Türkiye’de Diyanet’in cemaat ve tarikatlarla ilişkileri başından beri sıkıntılı oldu.
Bunun en önemli sebebi, Diyanet’in dinî hayatı devlet kontrolünde tutma misyonuyla kurulmasına karşılık, cemaat ve tarikatların bu kontrolün dışında gelişmiş olmaları.
Bu durumdan kaynaklanan gerilimin ilginç bir örneğini, Diyanet’in ilk kurulduğu dönemde Bediüzzaman’a sorulan bir sualde ve onun verdiği cevapta görmekteyiz.
Sual şu: “Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-ı İslâmiyeyi talim edecek (dinin hükümlerini ve İslâmın hakikatlerini öğretecek) resmî bir dairemiz var. Sen ne selâhiyetle neşriyat-ı diniye (dinî yayın) yapıyorsun?”
Said Nursî’nin cevabı ise şöyle:
“Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz (tekelleştirilmez). İman ve Kur’ân nasıl inhisar altına alınabilir? (...) Hakaik-ı imaniye ve esâsât-ı Kur’âniye (iman hakikatleri ve Kur’ân'ın esasları), resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelâtı suretine sokulamaz.” (Mektubat, On Altıncı Mektup, s. 72)
Din hizmetlerinin resmî kalıplara hapsedilemeyeceğinin altını çizen bu cevabın şu günlerde yine hatırlanmasına ihtiyaç var.
Çünkü devlet katında “irtica” eksenli son dalgalanmalar, Diyanet’i yine aynı sancı ve ikilemle karşı karşıya getirmiş bulunuyor.
Bu ikilemi, önce “Tüm sivil dinî inisiyatifler sahip oldukları dinî bilgileri tartışabilsin, konuşabilsin, gelişebilsinler. Biz indirgemeci, tekelci yaklaşımlara karşıyız” deyip, hemen ardından “Biz devletiz. Kendimize ve tercihimize göre ilişkiler kuramayız” diye ilâve eden Başkan Ali Bardakoğlu’nun sözlerinde görmek mümkün. (Sabah, 23.9.06)
Sonraki süreçte ise Diyanet, “Biz devletiz” çizgisini yansıtan tavrını iyice koyulaştırdı.
Radyo 1’de Murat Çelik’e Kur’ân kurslarındaki öğretici açığını geçici personelle kapattıklarını belirten Bardakoğlu, “Sivil katkı, fahrî öğreticilik mekanizmasında zaman zaman dinî cemaatleşme kaymaları oluyor maalesef” dedi. (Melih Aşık, Milliyet, 28.9.06)
Diyanet’in cemaatlerle “mücadele” halinde olduğunu açıkça ifade eden isim ise, Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez oldu.
Cemaat ve tarikat mensuplarının kuruma kadrolu olarak 1974’te alındığını ifade eden Görmez, sonraki yıllarda İHL ve ilâhiyat mezunlarının devreye girmesiyle durumun değişmeye başladığını, “bahsedilen akımlarla bağlantılı olanlar” emekli oldukça sayılarının azaldığını anlatarak şöyle diyor:
“Kurum içindeki bu akımlarla mücadele halen devam ediyor. Halen cemaatlerle bağlantılı olanların oranı parmakla sayılacak kadar, yüzde 1 oranında. Ancak bu oran gittikçe sıfırlanacak.” (Milliyet, 25.10.06)
Bu talihsiz açıklamalar, cemaat ve tarikatları “devrim karşıtı hareketin ve irticanın kaynağı” olarak niteleyen ve “Diyanet bir devrim kuruluşudur, camiler de tıpkı diğer devlet kurumları gibi kamu alanlarıdır” iddiasında bulunan (Ali Dündar, Cumhuriyet, 10.10.06) yaklaşımlarla belki örtüşebilir.
Ama dine de, ülkeye de zarar verir...
28.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|