyla hatırlama gücüne sahip değildir. Ancak her insanın hayatında unutamadığı bayramlar mutlaka bulunmaktadır.
Her insan, ömrünün geçen süresi içinde kaç bayram yaşadığını ve bugün yaşadığı bayramın kaçıncı bayram olduğunu az çok hesaplama imkânına sahiptir. Dünyaya gözümüzü açtığımızdan bu yana, acaba kaç bayram sabahında uyanmış, kaçında çocukluk yıllarımızı yaşamış, kaçında Rabbimizin rızasını kazanarak saatlerimizi geçirmiş, kaçında da hiç arzulamadığımız vakıalarla karşılamış bir insan olarak bugüne kadar gelebilmişiz? Rabbimizin rahmet ve keremiyle yaşadığımız her bayramda geride kalan yılların ve bayramların muhasebesini yaparsak, belki ileride kavuşmamız muhtemel olan bayramlara daha çok şuurlanmış, kendini ve haddini bilmiş bir şekilde ulaşmamız mümkün olur. Eğer hayatımızın bilmem kaçıncı bayramını yaşadığımız bu bayram gününün bizim için son bayram olabileceği ihtimalini düşünürsek, mutlaka bayramların serkeş nefislerin şımartıldığı günler olmadığı gerçeğini kendimize kabul ettirme imkânımız olacaktır.
Yeni bir güne başlamadan önceki seher vaktinde Rabbimizin huzurunda el pençe divan durduğumuz anların bizim için son yaşanan anlar olacağı ihtimali bulunduğu gibi ve ömrümüzün her anını hayatımızın son dakikaları olabilme ihtimalini düşünerek geçirmemiz gerektiği gibi, bu bayramın da hayatımızın son bayramı olabilme ihtimalini düşünmemiz ve bu dünya hanında misafir olduğumuz gerçeğini bir daha hatırlamamız gerekmez mi?
Bizler bu bayramda, çoğu zaman olduğu gibi yine de nefsimize uyup, bayramların hep şen şakrak yaşanan anlar olduğu hatasını yaşamayabilir ve her zamankinden farklı bir bayramı yaşayabilmenin imkânını zorlayabiliriz belki. Azgınlaşmaya hazır nefislerimizin sevinçlerini kursaklarında bırakabilirsek ve artık hayatımızda nefsin ve şeytanların sevinme imkânı bulamayacağı yeni çığırlar açabilirsek, asıl o zaman gerçek bir bayrama kavuşmuş olacağız. Aksi takdirde kendilerine her gün bayram olanlardan olmamız çok zor olmayacaktır.
Bu bayramı, Allah’ın helâl kıldığı şeylerden yeterince faydalanma, haram kılınan hiçbir şeyin semtine uğramama, harama karşı oruç tutma, Allah’ın helâl dairede bizlere ihsan ettiği nimetlerden de nefislerin şımarmasına yol açmayacak şekilde istifade etme şansını elde etmenin başlangıcını yapabilmek hiçbir insan için uzak ihtimal değildir elbette…
Geliniz bu bayramı, bizim için biraz daha gaflet perdelerinin aralanmasının bir başlangıcı yapalım. Gerçek bayramların günahlardan uzaklaştıracak hâletlerde yaşanması gerektiğini düşünelim ve bugünümüze, Rahmet ve Bereket ayından feyizlendikten sonra ulaşmış olmanın sevincini yaşayalım.
Nefis ve şeytanların Ramazan ayındaki suskunlukları ve miskinlikleri hayatımızın bundan sonraki bütün anlarında devam etsin. Kendi dünyamızda onların bağlarını çözmeyelim. Onların bizleri Rabbimizden ayıracak çabalarını boşa çıkaralım. Bunları başarabilirsek bütün bayramlar bize helâl olacak, bütün günlerimiz bayram tadında olacaktır.
Sahi bugün kaçıncı bayramımızdı? Ömrümüzün yıllarını iki ile çarparsak, hakikatler menbâı olan dinimizin bize kazandırdığı bayramların kaçını yaşadığımızı bulabilsek bile, gelecekte kaç bayram yaşayacağımızı ortaya koyacak bir formül bulunmamaktadır. Bu problemi çözebilecek hiçbir formül insanlarca daha icat edilmedi ve icat edilmesi de mümkün değildir. Zira gizli olan ecelin ne zaman geleceğini Allah’tan başka kimsenin bilmesine imkân yoktur.
Bu bayram gününde, Rabb-i Rahimin bizlere, rızası dairesinde geçireceğimiz günler nasip etmesini dileyelim. Allah’tan ümidimiz odur ki, kalan ömrümüzü ve yaşayabilme imkânını bulacağımız bayramları iman şuuru ile geçirebilelim.
Bu düşüncelerle Mübarek Ramazan Bayramınızı tebrik ediyorum.
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|
|
M. Latif SALİHOĞLU |
Gerilim plânı tutmadı |
|
Bundan sekiz yıl öncesinin Ramazanı, bu aziz millete adeta zehir edilmişti.
28 Şubat fitnesinin en kaba, en yıkıcı dalgası o yılın özellikle Ramazan ayında kendini hissettirmişti. (Ocak 1998)
İrtica–mürteci yaygarası ayyuka çıkmıştı. "Türkçe ibadet" türünden garabet rüzgârları, birçok mahfilden olanca hızıyla estirilmeye çalışılıyordu.
