Gerçi eskiden de böyleydi, günlerce konuşulup tartışılan bir gündem neticeye bağlanmadan bir başkasına geçilir ve o da aynı hararetle tartışılmaya başlanırdı.
Ama son dönemde, her biri başlı başına gündem oluşturan konular ard arda, hattâ eşzamanlı olarak öylesine iç içe ve yoğun şekilde gelişiyor ki, yetişmek dahi zorlaşıyor.
Söz gelişi, Sezer’in ve komutanların irtica çıkışlarıyla başlayan süreç Başbakanın “Özel görüşelim” teklifiyle biraz sükûnet bulmuş gibiydi ki, Cübbeli Ahmet Hocanın turistik tatil gezileri tartışmayı farklı bir alana taşıdı.
Gerek görüntülerle de desteklenen yayınlar, gerekse Hocanın verdiği cevaplardaki kimi “açık”lar, Bediüzzaman’ın seneler önce yaptığı ikazları teyid ediyordu.
Tarikatları mağlûp etmek için kullanılan “o mesleğin erkânlarının ve mensuplarının kusurlarını teşhir, üstadlarını ihanetlerle çürütmek, o mesleğin su-i istimallerini göstermek” taktikleri yine devredeydi.
Bu konuyu 14 Eylül’de çıkan “Fitnelere karşı” başlıklı yazımızda detaylı şekilde işlediğimiz için oraya havale ve bu kadarla iktifa edip, cemaatlerin son derece dikkatli olmaları gereken bir sürece girmiş olduğumuzu tekrar hatırlattıktan sonra bir başka gündeme, bilâhare daha geniş şekilde üzerinde durmak üzere, şimdilik kısaca değinelim.
DYP lideri Ağar’ın toplumda ve medyada büyük destek bulurken statükocu cenahı küplere bindiren çıkışlarına bir tepki de Genelkurmay Başkanından geldi. Ama Ağar bu tepkiyi de gayet usturuplu bir şekilde göğüsleyerek yine puan kazanan taraf oldu.
Bu çizgide sebat DYP’yi şahlandırır.
Ve son iki gündem: Fransa Meclisinin Ermeni soykırımını reddetmeyi cezalandıran tasarıyı kabul etmesi ve aynı gün Orhan Pamuk’un Nobel kazandığının açıklanması.
Bu eşzamanlılık, külyutmaz ulusalcıların iki olayı aynı kurgunun yansımaları olarak ilân edip, “Pamuk Ermeni soykırımı ve Kürt katliamına dair sözlerinden dolayı ödüllendirildi” iddiasıyla ayaklanmalarına yol açtı.
Daha önce Pamuk’u 301’den yargılatmak için harekete geçen Kerinçsiz, bu defa da Nobel Komitesinin Pamuk’a ödül kararının iptali için başvuracağı bir merci arıyor.
Bu arada Fransa’ya tepkiler de sürüyor.
Ama yine ağızlardan düşmeyen “ekonomik boykot, ihalelerden dışlama” söylemlerinin pek fazla uygulanabilir bir tarafı olmadığını söyleyenler giderek artıyor. Zira gelinen noktada Türkiye’de, yönetici ve çalışanları Türk olan yüzlerce Fransız firması var.
Asıl önemlisi ise, Ermeni soykırımı meselesinde Türkiye’nin hâlâ içe dönük resmî tepkilerin ötesine gidememiş ve dışarıda etkili olacak bir çalışmayı yapamamış olduğu acı gerçeği daha iyi fark edilip anlaşılıyor.
İç kamuoyuna yönelik hamasî tepkilerin devri çoktan geçti. Türkiye artık bu konuda farklı şeyler yapmak zorunda. Bunların başında da, savunma ve tepki pozisyonlarının ötesinde, kasıtlı iddia sahiplerini köşeye sıkıştıracak “karşı atak”lara geçmek geliyor.
Bunun içinse herşeyden önce samimiyet ve özgüvene dayanan bir cesaret gerekiyor.
17.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|