Zihinler bulandırılmış, ortalık toza dumana çevrilmişti.
Ortam fitneye, fesada bürünmüştü.
Şükür ki, geçti o günler.
Duâmız şudur. Allah, bu millete bir daha "28 Şubat"ları yaşatmasın.
* * *
Biz duâmızı bu minval üzere yaptık, yapmaya da devam ediyoruz.
Ne var ki, fitne–fesat odakları da boş durmuyor. Değişen şartlara göre, onlar da yeni yeni plân–proje üretiyor.
Bu sebeple, müteyakkız olmalı; gafil avlanmamalı.
Mâlûm odaklar, bu seneki Ramazanı da zehir etmek için türlü plânları hazırlamışlardı. Alâmetler, bunu gösteriyor. O menhus planları uygulamaya soktular. Ancak, gayelerinde bir türlü muvaffak olamadılar.
Özellikle güvendikleri çevrelerden (medya, iş dünyası, sivil kuruluşlar) umdukları desteği bulamadılar.
Ortalığı bulandırmak için birçok yola tevessül ettiler. Fakat, yine de yüz bulamadılar. Üstelik, kamuoyundan da sempati yerine nefret gördüler. Daha ileriye gidemediler ve yelkenleri mecburen indirdiler.
Ama, unutulmamalı ki, o fitne/fesat odakları, vazifelerini terk etmeyecek ve yeni fırsatları kollamaya devam edecekler.
Onları durdurmanın veya etkisiz kılmasın yolu, müteyakkız olmak, onlara kalben olsun buğzetmek ve bu milletin huzuru, saadeti için daima duâ etmektir.
Bu seneki mübarek Ramazanda böyle davranılmış olmalı ki, fitnekâr planlar tutmadı, şeytanî hevesleri kursaklarına hapsoldu.
TEBRİK: Bütün din kardeşlerimin bayramını tebrik ve tes'id eder, bu bayramın ehl–i İslâm için ferec ve feraha, insanlık camiası için de huzur ve barışa vesile olmasını Rabbimden neyaz ederim. MLS
Bayramlık
Bayramda şu üç çeşit trafiğe dikkat
1) Araba kullanırken kaza yapmamaya ve kazalara sebep olmamaya âzamî derecede dikkat edelim.
Trafik kazaları, bilhassa ülkemizde can ve mal kaybına yol açan en öncelikli tehdit ve tehlike halini almış durumda.
Allah'tan niyaz ile dileğimiz şudur ki, direksiyon başındaki insanlarımız, bu bayramda daha dikkatli olmaya gayret ederler de, yeni canların yanmasına, yeni ocakların sönmesine, kan ve gözyaşlarının sel olup akmasına sebebiyet vermezler.
2) Fazla yemek, bilhassa aşırı derece tatlı yememeye dikkat edelim.
Sağlık ve diyet uzmanları, bu hususta uyarı üstüne uyarıda bulunuyor: Aman, yemek trafiğine dikkat edin.
Oruçta edinilen beslenme alışkanlığının birden bire bozulması, yani taam üstüne taam, tatlı üstüne tatlı yenilmesi, mide başta olmak üzere, bütün organizmayı yoracağı ve dengelerini bozacağı hatırdan çıkarılmasın.
3) Bayramda usûlünce tokalaşalım, kucaklaşalım; ancak, öpüşmemeye ve kafa tokuşturmamaya dikkat edelim.
Sağlık uzmanları bu konuda da gerekli uyarıda bulundular.
Özellikle mevsim itibariyle, bulaşıcı hastalıkların kol gezdiği günleri yaşıyoruz.
Grip, nezle ve diğer soğuk algınlığı hastalıklarının nefesle bulaşmasını sağlayan enfekte virüsler, bilhassa bu aylarda kuluçka dönemini yaşıyor.
Hâsılı, bayramda yoğunlaşan ziyaret trafiğinde, enfeksiyonel hastalıkların yayılmasına mani olmaya gayret edelim.
Bunu trafik diliyle ifade edecek olursak, öpüşme ile sırnaşma ihtimaline karşı, mümkün mertebe "kırmızı ışık" düğmesine basmada hassasiyet gösterelim.
Günün Tarihi
Malta sürgünleri esirlerle takas edildi
23 Ekim 1921: İstanbul’da, Ankara hükümeti temsilcileri ile işgalci İngiliz temsilcileri arasında tarihte eşi benzeri görülmedik bir antlaşma imzalandı.
Yapılan bu ikili antlaşmaya göre, Kuva–yı Milliyeciler tarafından Anadolu'da esir olarak tutulan işgalci İngiliz subayları ile İngilizler tarafından Malta adasına sürgüne gönderilen Osmanlı aydınları karşılıklı olarak serbest bırakılacak.
Mondros Ateşkes Antlaşması Kasım 1918 gereği İstanbul'a gelen ve güvenliği sağlamak bahanesiyle adım adım şehri işgal eden İngilizler, kendilerine muhalif gördükleri Osmanlı aydınlarını da teker teker veya gruplar halinde tutuklayarak Malta adasına gönderiyorlardı.
Malta sürgünlerinin sayısı, üç yıl içinde 150'yi aşmıştı ve hiçbiri de serbest bırakılmıyordu.
Malta sürgünlerinin çoğu eski İttihatçıydı. Bunların da çoğunluğu Anadolu'daki Millî Hareketi en azından fikren destekliyordu.
Sürgündekilerin bir kısmı ise, tıpkı İstanbul'daki "İngiliz muhibbanları" gibi İngiliz yanlısı olmaya başladı.
Ancak, İngilizler hiçbirine itimat etmeyerek tamamını elinde tutmayı tercih etti.
Tâ ki, Anadolu'da kendi asker ve subayları da yakalanıp esir edilinceye kadar.
Kuva–yı Milliyecilerin eline geçen işgalci subayların sayısı günden güne artıyordu.
Sonunda, İngilizler anlaşmaya razı oldu ve İstanbul'da sürgünler ile esirlerin takas edilmesine, yani karşılıklı olarak serbest bırakılmasına zemin hazırladı.
Bu antlaşma ile, Türkiye'nin artık Ankara hükümeti tarafından temsil edildiği, zımnen de olsa kabul edilmiş oldu.
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|
|
Bir aylık nefis mücadelesinden sonra bayrama ulaşıyoruz.
Sevgidir, saygıdır, samimiyettir. Bayram bayramdır. Fazla söze hiçbir hacet yoktur. Her yaşın bayramı vardır. Buluşmadır, konuşmadır, kaynaşmadır.
Bayramı bayram yapan muhabbettir. O, dünyanın adeta bağlantısıdır.
Muhabbet olmaz ise saygı da olmaz. Asıl bayram, en önce kalpte ve vicdandadır. İç dünyası mubabbetten yoksun insanlar, bayramın atmosferinden rahatsız olurlar.
O zaman bayram sadece üç-dört gün ile sınırlı kalmaz. Yıllarını ve aylarını, hatta günlerini bayram havasında geçirip, kendi karakterini “muhabbet fedaisi” olarak şekillendirenler için bayram, muhabbeti ile hayatını devam ettirir. Bunun hammaddesi Allah’a inanmak, inancının gereğini iç ve dış dünyasına yansıtmak ile olabilir.
Bayram öyle bir sevgi ve muhabbet dağıtır ki, bayramı hak etmeyenler bile ondan istifade ederler.
Ve mü’minler, asıl bayramı öldüklerinde yaşarlar. Dünyanın o kadar zorlukları, olumsuzlukları ve hastalıkları bir anda bayram havasına dönüşür. O andan sonra artık her an bayram havası ile ilelebed bir hayatın hazzını ve lezzetini bütün dostlarımız ile yaşarız.
Bayramı, Ramazan bayramından çıkarıp kasıtlı olarak “şeker bayramı” haline getirmek isteyenlerin soğuk gayretleri nafiledir.
Bayram bayramdır.
Onun pişmiş havasına kimse su katamaz. Bayramınız mübarek olsun.
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|
|
Süleyman KÖSMENE |
Bayramınız cennet olsun! |
|
Oruç, imsak, iftar, teravih derken; işte bir Bayram daha gönlümüze düşüverdi.
Sayılı gün mü dersiniz, Ramazanın bereketi mi dersiniz, zamanın tabiatı mı dersiniz; ne dersiniz bilemiyorum, ama yirmi dokuz gün bir fırtına gibi geçiverdi.
Yirmi dokuz gün boyunca Allah’ın emriyle nefsini tâlim ve terbiyeye alan Müslüman’ın, nefsine hâkimiyeti tebrik edilmeliydi. Bu Bayram, o tebrikin Hak katındaki işareti olmalıdır.
Bayramı ta içimizde tadalım öyleyse. Hayatı, hayatı Verenden dolayı sevelim. İnsanlara, insanların Hâlık’ı için muhabbet duyalım. Canlıları ve tüm mahlûkatı, Rahman ve Rahîm olan Rab’leri için incitmeyelim. Yaratılanı, Yaratandan ötürü sevelim.
Tüm sevgiler Allah için, Allah namına ve Allah hesabına olmalıdır. Sevdiğimizi Allah hesabına seversek, sevgide bayramı, bayramda sevgiyi tadarız; bayramlarımızda Ebediyetin ve Cennetin çığlıklaşan dâvetini buluruz.
İçimizden kırgınlık namına, adavet namına, husûmet namına ne varsa silip atmanın başka yolu yoktur zaten.
Sahi, bir düşünelim: Bu insanlarla ne diye dâvâlıyız ki zaten? Ne alıp veremediğimiz var ki onlarla? Ne diye gönül koyuyoruz, ne diye kalp kırıyoruz, ne diye kırılıyoruz, küsüyoruz, kavga ediyoruz, kin besliyoruz ki?
Âdil-i Hakîm varken, Kahhar-ı Zülcelâl’e inanmışken, Cebbar-ı Hafîz’e itimat etmişken, Şedîd’ül-İkâb’a boyun eğmişken, Serî’ul-Hisâb’a güvenmişken; husûmetin, kinin, nefretin, dargınlığın, kırgınlığın yeri olmamalı Müslüman’ın dilinde.
İslâmiyet, bundan dolayı gündeminden çıkarmak istiyor adaveti, kini, nefreti, husûmeti. İslâmiyet bundan dolayı barışı, kardeşliği, sulhu, sevgiyi, saygıyı yerleştirmek istiyor gönül hayatımıza. Çünkü insan Allah için vardır ve Allah’a dönecektir! Kur’ân âyetlerinin hemen dörtten birisi, insanın hesabıyla, kitabıyla, yaptıklarıyla, ettikleriyle, yaşadıklarıyla dönüşünün Allah’a olacağını haber veriyor. Buna inanmış, buna itimat etmişsek eğer, insanlarla dost olmalı, düşmanlarımızla bile düşmanlıklarımızı atmalıyız.
Hoşumuza gitmeyen tecellileri, sevmediğimiz davranışları, tutarsız gördüğümüz hareketleri, seviyesiz bulduğumuz tutumları kınamayalım; gerek yok. Aldırmayalım, geçelim.
Bir Serî’ul-Hisâb var; kaydettiriyor, yazdırıyor, çizdiriyor, görüntüsünü alıyor; biz merak etmeyelim.
Biz sevelim sadece. Biz sadece “Muhabbet fedaîsi” olalım! Şeytan husumeti, kini, nefreti, adaveti kime yutturursa yuttursun! Bundan bize ne? Müslüman’dan uzak dursun husumet! Müslüman, bayramlara lâyıktır!
Biz bayramımızı yaşayalım! Bayramı kendimiz için, dostlarımız için, insanlar için Cennet yapalım! Bayramımız Cennet olsun! Şeytansa, hasedinden kahrolsun!
Çocukları, yaşlıları, hastaları, kimsesizleri, yetimleri, masumları, mazlûmları, bizden ilgi bekleyenleri, musibete düşenleri, zalimlerin ve vahşîleşmiş iki ayaklı canavarların saldırılarına boy hedefi olanları unutmayalım bu gün. Onlarla ya elimizle, ya gönlümüzle, ya dilimizle, ya duâmızla birlikte olalım. Rabb’imizden esenlikler, kolaylıklar, hayırlar, yardımlar ve iyilikler dileyelim onlar için.
Allah Resulü’nün(a.s.m); “Allah’a ve Âhiret Gününe iman eden komşusuna eziyet etmesin! Allah’a ve Âhiret Gününe iman eden misafirine ikram etsin! Allah’a ve Âhiret Gününe iman eden hısımlarına, akrabalarına, yakınlarına, dostlarına ve arkadaşlarına muhakkak ulaşsın! (Kendisine ulaşanlara müşfik davransın) Allah’a ve Âhiret Gününe iman eden ya hayır söylesin veyahut sussun!” Fermanını doyasıya yaşayacağımız gündür, bu gün.
Ulaşalım; gönlümüzü, kalbimizi, en sıcak sevgi ve ilgimizi açalım onlara. Onların acılarını, tatlılıklarını, sevinçlerini, burukluklarını paylaşalım.
Tüm Müslümanlara eşiyle, aşiyanıyla, sevdikleriyle, yakınlarıyla, akrabalarıyla iç içe, gönül gönüle, acı tatlı her şeylerini paylaşacakları bir Bayram temenni ederiz.
Mübarek Ramazan Bayramının; tüm İslâm âlemine, tüm insanlığa, ülkemizin her karış toprağına, taşına, milletimizin her ferdine, her kuşağına ve hassaten saygıdeğer okuyucularımıza hayırlara vesile olmasını niyaz ederiz.
Bayramınızı gönülden tebrik ederiz.
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|
|
Davut ŞAHİN |
Elveda |
|
Bir Ramazan'ı daha geride bıraktık. On bir ayın sultanı Ramazan'ı.
Ben Ramazanların her gününü bayram addederim her nedense...
Ruhların bayramı.
29 gün boyunca, her gün oruç tuttuk ve iftar sofrasına oturma zevkini tattık. Damaklar bayram etti.
Hadis-i Şerifte deniyor:
"Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir. Diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevinci…"
Oruç tuttuk ta ne oldu:
-Açın halini anladık. Belâ, zarar ve afetlere düçar olmuşları unutmadık. Tok açın halinden anlamaz, ama açlığın ve belâların elemlerini hissettik. Elemli fakir ve zayıfları unutmadık.
-Nefislerimizi terbiye ettik. Açlıkla Rabbimize yöneldik. "Men Rabbüke" dedik "Abd-ullah" olduğumuzu hissettik.
Teravih namazlarımızı aksatmamaya çalıştık. "Bir çok insanın 'bir an evvel bitse de çıksak' duygusu içerisinde değil de, ruhlarımıza sindire sindire namazlarımızı kıldık. Camiye gidemediğimiz durumlarda, evlerimizi "mescit" yaptık.
"İrtica" haberi "yobaz" suçlamaları yapanlar, 28 Şubat ruhunu çağıran seanslar düzenledi.
"Ey 28 Şubat ruhu, geldinse bir kere masaya vur."
Ne ruh geldi, ne de muh!
Onlar hâlâ beklemeye devam ediyor.
Çelişkiye bakın:
Dokuz sütuna "irtica" manşetleri atanlar, iç sayfalarda çarşaf çarşaf "Ramazan" sayfaları verdi okuyucularına.
"Cüppeli"ye "Ele verir talkını" derken, kendileri her daim "salkım yuttu…"
Peki ne oldu?
Yakın tarihten günümüze kadar yapılan "irtica haberleri" bu Ramazan'da da geri tepti.
Camiler dolup taştı, Ramazan çadırları sadece "yemek yenen" yer değil, irfan sofralarına dönüşen kültür ziyafeti haline geldi.
Kadir Gecesi Sultanahmed Camii'nin kapısından giremedik. Sultanahmed "Dinî Yayınlar Fuarı"nı -pardon- Kültür ve Kitap fuarını gezdik. Ne hikmetse "Dinî Yayınlar Fuarı"nın ismi "Kitap ve Kültür Yayınları Fuarı"na dönüşmüş. Ne gam! Bu bile kitabın değerini anlatmak için bir fırsat değil mi?
Kur'anlar okundu, hatimler indirildi.
Hülâsa-i kelâm:
Ey Ramazan.
Ne çabuk geldin ve ne çabuk gidiyorsun?
Diyorum ki:
Ey okuyucu, bayramın mübarek, bayramlaştıklarınızdan biri "Hızır" olsun!
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|
|
Faruk ÇAKIR |
Tatil değil, bayram |
|
11 ayın sultanı Ramazan ayını hayırlısıyla uğurladık ve ‘bayram’ı idrak ediyoruz. İslâm dünyası, her türlü sıkıntı ve problemlere rağmen, bayramı idrak etmenin hazzını yaşıyor.
Türkiye’de son yıllarda yanlış bir anlayış gelişti ve bayramlar ‘uzun tatil vesilesi’ yapılmaya çalışıldı. Aslında böyle bir tavrın doğru olmadığını ‘tatil’e çıkanlar da biliyor. Çünkü bayram; eş, dost ve akrabalar başta olmak üzere başka zamanlarda görüşemediğimiz, ziyaretlerine gitme imkânı bulamadığımız büyüklerimizle buluşma ve kaynaşma günleri olmalı. Aylarca kapısı çalınmadık eş, dost, komşu ve akrabalarımız varsa, onların kapılarını bu vesile ile çalmak ve hayır duâlarını almak,bayramın maksadına uygun en iyi davrarış olur.
Yayınlanan bayram mesajlarında da, bayramların ‘tatil’ olarak görülmemesi gerektiğine dikkat çekildi. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, mesajında şöyle diyor: “Bayramların, her yıl gelip geçen sıradan tatil günü değil, insanî ve dinîi güzelliklerin birlikte yaşandığı, birlik, beraberlik, sevgi ve saygının güzel örneklerinin sergilendiği, toplumun bütün kesimlerinin birbiriyle kaynaştığı paylaşma ve dayanışma günleri olduğunu bilelim.” (AA, 22 Ekim 2006)
Siyasîlerin bayram mesajlarında da benzer ikazların yer alması, inşallah bir ‘uyanış’a sebep olur. Bayramların ‘tatil’lerle birlikte hatırlanmasından artık vazgeçilmeli.
Bayram günlerinde; hasta, fakir ve kimsesizleri de unutmamalıyız. Kapımızı çalan çocuklara küçük hediyeler vererek bu vazifemizi yaptığımızı düşünmeyelim. Asıl olan, kapımıza gelemeyecek durumda olan hasta ve yaşlıları bulundukları mekânda ziyaret edebilmek. Çocuk yuvaları, yaşlıların misafir edildiği yurtlar ile hastahaneler ziyaret konusunda ihmal edilmemeli.
Unutmamamız gereken nokta, ‘bayram’ın sadece ‘tatil’ yapabilecek maddî imkâna sahip olanların değil; herkesin hakkı olduğudur. Bayramların ‘tatil’ değil, kaynaşma ve yardımlaşma günleri olduğunu unutmayalım...
*
Mescid yoksa balkon var
Otellerde ‘mescid’ olmaması, paparazziler açısından ‘iyi bir haber’e sebep olmuş. Vatan’ın haberine göre, bayram tatili için Antalya’ya giden Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, konaklamak için ‘beş yıldızlı otel’i tercih etmiş.
Anlaşılan ‘beş yıldızlı otel’in ‘bir mescid’i yokmuş ki, bakan Coşkun, otelin balkonunda namaz kılmış. (Vatan, 22 Ekim 2006) ‘Olay’ı görüntüleyen foto muhabirlerinin haberleri, gazetelerde farklı başlıklarla yayınlandı. Bazı gazetelerdeki üslûp, sanki ‘suç üstü hali yaptık’ der gibiydi.
Balkonlarda namaz kılınmasını istemeyenler, vakit kaybetmeden otellerde ‘mescid’ açar. Otellerde mescid olmaması bir eksiklik değil mi? Otellerin Ramazan’da açtıkları ‘geçici mescid’ler lütfen kalıcı hale gelsin!
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|
|
Yeni Asyadan Size |
Bayramlar ve Bediüzzaman |
|
Bugün bayram. Kalplerin buluştuğu, dargınların barıştığı gün. Bayram günleri, sevinç günleridir. Peygamber Efendimizin (asm) dilinde nasıl ki oruçlunun iki sevincinden biri, iftar ânı ise; yine onun (asm) dilinde bayram da, mü’minlerin sevinç ve sürurunun zirvelere taşındığı Ramazan ayının iftarıdır.
Bediüzzaman, böylesi bayram günlerinin sevincine şükürle mukabele edilmesi gerektiğini söyler. Çünkü neşe ve sevincin arttığı bu günlerde, insanın gaflete düşmesi daha kolay olur. Onun içindir ki “Bayramlarda gaflet istilâ edip gayr-ı meşrû daireye sapmamak için, rivâyetlerde, zikrullaha ve şükre çok azîm tergîbât vardır” der. Bu günlerde Allah’ı daha çok anmalı ve daima şükür içerisinde bulunmalıdır. Bediüzzaman’a göre “Şükür nimeti ziyadeleştirir, gaflet ise kaçırır.”
Bediüzzaman esasen, yaşadığımız şu âlemi de, kendi tâbiriyle “şehrâyin”, yani bir şenlik ve bayram yeri gibi görmüştür. Yaratılan varlıklar kendilerine verilen kabiliyet ve cihazlarla, bir bayram yeri hükmünde olan dünyanın güzellik ve nimetlerinden neşe ve şevk ile istifade etmektedirler. Bediüzzaman, Cenâb-ı Hakk’ın “herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt’ayı, birer taife ruhlu mahlûkatına ve nebatî masnuâtına birer resm-i geçit tarzında bir ulvî bayram yapmış” olduğunu söyler. Varlıklar, İlâhî kudret tarafından kendilerine takılan güzellikleri, yine Cenâb-ı Hakkın nazarına sergileyerek arz-ı endam etmektedirler.
İşte küçük bir kâinat olan insan da, böylesi bayram günlerinde, âlemde yaşanan bu bayram havasını, kendi ruhunda daha bir farklı hisseder.
Bediüzzaman, bayram günlerinde talebelerine yazmış olduğu mektuplarda, onların bayramını da tebrik ederek söze başlar. Bunlara bazı örnekler verelim:
* “Sizin mübarek Ramazan’ınızı ve leyle-i Kadrinizi ve bayramınızı bütün ruh u canımızla tebrik ve tes’id ediyoruz. Cenâb-ı Erhamürrahimin, emsâl-i kesîresiyle sizleri müşerref eylesin. Âmin.” (Emirdağ Lâhikası, s. 62)
* “Hem geçmiş, hem gelecek, hem maddî, hem mânevî bayramlarınızı ve mübarek gecelerinizi bütün ruh u canımla tebrik ve ettiğiniz ibadet ve duâların makbuliyetini rahmet-i İlâhiyeden bütün ruh u canımızla niyaz edip, isteyip, o mübarek duâlara âmin deriz.” (Emirdağ Lâhikası, s. 333)
* “Sizin bayramınızı, leyle-i Kadrinizi, Ramazan-ı Şerifte makbul duâlarınızı bütün ruh u canımla tebrik ve tes’id ediyorum. Cenâb-ı Hak, bu bayramın sürurunu, hakikî ve geniş ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin. Âmin.” (Kastamonu Lâhikası, s. 70)
Bediüzzaman bayram günlerini vesile ederek, Müslümanların manevî yönden asıl büyük bayramlarının ne zaman geleceğine de şu sözleriyle dikkat çekmiştir:
“Ruh u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz. İnşaallah, âlem-i İslâmın da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemahir-i müttefika-i İslâmiyenin kudsî kanun-u esasiyelerinin menbaı olan Kur’ân-ı Hakîm, istikbale tam hâkim olup beşeriyete tam bir bayramı getireceğine çok emareler var.” (Emirdağ Lâhikası, s. 314)
Dünyanın Kur’ân’a teslim olarak, barış ve sükûna erdiği, insanlığın hakikî bayramı olacak huzur dolu günlere kavuşmak ümidi ve duâsıyla, Ramazan Bayramınız mübarek olsun.
***
Faruk Çakır’a medya desteği
Danıştay saldırısına ilişkin, gazetemizde yayınlanan ‘Oyun geri tepti’ başlıklı haberde devletin askeri kuvvetlerinin aşağılandığı iddiasıyla, hakkında TCK’nın 301. maddesinden dâvâ açılan Yazı İşleri Müdürümüz Faruk Çakır’a, mahkeme kapısında esirgenen destek medyada makes buldu. Aynı maddeden yargılanan ‘şöhretli isimlerin’ içte ve dışta gördüğü ilgiye işaret eden haber ve yorumlarda çifte standarda dikkat çekildi. Elif Şafak, Orhan Pamuk ve Hırat Dink duruşmalarına atıfta bulunan yazarlar, aynı desteğin bütün 301. madde mağdurları için verilmesini istediler. Bu çarpıklığı gündeme taşıyan ve kalemleriyle destek veren Bugün’den Nuh Gönültaş, Zaman’dan Ekrem Dumanlı ve Hürriyet’ten Ahmet Hakan Coşkun’a ayrıca teşekkür ediyoruz.
Hepinize hayırlı bayramlar.
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|
|
Hakan YALMAN |
Varlığı kuşatan birlik ruhu: Bayram |
|
Bugün bir ay süren nefis imtihanının ardından Rahman olan Âlemlerin Rabbi’nin bizlere hediye ettiği bayramın mutluluğunu yaşama günü. Her iftar vakti gün boyu yaşanan sabır sınavının ardından iftarlarla yaşanan bayramlar Rabb’imizin bizlere günlük hediyeleriydi. Ay boyu sabretmenin ardından aylık hediyemiz olan bayram ile Rabb’lerine birlik ruhu ile yönelmişlerin her iftar vakti ve seherlerde sahurlar ile Zat-ı Zül’cemal’den hep birlikte emir bekleyenlerin bu birlik ruhunu yaşamaları vakti. Bu ruhun bütün kâinata yansıtılması ve tevhit hakikatinin aynı Terbiye Edici’nin emri ile hareket ediyor oluşun, varlığın tamamına yansıdığı bir atmosfer.
Bu atmosferin etkisi, bütün ruhlarda hissediliyor. Kâinat adeta bu zaman kesitlerinde uyum sağlamak ve bütün enstrümanlarının birbiri ile ses ayarı yapmak ve ardından, hep birlikte “Allah u ekber” demenin ruhları galeyana getiren ve kalplerin ta derinliklerini titreştiren güzelliğini yaşıyorlar. Belki bu birliktelik ruhunu musiki san'atının estetik zemininde hisseden Itri’nin gönlünden yansıyan nağmeler uhrevi âlemlerden yansıyor. Bu nağmelerin de hissettirdiği gibi kuşatıcı bir azamet, kibriya, rububiyet her gönül telini derinlerde titreştiriyor.
Aslında, Ramazan bu ruh haline hazırlık dönemi olarak kabul edilebilir. Kâinatı İdare Eden’i varlıkların her an karşılaştıkları ihtimaller içinde hangi yönü takip edeceklerini Gösteren’in hissedildiği ay. Bu hissediş Ramazan’ın her geçen günü daha belirginleşip bayramda zirveye ulaşıyor olmalı. Bu, aslında var olan her şeyi içine alan bir hissediş. Şuur sahipleri ile birlikte kâinatın ortak ruhuna ve alt yapıyı teşkil eden kuşatıcı bilinçaltına yansıyan bir hissediş. Yani küçültülse bir insan olacak kâinatın hissedişi. Dolayısı ile varlık âlemindeki her şey, zerreleri ile bu kuşatıcı etkinin titreşimine kapılıyorlar.
Bu yüzden, bu dönem içinde dile gelen bütün tehlil ve tekbirler kuşatıcı ruhtan gönüllere yansıdığı için dile geliyor. Sanki bütün bu ilâhî nağmelerle hissedişler büyük bir insan şeklindeki kâinatın her tarafı kuşatacak şekilde dile getirişinin ardından mağara misali açılmış ağızlardan yankılanmaları. Bir ay aynı kaynaktan emir alma ruhunu gittikçe belirgin şekilde hisseden ruhlar, aynı nağmeleri tek kaynaktan yansır şekilde dile getirmenin güzelliğini yaşıyorlar. Belki de bayramın en belirgin güzelliği bu birlikteliğin hissedilmesi. Bu hissediş, sosyal hayata da yansıyor. Kardeşlik, dayanışma, yardım, diğergamlık gibi tevhit ruhunun beşeri yansımaları çok daha belirgin hale geliyor. Bu hal sonsuz gibi algılanan uzay boşluğunu ve bütün âlemleri kuşatan birlik ruhunun dünya adındaki küçük gezegene yansıması şeklinde kabul edilmelidir. Bu küçücük gezegeni paylaşmakta sıkıntı yaşayan sakinlerinin barış içinde bir mekân oluşturmaları da ancak bu ruhun daha belirgin şekle gelmesi ile mümkün olacaktır. Bütün sıkıntı ve kavgaların kaynağı ve asırlardır insanoğlunun en büyük problemi olan savaşların sebebi bu ruh halinden uzaklık olmalı. Ramazan varlığın aslını teşkil eden bu ruh haline tekrar dönüş, yani aslına yöneliş idmanı. Bayram ise bu hissedişte ulaşılan noktayı kutlama, mutluluğunu yaşama anı.
Ramazan’ın bir başka anlamı da Kur’ân’ın yeryüzüne inişine şahitlik, bu anı yeryüzünün güneş çevresinde dönerken aynı çizgiye geldiği yıldönümünde tekrar hissetmek zamanı. Dolayısı ile bizzat kendi kelâmı ile bizleri muhatap alan Rabbimiz’i o kelâmı bizlere taşıyan Cebrail’ (a.s.) ve bizlerin içinden bir elçi olan ve kuşatıcı ruhu, nur-u Muhammedî (a.s.m.) ile bütün bu mânâları âlemimize taşıyan Hazret-i Muhammed’i (a.s.m.) daha yakından hissetme anı. Kalplerimiz ve bilinçaltı zaman ve mekân sınırlılığından bir nebze kurtulan ya da kurtulabilen özelliklerimiz.
Dolayısı ile kalp ve bilinçaltı alanında geçmiş zamanlara Asr-ı Saadete gitmemiz ve o anın duygularını aynen ona şahitlik şeklinde yaşamamız mümkün. Bu boyutu ile bayram hayatımızın anlamlanması ve vücuda gelmesinin sebepleri olan Rabb’imiz, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ve Cebrail (a.s.) ile görüşme ruhunun mutluluk anı. Hayatın çetrefilli yol ayrımlarında bize ışık tutacak bir kılavuzu âlemlerimize ulaştıran bir zeminde hissedişimizin mutluluğu ve emniyetini hissedişin coşkusu. Bu hal kâinatın geneliyle, bütün zerreleri ile birlikte hissediliyor. Bu sebeple tevhit duygusunu galeyana getiren ve bu galeyanın “Allah u ekber” nidaları ile ancak teskin olabildiği bir an.
Oruçla bir ay daha belirgin şekilde Rab’lerine yönelenler, Hazret-i Muhammed’i (a.s.m.), Cebrail’i (a.s.m.) ve bütün melekleri daha belirgin hissedenlerin ve bu mânâlar dışındaki her şeyden el etek çekme niyetleri ile bir ölçüde melekleşenlerin mutluluk anı olmalı bu bayram. Saflaşmış gönüllerdeki bu hissediş mutlaka varlığın geneline sirayet edecek bütün zerrelerin titreşimini etkileyecektir.
Dileyelim ki mü'min kalplerde yansıyan bu mânâlar ve bu birlik coşkusu bütün kâinatı kuşatsın. Her gönlün küllenmiş güzelliklerinin üzerindeki kirleri silip süpürsün. Katılaşmış gönülleri yumuşatsın. Yani bütün kâinatı kuşatan bir birlik duâsına dönüşsün.
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|
|
Serdar MURAT |
Bayram sızısı |
|
Her bayramda ince bir sızım vardır, yüreğimin bir köşesinde.
Kimi zaman buğulanan gözlerle bakarım ta uzaklara.
Bilirim ta uzakta beni bekleyen biri var.
Beklerim, ona ulaşmak için verilecek ruhsatı.
Kendimden sakladığım gözyaşlarımla kaldırırım ellerimi semaya.
Kendi acımın vuslat gününü beklerken bir derviş sabrıyla, bir şey daha eklerim duâlarıma.
Beş vakit namazında, teravih duâsında ve seher vakti bayram namazında durduğu saflarda, milyonlarca, milyarlarca Müslümanın yaptığı gibi.
Bitmeyen duâmız, hicranımız acımız Filistin’den başlayıp, ona her yıl yeni bir İslâm beldesinin eklemenin hüznüyle felâha ermeleri için yakarırım.
Bir yanım Lübnan olur, bir yanım Afganistan.
Kimi zaman Irak, kimi zaman Bosna, ya da Çeçenistan; ama her zaman Filistin’im ben.
Geçen yıl Ramazan Bayram namazında, “Ey rabbim yeni bir İslâm beldesinin kurtuluşu için duâ etmek zorunda bırakma bizi” demiştim. Belli ki samimiyetsiz, belli ki Rızayı İlâhiye uygun olmamış. Ya da kaderin bir hissesi varmış.
Bosna’da, Kosova’da, Çeçenistan ve her zaman Filistin’de derken, önce Afganistan, ardından Irak eklendi buna. Şimdi Lübnan.
Peki gelecek bayramda ben hangi İslâm beldesi için duâ etmek durumunda kalacağım? Hangi mazlûm Müslümanlar, işgale, zulme, işkenceye, katliama maruz kalacak?
“650 bin kişi” bir düşün ne demek?
650 bin kişi, 6 bin 500 katlı bir gökdelendeki çalışan sayısı demek.
650 bin kişi, dopdolu 21 stadyum demek.
650 bin kişi, 1710 yolcu uçağı demek.
650 bin kişi, el ele tutuştuğunda Türkiye’yi Kuzey’den Güney’e kat eden yol demek”
Hatırladınız mı, bu neyin reklâmıydı?
“Posta” gazetesi diyeceksiniz belki.
Bu, aynı zamanda ABD’nin Irak’ı işgal ettiği günden bu yana ölen Iraklıların sayısı demek.
3 yıllık işgalin bilânçosu 650 bin Iraklının ölümü demek...
Bunu bir de “750 bin kişi demek?” ne demek diye okuyun.
7 bin 500 katlı bir gökdelen de çalışan sayısı demek,
Dopdolu 25 stadyum demek diye uzatabilirsiniz.
Bu da aslında işgalden bu yana ülkesini terk eden Iraklı sayısı demek.
Her şey reklâmlardaki gibi güzel olsa.
Her şey dopdolu stadyumlarla, yolcu uçakları ile anlatacak kadar havalı olsa.
Kimilerinin üst üste kurduğu gökdelenlerle ifade ettiği rakamlar Iraklılar için ölümden başka bir şey değil.
İşte her bayram gelip yüreğimin bir köşesine oturan sızım budur benim.
Başka bir sızım vardır ki bilirim, uzaklarda beni bekleyenimle buluşunca diner ancak.
İşte bu yüzdendir ki, her bayram sabahı şükür duâları ederken, buğulanır gözlerim, birkaç damla yaş süzülür yanaklarımdan.
23.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|
|
|
|